Kardeşim benim umut dolu konuşmam karşısında gülümsedi. Abim artık benim ailemden geriye kalan tek kişiydi. Ona bakarken gözlerimden akan yaşları hissediyordum. Bu yaşlar bir türlü bitmiyordu. 

Bir kolu hala omzumdaydı. Diğer elindeki bardağından bir yudum aldı. "Bunu yapabilmen için onunla vakit geçirmen gerekir. Oysa o sakatlığı bahanesiyle sayfiye evinde saklanıyor."

O evi ve sahip olduğu muhteşem bahçesini hatırlıyordum. Orada saklanırken geçmişin anılarıyla mı kendini avutuyordu acaba? İstediği kadar orada saklanabilirdi. Onu bulmak için elimden geleni yapacaktım. Pes etmek aklımda bile yoktu. Asla peşini bırakmayacaktım. 

"Ed," dedim onu nasıl ikna edeceğimi düşünerek. "Onun yanına gitmeliyim."

"Seni kovacaktır."

"İstediği kadar kovabilir," dedim kendimden emin bir tavırla. "Ed seni de seviyorum ama o benim ruh eşim. O benim yaşama sebebim. Ne olursa olsun onun yanına gitmeliyim. Senin bir şeyler düşüneceğini biliyorum. Bana yardım et."

Edward pes edercesine omuzlarını düşürdü. Artık boş olan bardağını sehpanın üzerine bıraktı. "Bak şöyle yapalım Helena. Artık bir şey düşünemeyecek kadar yorgunum. Dinlenelim. Sabah olduğunda tüm bu gördüklerim rüya değilse sana yardım edeceğim."

İtiraz etmek için dudaklarımı araladım ama hemen kendimi tuttum. Gerçekten söylediği kadar yorgun görünüyordu ve içtiği miktarı bilmememe rağmen hala bu yaşadıklarını rüya olduğunu düşünüyor olabilirdi. Madem dinlenmek istiyordu, seve seve bir gece daha bekleyebilirdim. 

 Gece uyuyabileceğimi sanmıyordum. Yine de ona itiraz etmeden başımı salladım. "Haklısın Ed. Sanırım uyku ikimizi de iyi gelecek."

 Odadan çıkmadan önce uzanıp elimi tuttu. Gözlerinde yalvaran bir bakış vardı. "Bunun bir rüya olmadığına eminsin değil mi?" diye sordu bir çocuk gibi. Yalnız bir adam gibi. "Sen gittikten sonra o kadar gerçekçi rüyalar gördüm ki artık ne gerçek ne rüya bilmiyorum."

Uzanıp elimi yanağına koydum. Yeni çıkmaya başlayan sakalları avuç içimi gıdıkladı. Sanırım onu en iyi ben anlayabilirdim. Diğer elimle elini sıkıca tuttum. Yüzümde sıcak bir gülümseme vardı.

"Merak etme sabah kahvaltı odasında karşında oturuyor olacağım," derken samimiydim. Bunca zorluğu aşıp geldikten sonra benden kolaylıkla kurtulamayacağını zamanla anlayacaktı. 

Edward odama kadar eşlik etmek istedi ama ona kendim bulabileceğimi söyledim. Evin sahibi olduğu için onun odası benimkinden uzaktaydı. Biraz daha ayakta kalmasını istemiyordum. Ölümün acısı sadece Charles'ı etkilememişti. Edward'dan da çok şey götürmüştü.

Koridorda yürümek hem güzel hem de korkutucuydu. Güzeldi çünkü burada kendimi gerçekten evimde hissediyordum. Korkutucuydu çünkü bende Ed gibi bunun bir rüya olmasından endişeleniyordum. 

Eğer bir gün uyanır da yine modern zamanda bulursam kendimi asla dayanamazdım. Ben oraya ait değildim. Ait olduğum yer Charles'ın yanıydı.

Odamın kapısı evin diğer kapılarına göre değişmemiş gibi duruyordu. Uzanıp ürkek bir ruh haliyle kapıyı araladım. Elimdeki mum dışında ışık kaynağı yoktu. Yine de odamın benim bıraktığım gibi durduğunu gördüm. 

Yazı masam sanki daha yeni kalkmışım gibi sandalyesi çekilmiş halde duruyordu. Masanın üzerinde boş sayfası açık halde duruyordu. Tüy kalemin ucundaki mürekkep kurumuştu. Gözlerim yatağa kaydığında en son kullandığım yatak örtüsü olduğunu gördüm. 

Her şey ben gitmeden önce nasılsa hala öyle duruyordu. 

Bu gözlerimin daha da yaşarmasına neden oldu. Edward evi yenilemişti ama biricik kız kardeşinin anısına dokunmamıştı. Geri gelmenin doğru bir karar olduğuna daha da emin olmuştum. 

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now