50 | final

658 80 210
                                    

satoru, ayakları yere bastığı anda new york'tan nefret etmişti. sevgilisini bu şehre kaybettiği hissini içinden atamıyor, yine de suguru'ya çaktırmamak için elinden geleni yapıyordu. üstelik uçuşun etkisini üzerine atamadığından berbat hissediyordu, öyle gözüktüğüne de emindi. tabii bunu yalnızca sevgilisi fark edebilirdi. yanında sakince yürüyen bu adama baktığında onun yüzünde de memnun bir ifade olmadığını fark etti, melankolik bir şekilde önüne bakıyordu. üstündeki bakışları hissettiğinde başını satoru'ya çevirdi ve yorgunluğun her karışına işlediği o güzel suratında ilk defa bir gülümseme peyda oldu.

o yanımda olduğu sürece sanırım bu şehri sevebilirim, ikisinin de aklındaki düşünce buydu. suguru'nun eski dairesine olan yolları boyunca pek bir şey konuşmadılar. metrodaki curcuna satoru'nun sinirlerini bozmuştu, kimse kendileri dışındaki dünyayı umursamıyor gibiydi. yine de insanların kişiliklerini dışarı yansıtma konusundaki cesaretlerinden etkilenmişti, bunu kabullenmek de zor olduğundan eski bir alışkanlıkla tırnaklarını avcuna geçirmişti. bu alışkanlığın varlığından bir haber olan suguru daha sonda kanayan elini gördüğünde çok endişelenmişti.

daire ise hepsinden daha iç karartıcıydı. güneş almıyordu, zaten güneş bu şehri sıyırıp geçiyor gibiydi sanki, dağınıktı, boğucuydu. baktığı hiçbir köşede suguru'yu göremiyordu. sanki gelip geçici bir misafir vardı, satoru'ya tamamen yabancı biri, ve burada biraz takılıp gitmişti. sevgilisinin son bir senesini böyle bir yerde geçirdiğini görünce daha önce ne kadar beterlerinde kalmış olabileceğini düşündü. daha sonra masanın üstünde solup gitmiş beyaz kamelyaları gördü, onlara diktiği bakışları gören siyah saçlı adam pişman bir ifadeyle bakmıştı suratına. o gözlerin hatrına hiçbir şeyi yargılamamak için söz verdi kendine satoru.

bol bol uyuyup yemek yedikleri ve yataktan bile çıkmadıkları bir günün ardından iyice enerji depolamışlardı. suguru'nun zaten kovulduğu işinden resmi olarak çıkışını yaptılar. sevgilisinin aksanının ne kadar gelişmiş olduğunu fark eden satoru, daha sonra bunu kullanacağını belirten bir şaka yaptı. çevredeki insanlar dillerini anlamasa da kızaran sevgilisi kafasına şaplağı geçirdiğinde kendi kendine gülmeye başladı. ev sahibiyle konuşmaya gitmeden önce bir yerde oturup yemek yemeye karar verdiler.

"tokyo'dan o kadar da farklı değil, değil mi?" demişti sevgilisi yüzünde buruk bir gülümsemeyle.

"değil ama aynı zamanda öyle de... bilemiyorum. sevmedim. daha sevilesi bir eyalete gidemez miydin?" dudaklarını büzmüştü satoru, memnuniyetsizliği suratından okunuyordu.

"yanımda sen olmadıktan sonra hiçbir şey sevilesi olmuyor." diye cevaplamıştı onu suguru.

yemekten sonra ev sahibine gidip suguru'nun depozitosunu da geri almışlardı. epey iş hallettikleri o günün sonunda hiçbir yeri gezememiş olarak eve döndüklerinde ise eşyaları toparlamaya başladılar. sonuçta kendi evine geri dönüyor olduğundan suguru'nun artık ihtiyacı olmayan eşyaları ayırıyorlardı, saçlarını ensesinden topuz yapmış adam onlara ihtiyacı olabilecek tanıdıkları olduğunu söylemişti. satoru bir süre sonra durup sevdiği adamın hareketlerini incelemeye başlamıştı. eşyaları toparlarken evin içinde gezinip duran adamın yüzünde rahatsız bir ifade vardı ve satoru bundan nefret etti. evet, burayı o da sevmemişti ama sevgilisinin nefret ede ede böyle yerlerde geçirdiği yıllar sinirlerine dokunuyordu.

"satoru, öyle boş boş oturmak için mi geldin benimle?" diye söylendi uzun zamandır kıpırdamadığını fark eden suguru, sevdiğine bakarken gözleri ışıldıyordu.

"seni izlemek daha keyifli geldi. şu kaslara bak maşallah. sıcakladıysan üstünü çıkarıp devam edebilirsin."

"aşkım en sonunda kesip kopartacağım seninkini, olur olmadık yerlerde yükselemeyeceksin." onun hizasına eğilmişti suguru, direkt olarak gözlerine bakıyordu.

nihilist | satosuguWhere stories live. Discover now