22

58 14 94
                                        

Ağustos 1916

Yazın son günleri Londra her zaman göz kamaştırırdı. Şehrin her bir köşesindeki panayırlardan gelen neşeli müzik şehri bir güneş ışığı misali aydınlatır parkta piknik yapanların arka fon müziği olurdu. Ancak bu yıl ne bir panayır vardı ne de piknik masaları. Herhangi bir mevsimin izi bile yoktu. Rengarenk yaprak tabakası ne kadar yakından bakarsanız bakın gri görünüyordu.

Yaz ortasında zaman donmuş gibiydi.

Erwin her gün doktorların hastaneyi en son Afrika'daki savaşta bu kadar kalabalık gördüğü hakkındaki şikayetlerini dinliyordu. Ancak yaralı askerlerin gece attıkları çığlıklar ve sevdiklerini kaybeden ailelerin ağlamalarının sesinin yanında bu şikayetler bir hiçti.

Erwin bir yerden ayrılmaya hiç bu kadar hevesli olmamıştı; Bir ay burda kalmak onun için yeterliydi ve gece gündüz demeden hastaneye yaralı askerler geldikçe başkalarının bu yataklara kendinden daha çok ihtiyacı olduğuna karar vermişti. Birkaç kez başhekimden izin istemişti ama Erwin'in yaraları sterilize edilmiş ve iyileşiyor gibi görünse bile adam her seferinde reddemişti. Ay sonu yaklaşırken Hange yine ziyarete gelmiş ve Erwin'in doktoruna Erwin'in bakımı için özel bakım talimatları vermişti. Bunlar neydi bilmiyordu Hange ona söylememişti, Erwin de sormamıştı.

Hange o gün, ilaç çantasını sakince kapatıp gitmek üzere toparlanırken "Yarın gidiyorum" demişti. "Birkaç gün sonra hastaneden çıkabileceksin. O zaman istediğini yapabilirsin."

Sesinde kin, gözlerinde yaş vardı. Ağzına kadar dolu olan bir bardak suya ve yanındaki zar zor dokunulan yiyeceğe bakarken dudakları biraz titremişti. Erwin'in yüzüne son bir kez bakmış, gözlerinin altındaki torbaları, zayıflıktan çukurlaşmış yanaklarını ve keskinleşen elmacık kemiklerini görünce ürperdikten sonra sessizce kapıya yönelmişti çıkmadan önce "Ne istersen onu yap ama burada kalıp kendine bunu yapmanı izleyecek değilim." demişti

Erwin konuşmamıştı ya da veda etmek için dönmemişti.

-

Taburcu olma günü yaklaştıkça Erwin'in endişesi artıyordu. Ayrılmak için oldukça hevesli olmasına rağmen hastane birdenbire diğer seçeneklere karşılaştırıldığında kalınması en güvenli yerlerden biriydi. Hastaneden ayrılmak artık hatırlamak istemediği anılarla dolu bir yere dönmek anlamına geliyordu. Her köşenin her detayın ona eskiden olduğu adamı, daha fazla değer vermesi gerektiğini öğrendiği bir zamanı hatırlatıldığı bir yer. Pişmanlık duymadan yaşayan Levi'ın aksine Erwin hayatı boyunca verdiği her kararı sorgulamış ve her kararının doğru olduğuna tam karar verene kadar tahmini sonuçları gözden geçirmişti.

Daha karlı bir sonuca ulaşmak için.

Erwin'in kararlarında temel aldığı etik her zaman bu olmuştu. Bunu öğrenciyken akıl hocasından öğrenmişti. Ama akıl hocası Pixis'in aksine Erwin tarihin basamaklarında takılmış, kendisi ve bencilliği dışında herkes tarafından unutulmuştu.

Karar verme anı geldiğinde Erwin en karlı sonucu seçmemişti. Kalbini seçmiş ve tek bir kişi uğruna yüzlerce insanı feda etmişti: kendisini seçmişti. Levi yaşadığı sürece Erwin de yaşayacaktı, en azından ruhu, ya da o öyle olduğuna inanıyordu. Öngöremediği şeyse hayatta kalacağı ve suçluluk duygusuyla yaşamak zorunda kalacağıydı.

İşte şimdi o noktaydı; yalnızdı, pişmandı ve unutulmuştu. Tarih kendini yazmaya devam ediyordu ve yazılan tarihte ona ait bir toz tanesi bile yoktu.

Pixis'in ona uğruna savaşmayı öğrettiği şey bu değildiyse o zaman onu her şeyi riske attırtan şey neydi? Levi'ı bile riske atmasını sağlayan şey neydi?

1918 •Eruri•Where stories live. Discover now