*13*

37.4K 1.6K 97
                                    

Gitmeli bazen insan. Kalınca bir şey yapamayacağını bildiğinden yollara dökülmeli. Unutmalı bazen insan. Hatırlayınca kendini kaybedeceğini bildiğinden hafızasından silmeli. Şimdi geçmiş denen yolda gerçeklere gidiyordum sanki. Yağmur azalmıştı, gökyüzü siyah ve mor arasında bir renkteydi. Yanımda Selim vardı; gidiyorduk. İkimiz de sessizdik. Konuşursak içimden birkaç hüzün kırıntısı kopacaktı. Bu yüzden susuyordum. Beni tanırdı Selim. Ben dudaklarımı birbirine mühürlemişsem o da konuşmazdı. Anlaşırdık bir şekilde.

Arabayı Toprak Holding'in önünde durdurduğunda ifadesiz halimi koruyordum. Aşağı inip ana kapının olduğu merdivenlere yöneldim. Selim'in peşimden geldiğini anlayınca elimle durmasını işaret ettim. Her ne ile yüzleşeceksem bunu bunu tek başıma yapmalıydım. Asya olarak. Soyadım olmadan. Girişteki güvenlik görevlilerini selamlayıp büyük şirkete ilk adımımı attım. Hemen yan taraftaki boş asansöre bindiğimde aklımda Baran vardı. Ona veda edeli üç saat olmuştu. Özlüyordum, üzülüyordum, merak ediyordum, seviyordum... Çok derinlerime ben fark etmeden kazımıştı varlığını. Sinsice girmişti kanıma. Ölmediğim sürece o da ölmeyecekti içimde. Ben nefes aldıkça, bendeki yeri büyüyecekti.

Asansörün kapıları açıldığında babamın odasının olduğu kata gelmiştim. Sessizce yutkunup koridorun iki tarafını kontrol ettim. Bu kat kullanılmadığı için kimse olmuyordu genellikle. Üstüne altın harflerle Fuat Toprak yazılmış kapının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Babam öldüğünden beri bu odaya girmemiştim. Cebimden küçük anahtarı çıkartıp kilitli odayı açtım. Krem rengi kapıyı elimle iterek içeri girdim. Bir zamanlar babamın şefkatli sesinin duvarlarına çarptığı bu oda, şimdi bir şeylerin eksik olduğunu gösterir gibi renksiz ve sessizdi. Duygusallığı bir kenara bırakıp büyük masaya doğru yürüdüm. Çekmeceleri tek tek açtım ama şirketin eski evrakları dışında beni ilgilendiren bir şey yoktu. Masanın yanındaki kahverengi dolaba bir bakış attım. İlk kapağı açtığımda gözlerim büyüdü. Gri bir kasa vardı. Eğilip iki elimle kasayı tozlu dolaptan çıkardım. Kaşlarım çatılırken kasanın şifreli olduğunu anladım. Babamın doğum gününü yazdım. Olmadı. Annemin doğum gününü yazdım. Açılmadı. Kendi doğum günümü yazdım ama yine olmadı. Ellerimi saçlarıma geçirirken aklıma bir seçenek daha geldi. Baran'ın doğum tarihi... Benden iki yaş büyük olduğuna göre 1992'de doğmuş olmalıydı. Rakamları tek tek tuşlasam da yeşil tuşa basmadan önce bekledim. Şifrenin doğru olmasından korkuyordum. Eğer kasa açılırsa şüphelerim güçlenecekti. Titreyen elimle yeşil tuşa bastım ve kasanın açılmasına dair ince bir ses kulaklarıma doldu. Bu kadar mıydı yani? Şifre neden Baran'ın doğum tarihiydi? Belki de tesadüftür? Ah, kendini kandırma Asya! Kasıtlı yapılmıştı bu. Gri kapağı açtığımda içinden bir kaç dosya ve bir fotoğraf albümü çıktı. Dosyaları alıp ilkini okumaya başladım.

"Ben Fuat Toprak, 1991 yılında yaptığım hata nedeniyle Nergis Andaç'tan gayrimeşru bir çocuğum oldu. Üç yıl sonra bundan haberdar oldum. Bu yüzden oğlumu görmek ve onunla tanışmak istiyorum."

Dudaklarımı birbirine sımsıkı bastırırken diğer paragrafı okudum.

"Oğlum Baran Andaç'ı 1997 yılının son ayından beri görmüyorum. Aile sorunlarımız gün geçtikçe artıyor. Eşim Feride Toprak yaptırdığı testler sonucunda asla anne olamayacağını öğrendi. Bunu ona yapamazdım. Feride anne olamazken, gayrimeşru bir çocuğa babalık yapamazdım."

Elimdeki kağıt içimi ürperten bir yavaşlıkla yere düştüğünde gözlerimi sımsıkı kapattım. Ağlamalıydım belki de ama gözlerim aksine kuruydu. Ruhumda fırtınalar kopmuyordu. Sessizlik... Hissettiğim tek şey parçalarımın üstünü örten büyük sessizlikti. Ellerimi hissetmiyordum. Kelebeğim ölmüştü sanki. Siyah bir çarşaf kanatlarına kapanıyordu. Ölüyor muydum? Baran benim kayıp çocukluğum muydu? Masum bir çocuğun anılarını mı çalmıştım? Peki ya ben gerçekte kimdim? Bildiğim gerçekler yalana dönüyordu ve kendim de dahil olmak üzere gerçek bir şey yoktu. Adım, soyadım, belki yaşım, hatta varlığım bile yalandı. Ben yirmili yaşlarında kimsesiz bir kızdım şimdi. Belirsizlik sularında yüzen, yalanlar ormanından hüzün çiçeklerini toplayıp acı sepetine koyan siyah başlıklı kızdım. Kendimce ağır bedeller ödemiştim. Ama bu farklıydı. Suçlusu olmadığım bir sırrın günahkarlarından biriydim. Baran gibi hikayenin masumlarındandım. Kötü kalpli canavar kimdi? Babam sandığım Fuat Toprak mı? Her gün kavga ettiğim, anne dediğim Feride Toprak mı? Nergis Andaç mı? Kimdi asıl suçlu? Nefes almaya çalışırken titreyen ellerimle diğer kağıdı aldım.

SİYAHIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin