15

272 36 254
                                        

Sina, Mısır

Öğle sonrası güneş yarımadanın üzerinde acımasızca parlıyordu. Kızıl parıltısı, günlerdir ayakta duran askerleri kör ediyordu. Esen rüzgar sadece kum tepeciklerini dalgalandırmaya ve palmiyelerin yapraklarını hayal meyal sallandırmaya yetiyordu.

Süveyş Kanalı'nın kıyısındak yüksek kumulun arkasındaki Erwin, adamlarıyla birlikte sessizce bekliyordu. Levi da yanında diz çökmüştü.

Erwin alnındaki teri silerken düşman piyadelerinin İngiliz ordusunun ilk hattına karşı çarpışmasını izliyordu. Her iki taraftaki askerler de dikenli tellere hapsolmuş, vücutları çapraz ateşin kurşunlarına maruz kalırken birer birer sinekler gibi bir örümcek ağına düşmüştü.

"Erwin..." dedi Levi tüfeğini sıkıca tutarken. Vereceği emri bekliyordu.

"Henüz değil." diye fısıldadı Erwin.

Sonra yüksek bir ses duyuldu. Mayınların düşmanın ayaklarının altında patlamasının ardından ikisi de gözlerini ve kulaklarını kapattılar. Son Osmanlı askerleri de havaya uçmuş oldu böylelikle.

"İleri!" Erwin'in sesi kum tepelerinde yankılandı. Sağlam adımlarla öne doğru koştu. Kalbi kalın bir duman perdesi arasından görünmez bir düşmana huzursuzca ateş eden silahının ritmiyle çarpıyordu.

Mayınlardan çıkan duman bulutu dağıldıktan sonra, kahrengi bir bulut halinde üstlerine koşan bir dolu adam tüfekleriyle İngiliz ordusuna saldırdı.

Yakından Erwin askerlerin yüzlerini açıkça görebiliyordu. Öfkeden kıpkırmızı olmuş ve kavurucu güneşin altında uzun saatler boyunca kaldıklarından dolayı terden sırılsıklamlardı. Kendi adamlarının yüzüyle aynıydı.

Ama Erwin geri çekilmeyecekti. Şimdi çekilemezdi. Geri dönemeyecek kadar çok arazi kazanmışlardı. Devam etmek onun tek seçeneğiydi.

Osmanlı askerleri yanlarına Alman topçusu yüklediler ve makineli tüfeklerle ilk saldırıya başladılar. Mermiler bir dizi devam eden patlamada kum tepelerini deldi; askerin gözlerine kum sıçradı ama devam ettiler.

Kıstığı gözleriyle askerlerinin düşüşünü izledi. Makineli tüfeklerin sürekli "tat-tat"ı kulaklarında yankılanması dizlerini zayıflattı. Yerdeki cesetlere bakmadan yürümeye devam etti.

Çok yakınlardı.

Keşke daha hızlı koşabilseydim, diye düşündü. Keşke o makineli tüfeklerden kurtulabilseydi.

Başka bir Osmanlı askeri dalgası onlara doğru geliyordu ve Erwin tetiğe bastı. Onları indirebilirim, diye düşündü. Koşmaya devam ederken önündeki adamları çabucak saymaya çalıştı.

Tekrar saydı. "Sekiz" onun için kolay sayılırdı. Onları alt edebilirim. Onları öldürebilirim... ama o lanet makineli tüfekler...

"Levi!" Onu seslendi arkasına doğru bir bakış atarken. Levi'ın, emirlerini anlaması için tam bir cümle kurmasına gerek olmadığını biliyordu.

Kum tepesini hızla aşağı indiren Levi ve Erwin, asker hattına ateş açtılar. Adamlar teker teker kum tepelerinden aşağı yuvarlandı. Erwin ateş etmeye devam ederken, Levi düşman hattından geçmek için bir açıklık arıyordu. Adımları, çizmelerini çeken sıcak kumlardan dolayı yavaşlamıştı. Yine de bu, bir sonraki asker hattını devirmek için kum tepesine tırmanmasını ve makineli tüfeğe doğru ilerlemesini engellemedi. Erwin onun gri-kahverengi duman bulutunun arkasında kaybolmasını izledi ve midesi kasıldı. Ama şu an duygularla düşünme zamanı değildi. Devam etmeliydi.

1918 •Eruri•Where stories live. Discover now