Levi kadını dinlemeden merdivenlerden aşağı indi ve Erwin'i odalarında yalnız ve kafası karışık bir şekilde bıraktı.
-
Kasım akşamı için bile fazlasıyla soğuk bir kış gecesiydi. Ama uyumayı zorlaştıran yalnızca soğuk değildi; asıl mesele belirsizlikti, gariplikti... Sessizlikti.
Erwin yatakta uzanmış, yanındaki boş yatağa sessizce bakıyordu. Dışarıda uluyan rüzgârı dinliyor, içini kemiren huzursuzluğu susturmaya çalışıyordu. Hava, uzun ve karanlık bir günün habercisi gibi ağır ve uğursuzdu.
Saatler geçtikçe Erwin yerinden kıpırdamadı. Şöminenin karşısında, odunların etrafında dans eden alevleri izliyor, sönmelerine karşı gözünü üzerlerinden ayırmıyordu. Levi geri döndüğünde soğuk bir odayla karşılaşsın istemiyordu. Ayaklarının buz kesmesinden ne kadar nefret ettiğini iyi biliyordu.
Derin bir iç çekerek cebinden cep saatini çıkardı. Levi'ın dönüşünü hızlandıracak bir şey değildi belki ama saati kontrol etmek nedense kaygısını biraz da olsa hafifletiyordu.
Saat neredeyse sabahın üçüydü ve Levi hala gelmemişti. Erwin endişelenmeye başlamıştı. Saatini kaldırıp kenara koyduktan sonra yataktan kalktı, alevlere atmak için bir odun kütüğü aramaya başladı.
"Nerede olabilir?" diye mırıldandı kendi kendine. Gözlerini alevlere dikmiş, düzensiz desenler arasında adeta hipnotize olmuştu. "Acaba onu aramaya mı gitsem?"
Hayır. Bundan vazgeçeli çok olmuştu zaten. Levi'ın biraz zamana biraz da yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Onu parçalara ayıran adamla baş başa kalmaya zorlanmak kolay değildi elbette.
Bu düşünce kalbini sıcak bir bıçakla kesilmiş gibi yakarken hüzünlü bir gülümsemeyle mırıldandı. "Benimle aynı odada olmak onun için cehennem gibi olmalı."
Levi muhtemelen ondan nefret ediyordu. Ve haklıydı da... Erwin’in söylediklerinden sonra, yaptıklarından sonra... Levi mektuplarına bile yanıt vermemişti. Büyük ihtimalle açmadan çöpe atmıştı. Erwin onu bu yüzden suçlamıyordu.
Bu düşünce zihninde yer etti, orada kök saldı. Bir parazit gibi büyüyüp güvensizliklerinden beslendi. Erwin, Levi’a bunu sormayı delice istiyordu. Ama ya alacağı yanıta hazır değilse ya duymak istemediği o şeyi söylerse? Merakından daha büyük olan cevaba olan korkusuydu.
Cevabın gelme olasılığı başını döndürdü, midesini bulandırdı. "Yarın düşünürüm." dedi kendi kendine. "Şimdi uyumam lazım."
Belçika, Eylül 1918.
Duman ve kül. Koskoca kasabadan geriye kalan tek şey bunlardı.
Levi harabelerin arasından geçerken dirseklerinin üzerinde sürünüyordu. Sadece üç duvarı ayakta kalmış bir evi görünce ona doğru ilerledi ve içini kontrol etti. Ev boş ve güvenliydi, diğerlerini beklemek için uygundu.
Beklediği kişiler Jean ve Marcoydu. İki çocuğu saatler önce Armin ve diğerlerini bulmaları için göndermişti ama geri dönmemişlerdi. "Siktiğimin çocukları, bir işi de doğru düzgün yapamıyorsunuz." Ayağının dibinde yatan ölü adamın elinden aldığı sigarayı yakarken mırıldandı.
Ama "ölü" adam aslında ölmemişti. Bir sonraki anda ansızın Levi'ın boynuna atladı. Levi onu kolayca yere savurdu. Zayıftı. Ve genç. Fazla genç.
Levi geri çekildi, onu serbest bıraktı. "Defol buradan!" dedi silahını çocuğa doğrulup sert bir sesle. Karşısındaki çocuk Levi'ın anlamadığı Almanca bir şeyler bağırdı. “Hey! Kes sesini yoksa ikimizi de öldürecekler!” Silahının namlusuyla çocuğu itti. “Şimdi git yoksa seni gerçekten vururum.”
YOU ARE READING
1918 •Eruri•
Fanfictionİngiltere'de yıl 1918 ve savaş yeni bitmişti. Erwin bu savaşta bir kolunu kaybetmişti; Levi ise bundan biraz daha fazlasını kaybetmişti. Birbirlerini son görmelerinin üzerinden iki yıl geçmişti ancak Hange'nin onları tekrar bir araya getirmek için b...
