11

399 49 309
                                        

20 Aralık

Levi kahvaltısını bitirdiğinde duvardaki saat yediyi beş geçiyordu. Elleriyle kafasını tuttu. Dün gece olanların gerçekliğinden şüphe ediyordu. Her şey aklının oyunuydu, olmak zorundaydı. Erwin böyle bir şey yapmazdı ve Levi asla bu kadar saçmalamazdı. İmkansız, aptal.

Üçüncü bardağını içip aklında dolaşan anıları savuşturmak adına gözlerini kapattı. Erwin'in kahkahası kulaklarında çınlıyordu. Erwin'in söyledikleri, kendi sesindeki acizlik bozuk bir plaktan çıkıyormuşcasına kafasının içinde tekrar tekrar ediyordu. O kelimeleri yüksek sesle söylediğine inanmak istemiyordu. Suçu Hange'nin yaptığı salak damıtılmış alkole atmak istese de kendinden ve olanlardan kaçması korkaklık olurdu.

Levi iki parmağıyla şakaklarını ovuşturdu ve kendine yeni bir günün başladığını hatırlattı. Dün geceyi değiştiremezdi artık. Söylediklerini söylemiş, hissettiklerini hissetmişti. Ne kadar itiraf etmek istemese bile bu onu rahatlamış sayılırdı. Kafasındaki soru işaretleri biraz olsun azalmıştı en azından.

Levi, tatilden önceki son iş haftası için kendini hazır hissettiğinde oturduğu sandalyeden kalktı. Daha önce hiç bu kadar çok Noel'in gelmesi için sabırsızlanmamıştı. Şu an tek istediği Noel'in gelmesi ve işe gitmemek, Erwin ile yüzleşmemekti. Ayrıca emin olduğu bir şey vardı o da bir süre boyunca herhangi bara gitmek hatta görmek dahi istemeyeceğiydi.

Kapıdan çıktıktan sonra Erwin'in sabahları onu almaya gelince arabasını park ettiği yerin boş olduğunu gördü. Uyuyakalmış olduğunu düşündü. Birazdan geleceğine emin bir şekilde onu beklemeye başladı. Soğuk havaya rağmen kendini göstermeye devam eden güneşin ışıkları yüzüne vururken ellerini birbirine sürttü. Kafasını kaldırıp Erwin'in evinin penceresine baktı. Evine taşındığından beri Erwin'in geç kaldığını görmemişti. Hep aynı saatte onu burda beklerdi.

Levi gözlerini kapattı, Erwin geç kalmamıştı. Onsuz gitmişti. Kaçıyordu, yine.

Yoldan geçen ilk taksiyi durdurmak için kolunu sallarken içinden Erwin'e hakaretler ediyordu Levi.

-

Karargah o sabah oldukça sessizdi. Askerlerin çoğu evlerine dönmüşlerdi. O kadar boş ve kasvetliydi ki etraftaki noel süslemeleri olmasa, dışarıdaki yapraklarını dökmüş yaşlı ağaçların da verdiği havayla, buranın terkedilmiş olduğuna inanabilirdi dışarıdan gelen biri.

Levi aklını Erwin veya dün gece olan herhangi bir şeyden uzak tutmak için Furlan ve Isabel'in geleceğine odaklanmıştı. Alışveriş yapması gerekiyordu.

Erwin'in ofisinin önünde Hange ile karşılaştığında hala aklı yapması gereken alışveriş listesindeydi. O sabah Levi'ın ne kadar kötü görünüyorsa Hange'nin yüzü onunkinden kat ve kat daha kötüydü. Alışılmadık derecede uyuşuk bir sesle hiç gevezelik etmeden Hange ona Erwin'in bıraktığı bir görev listesini verdi. Ayrıca Erwin'in öğle arasına kadar gelmeyeceğini de söyledi. O kadar yıkılmış ve yorgun görünüyordu ki Levi'ın gözlerindeki hayal kırıklığını göremedi.

Hange'nin görev listesini özetlemesinin çoğunu dinlemedi. Onu dinleyemecek kadar kafası karman çormandı. Sabah artık gittiğine ya da azaldığına inandığı soru işaretleri çoğalarak artmıştı. Bu yüzden toparlanmayı ve Hange ile konuşma işini öğle arasına bıraktı.

Ama öğle vakti geldiğinde masada Hange de Levi da sessizdi. Ayrıca Moblit de yemekte yoktu.

"Bok gibi hissediyorum," dedi Hange ifadesiz bir şekilde. Bir elini boynuna destek verir gibi tutarken, diğer eli çorba kasesinin içinde bir kaşıkla amaçsız daireler çiziyordu. "Bana bir daha böyle içmemem gerektiğini hatırlat."

1918 •Eruri•Where stories live. Discover now