Elimdeki camlar tekrar yere düşerken ayağa kalktım. Gözlerime bir sis çöktü. İçimden gerçekten bir şeyler uğurluyordum. 

"O eski tanıdık...kim?" Düşündüğüm şey olmasın. Lütfen olmasın. Lütfen düşündüğüm...

Sert sesiyle tek hamlede "Babam." dedi. O kelime keskin bir bıçak olup tam kalbime isabet etti. Tesadüf olabilir miydi? Yalvarırım bir tesadüften öteye gidemesin. Ruhumun acısı sesime yansırken "Kaç yaşındaydın?" diye sordum. Beş yaşlarında olma, lütfen...

"Büyük ihtimalle dört ya da beş. Neden soruyorsun Asya?" Ve ikinci bıçak da aynı yere saplandı. Bazen nefes alamazsınız ya, içinizden bir rüzgar eser, göğüs kafesiniz birbirine kenetlenir... Yutkunamazsınız.

(Buradan itibaren multimediadaki Aydilge- Sorma şarkısını açarak okuyun.)

Gözlerim akmak için izin isteyen gözyaşlarıyla dolduğunda derin bir nefes bıraktım dışarıya. Başımı pencereye çevirdim. Yağmur başlamış, su taneleri cama vurmaya hazır hale gelmişti. Gökyüzü kara bulutlarla kaplanıyordu. İçimdeki fırtınanın dışa vurumuydu bu. Yirmi bir yaşındaydım ben. Kayıp çocukluğumu saymazsak, beş yıl eksilirse on altı yıl kalıyordu bana. Saçma hatalarım oldu herkes gibi. Dünyalarca sorunu sırtımda saklıyordum. Ama bu... Saklayamam, kendini belli eden kış güneşine benziyor. Hapsedemem ruhuma, tüm kilitleri kıracak kadar güçlü. Öldüremem, ölü başlayan bir hikaye çünkü. Bu acıya alışamam, baş rolünde sevdiğim adam varken. Bir kitabın olmayan sonu gibiydi; ne olacağı meçhul. Sadece varlığını belli edercesine acıtıyordu canımı. Kim derdi ki tatlı bir reçel zehirleyecekti bir sabah beni? Kim derdi ki bir anı ayna tutacak olmayan çocukluğuma? Peki ya ben? Ben nereden bilebilirdim o uçurumdaki karşılaşmanın öylesine bir rastlantı olmadığını?

"Asya, sen iyi misin?" Baran'ın ela gözlerine baktım. Uzun uzun seyrettim herkesi kıskandıracak güzel yüzünü; bir daha hiç göremeyecekmişim gibi. Veda eder gibi. Onu ruhumdan uğurlar gibi. "Esma'yı ara. Anahtarı kapının yanına bırakacağım. Bir kaç gün buralarda olmayacağım. Seninle kalsın." dedim zorlukla konuşarak. Kaşlarını çattı. Cevaplarımı bulunca geleceğim sırdaşım, seni sevmeye devam edeceğim kehribar saçlım. 

"Nereye gidiyorsun?" Kahretsin! Daha fazla konuşma Baran Andaç. Gitmemi zorlaştırıyorsun. "Esma'yı aramayı unutma." dedim sorusunu es geçip. Eski umursamaz haline bürünüp "Tamam." dedi. Odama gidip küçük bir çanta hazırladım. Babamın ölmeden önce verdiği, zamanı gelince açmamı söylediği şirketteki odasının anahtarını cebime attım. O odada bir şeyler vardı. Hissediyordum. Çantanın fermuarını kapatıp odadan çıktım. Oturma odasının kapısında durdum. Yerdeki reçel ve cam parçalarına bakarken "Esma burayı temizler. Her neyse, hoşça kal." dedim. Baran'ın yüzüne bakamıyordum. "Hoşça kal." dedi o da benim gibi. Kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Anahtarı kapının yanına bıraktım ve asansöre bindim. Kelebeğim kehribar saçlımın yanında kalmayı tercih etmişti. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatıyordu. Saçlarım ruhum gibi darmadağındı. Acı yakıcı bir ateş topuna dönmüş, yüreğime düşmüştü. Canım acımıyor, adeta yanıyordu.

Asansör kapıları açılınca hiç beklemeden çıktım. Apartman kapısını da arkamda bırakırken içimde veda ettiğim şeyin Asya Toprak olduğunu anladım. Bir ses, buraya döndüğümde eski benliğimin üstüne toprak atmış olacağımı söylüyordu. Arabama bir bakış attım. Yürümek istiyordum. Yağmuru hissetmek, yangınımı söndürmek istiyordum. Fazla yavaş yürüyordu. Yağmur gözyaşlarımı saklayan bir sırdaş olmuştu. Tıpkı Baran gibi. O gökyüzüydü değil mi? Siyah bulutları olan karanlık bir gökyüzüydü. Siyahını bana da bulaştırmıştı. Kimdim ben? Asya Toprak aslında kimdi? Çocukluğumdan çalınan beş yıl neredeydi? Baran'ın anıları neden bana verilmişti? Kahretsin! Ben kimdim? Baran kimdi? Issız sokağa baktım. Benden başka kimse yoktu. Daha fazla dayanamadığımda tiz bir çığlık koptu boğazımdan. Kaldırım taşına oturup başımı ellerimin arasına aldım. Gücüm kalmamıştı. Ben sıradan bir kızdım. Sırlara, oyunlara direnecek biri değildim. Nasıl bu hale gelmiştim? Büyümeyi ısrarla isteyen bir kızdım. Acılar incitemezdi büyümek isteyen yanımı. Zaman denen ilaçla ortak olup büyütmüştü beni acı. Acizlerin güçsüzlük bahanesiydi. Benimse büyümek isteyen tarafımın tek arkadaşıydı. Neden büyüdüm ben? Büyümek isterken ne düşünüyordum? Kafamı gökyüzüne kaldırıp gözlerimi sımsıkı yumdum. Soğuğu hissedemeyecek kadar yanıyordum. İnanmak istemediğim gerçekler benimle tanışmaya can atıyordu. Başımı eğdim. Baran'ın yağmurları yine üzerime yağmıştı. Bir sözü ile cesede dönmüştüm. Bir süre sonra önümde beliren siyah botlarla yorgun gözlerimi yukarı çevirdim. Selim kaşlarını çatmış bana tepeden bakıyordu. Kollarımdan tutup ayağa kalkmamı sağladı. "Ne oldu sana böyle?" diye sorduğunda hıçkırarak göğsüne kapandım. Kollarını titreyen bedenime sardı. "Yardım et bana." dedim acıyla.

"Yalvarırım bana yardım et. Beni bu dipsiz kuyudan çıkar...Yardım et."  

Merhaba umarım bölüm hoşunuza gitmiştir. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Görüşmek üzere. :) 

SİYAHIMWhere stories live. Discover now