7

367 62 393
                                        

Londra, Mart, 1909

Levi farkına bile varmadan ılık rüzgarıyla mart ayı gelmiş, geçiyordu bile. Havalar biraz daha ısındığında şehrin; bilmediği, tehlikeden uzak, sakin sokaklarında gezmek istiyordu. Gezinmeyi seviyordu, hep sevmişti. Ama şimdi şehir ona çok farklı geliyordu. Cumartesi akşamları yatmadan önce karargahın önündeki banklardan birine oturup yıldızları izliyordu mesela. Binaların üzerinde çiseleyen ışık, şehre tuhaf, tüyler ürpertici bir çekicilik kazandırıyordu.

Levi'ın ilk görevinin üzerinden bir ay geçmişti. O zamana kadar Levi yeni ekibine ve günlük programına alışmıştı. Sabahları antrenman yapıyor, antrenman bitişinde yemekhaneye gidip Hange ile kahvaltı yapıyordu. Öğleden sonraları genelde çok meşgul oluyordu ama meşgul olmadığı zamanlarda Erwin'e yardım ediyordu. Bazen hava kararana kadar sessizce çalışıyorlardı ama genelde Levi artık mola vermek istediği hakkında yakınır, en azından çay içecek kadar mola vermelerini isterdi. Erwin ise yine ve yine reddederdi.

Bu sakin rutinindeki sakin olmayan tek şey Cuma geceleriydi. Erwin'in ona verdiği derslerden sonra gizlice karargahtan ayrılır bulduğu o İrlanda barında bir bira içip kavga hakkında bahis oynardı. Genelde sadece izliyordu ama bazen kendisi de arenaya çıkıyordu.

Öğleden sonra yemekhaneye gittiğinde  Erwin ve Hange'i aynı masada bir şeyler fısıldaştıklarını gördü. Yemek sırasının ona gelmesini beklerken onları izledi. Özel bir şey konuşuyor gibilerdi. Yemeğini alınca durdu, onların yanına oturması doğru olur muydu? Belki de öylesine bir şey konuşuyorlardı. Ne de olsa Hange, Erwin yaralanmadan önce hep onunla yemek yediğinden bahsetmişti.

Elindeki yemek dolu tepsiyle dikilmeye devam etti.

Masada, Erwin ve Hange dışarıdan görünenin aksine önemli bir şey konuşmuyorlardı, tartışıyorlardı.

"Ya bak dinle beni. Dik durabiliyorum, oturabiliyorum ve yürüyebiliyorum. Yani dışarı çıkabilirim! "

"Oturmanda sorun yok ama bırak bara gitmeyi, sokaklarda yürümene bile izin veremem." diye itiraz etti Hange. "Ayrıca, kutlanacak bir şey yok."

"Nasıl bir şey yok? Görevimizde kimse ölmedi, bu bir ilk. Ve ben yaralandığımda benim yerime geçip takımı canlı kurtardın, adamı yakaladın! Takımın geri kalanının senin ne kadar harika bir lider olduğunu bildiğimi bilmelerini istiyorum!"

"Ah, dur, bunu duygulanayım ve sana kızmayı bırakayım diye böyle söylüyorsun."

"Hayır bu doğru. Diğerlerine de sor herkes hemfikir olacaktır.” ısrar etti. "Ayrıca beraber içmek takımın kaynaşmasını sağlar. Çoğu birbirini tanımıyor bile!"

"Sen çok içen biri sayılmazsın..." diye mırıldandı Hange, sonra elini ensesine götürerek endişeyle kaşıdı. "Bilmiyorum Erwin. Nanaba ve bizimkilerin geleceğine eminim ama ya diğerleri? Ekibimiz çok coşkulu bir grup gibi görünmüyor. Ayrıca çoğu içmeyi ve sosyalleşmeyi sever gibi durmuyor. Özellikle Levi."

Erwin iç çekti, planının işe yaramayacağını anladıktan sonra söylediğine pişman oldu. "Muhtemelen haklısın…"

Bu noktada Levi kararını vermiş ve onlarla oturmak için masaya doğru yürüyordu. Levi'ı görünce hızlıca konuyu değiştirdiler ve ona döndüler.

"Hey!" dedi Hange enerjik bir sesle.

"Selam Levi." Erwin resmi bir şekilde selamladı.

Levi ikisinin karşısına oturup yemeye başlarken onlara tek kaşını kaldırdı. "Siz ikiniz koca karılar gibi ne konuşuyorunuz?" diye alay etti.

1918 •Eruri•Where stories live. Discover now