-24-

638 68 18
                                    


"Biraz daha erişte ister misiniz?"
Jongdae Rion'un kibarca sorduğu soruyu duydu. Ona bakıp olumlu anlamda başını salladığınde güneş neredeyse batmak üzereydi.

Açık havada, iki muhafız yemek yiyordu. Bir adamın yerine gelmişlerdi, etraflarında da kendileri gibi yemek yiyen insanlar vardı.
Bazısı parasının yettiği kadar pilav ve haşlanmış tavuk eti yiyor, bazısı ramen, bazı sarayda çalışan adamlar ise sığır eti ile besliyordu karınlarını.

O gün Jongdae ve Rion biraz erişte, biraz domuz eti, pirinç şarabı ve biraz da Avrupa'dan getirilen üzüm şarabından istemişlerdi.

"Yeni üniformalar çok sevildi. Prens Hazretleri bizler için de ünifroma diktirtmeyi düşünmezler mi?"

Jongdae dudak büzdü.
"Emin değilim, şu an Prens Hazretleri'nin ilgilendiği daha mühim işler var."

Avrupa içeceğinden bir yudum aldı. Tadını pek fazla beğendiği söylenemezdi. Boğazını temizledi.

"Ama, çok talep gelirse Majesteleri'ne iletirim."
Karşısındaki muhafız sevinmiş gibiydi. Hafifçe öne eğilerek mırıldandı.
"Teşekkür ederim."
Dostane bir yemekti. Rion, Sehun'un en yakın adamlarından biri ve Jongdae'nin de dostuydu. Bu yemeğe Baş Muhafız da davet edilmişti lakin işi olduğunu söyleyerek reddetmişti.

"Veliaht Prens'in yaptıklarını duydun mu?"

Jongdae arka masadan gelen bir ses duydu.
Karşısında oturan Rion sesin geldiği yöne baktı, Jongdae ise başını döndürmemişti. Dinlediğini belli etmek istemiyordu.

Pirinç şarabı dolu sürahiyi eline aldı.

"Ne olmuş Prens'e?"

Sürahideki şarabı porselen bardağına yavaşça doldurdu.

"Sınırdaki Çin askerleri ile savaşmaları için sınıra asker yollamış."

Sürahiyi bıraktı Jongdae, adamın neler diyeceğini merak ediyordu.

"Ne olmuş asker yolladıysa?"

"Kral Oh öylece tahtında oturuyor. Bundan önce de Veliaht Prens'i Çin Prensesi ile evlenmesi için zorlamıştı.

Abimin oğlu sarayda hadım, ondan duyduğuma göre..."

Derin bir nefes çekti içine muhafız. Bir yandan da porselen bardağı dudaklarına yaklaştırmıştı.

"...Prenses'i Saray'dan yollamış. Kral Çin himayesine girmemizi isterken Veliaht Prens Çinlileri istemiyormuş."

Jongdae ağzındaki içeceği yutkundu. Porselen bardağı yuvarlak masaya bırakmıştı. Saatlerce bağdaş kurmuş vaziyette oturmak zor olsa da küçüklüğünden beri alışkındı.

"Kral iyice yaşlandı. Tahtı, Veliaht Prens'e devretmeli."

Aniden Rion ile göz göze geldi.

"Ne diyorsun be adam! Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?"

**********

Sabah güneşin açması mı daha güzeldi yoksa batan güneşin verdiği huzur mu? İnsan yorucu bir günle karşılaşacağını bile bile ister miydi güneşin açmasını?

Öleceğini bile bile yaşamak gibiydi bu. Her sabahın doğuşu gibi ardından gelen karanlık gece de vardı, her doğumun sonu ölüm olacağı gibi...

Peki ya nereden gelirdi bu çaba? Öleceğimizi bile bile neden bu kadar çok tutkuluydu bu insanoğlu? Cevap basit; daha refah içinde bir yaşam ölümü unuttururdu. Her gün daha mutlu olmak için çabalamaz mıyız? Her gün daha sağlıklı, leziz yemeklerle çevrelenmek, zenginlik ve güzellik için değil midir bu savaş?

OH Kingdom-Forbidden Love ➻ HunhanWhere stories live. Discover now