'Seni yanıltıyor. Sakın onun dediklerine düşme. Öfke doğru kullanıldığı taktirde dünyaları bile önüne serebilir. Yeter ki ona itaat etmeyi bil.'

İç sesim yüzünden beynim adeta patlama noktasına gelmişti. Neye ve kime inanmam gerektiğini bilemiyordum ve tanrım!

Başıma bir anda şimşek gibi bir ağrının saplanmasıyla ellerimi Daniel'in göğüsüne koyup aramızda biraz mesafe açmaya çalıştım.
Ancak Daniel buna izin vermedi.
Bu defa ellerimi kavrayarak göğüsünden indirdi ve ellerimi bırakmadı.

"Onu dinlememelisin, Kırmızılı." diye fısıldadığında gözlerim fal taşı gibi açıldı.

O...o benim düşüncelerimi nasıl bilebilirdi.

"Bunu nasıl?..." diyordum ki Daniel'in şakaklarıma değen sıcak dudaklarını hissettiğimde afallayıp kaldım.

Kalbim bu ufak dokunuş yüzünden delirmişti ve çılgınlar gibi çarpıyordu. Daniel'in dudakları ateşten bir hat çizerek şakaklarımdan yanağıma doğru ilerlediğindeyse tamamen nefessiz kalmıştım.
Onun o harika kokusu bedenimi bir anda çepeçevre sarmış beni yerime mıhlamıştı.

"Seni tanıyorum, Kırmızılı..." diye fısıldadı kulağıma doğru.

Nefesiyle saçımdaki birkaç küçük tel usulca uçuşmuştu.

"Kafandan neler geçtiğini ve kendinle nasıl çelişkiye düştüğünü iyi biliyorum. Ama bana inanmalısın. Sana hep doğruları söylerim çünkü..."

Onun bu sözleri beynimdeki herşeyi silmişti. Ve ona inanıyordum. Evet, belki benden sakladığı birçok sırrı vardı ve ben hiçbirini unutmamıştım- 'Seviye E' meselesi hâlâ büyük bir tabuydu mesela, ama zamanı geldiğinde onu da nasıl olsa öğrenecektim. Ayrıca Daniel bunu zamanından önce öğrenirsem tehlikeli olabileceğini söylemişti. Ve bende ona güveniyordum. Ona daima güvenirdim.

"Sana inanıyorum." diye mırıldandım boğuk çıkan sesimle.

Ardından da Daniel'e daha fazla direnmekten vazgeçtim ve beni kendine çekmesine izin verdim.
Böylelikle aramızda hiç bir mesafe kalmadı ve kafamı onun boynuyla omzu arasındaki boşluğa yasladım.
Tanrım, o gerçekten de harika kokuyordu ve onun belimi saran kollarını hissettikçe kalbim taklalar atıyordu. Artık bundan kesinlike emindim. Aramızdakiler değişmişti. Hemde oldukça...

Bir anda kulaklarımı dolduran yabancı bir öksürükle yerimden sıçradım ve Daniel'den ayrıldım. Ancak Daniel hâlâ belimdeki kollarını çekmemişti.

Kafamı kaldırıpta öksürüğün sahibine döndüğümde yanaklarımın yanmaya başladığını hissedebiliyordum.
Luther yine o yüzünde ki arsız sırıtışıyla bize bakıyordu.

"Çavuş sizi çağrıyor. Geciktiniz."

Daniel'e döndüğümde gri gözlerinin öfkeden koyulaştığını gördüm.

"Çavuşuna söyle geliyoruz." diye hırladı Daniel adeta.

Luther'sa çakmak çakmak gözleriyle bir Daniel'e bir bana bakıyor ve sırıtmaya devam ediyordu.

"Tamam o halde." diye şakıdı Luther.
"Gidip çavuşa Bay Steel'in çağrınızı umursamayacak kadar meşgul olduğunu söyleyeyim."

'Daniel'i tehtid etmek mi? Bu çocuk kafayı yemiş.'

Kesinlikle.

Daniel bir anda yerinden fırlayıp Luther'ın yakasına yapıştığında ne yapacağımı şaşırdım.

Daniel hızla Luther'ı karşı duvara savurdu ve bir anlığına yemin ederim oda sallandı.

"Beni tehtid mi ediyorsun Luke?"

UYANIŞWhere stories live. Discover now