29

939 126 72
                                    

hastanelerden nefret etmek kolaydı, eğer orada bulunma sebebiniz bir bebeğin dünyaya gelişi değilse. lunaparkları sevmek de kolaydı, eğer gecenin bir vakti terkedilmiş bir tanesine gitmediyseniz. ancak söz konusu havaalanları olduğunda ne hissetmesi gerektiğini bilemiyordu insan. bir yanda ailesinden ayrılacağı için ağlayan genç bir kız, diğer yanda tatile gideceği için hoplayıp zıplayan minik bir çocuk. gözlerindeki bakış bomboş olsa da dik durmaya çalışan bir adam, kim bilir ne için nereye gidiyordu?

ilk gidişinde buradan nefret etmişti suguru. vedalaşacak kimsesi yoktu, vedalaşmaya gücü de yoktu. ailesine mızıldanıp duran küçük çocuğun burnunu karıştırışını izlemek zorunda kaldığında onu boğazlama dürtüsüyle zar zor başa çıkabilmişti. içimdeki hırsın nedeni başka, diyordu kendi kendisine, yöneltmem gereken yere yöneltmeliyim. bu yüzden belki hiç değişmemişti, belki hep nefret etmişti bu iğrenç insanlardan ama içinde tutmayı başarabildiği için iyi bir insan olarak tanımlanmıştı dışarıdan.

iç çekerek saate baktı suguru. 20.31

uçuşunun kapı açılışının kaçta olduğunu kontrol etmek için kafasını çevirdiğinde büyük bir hızla ona koşan figürü görebilmişti. güçlü kollar bedenine dolanıp adeta nefesini kesmek istermiş gibi onu sıkıştırmaya başladığında ne düşünmesi gerektiğini bilemiyordu. afallamış hâldeydi. burada olduğundan kimseye bahsetmemişti, nasıl gelip de onu bulmayı başarabilmişti bu adam? fazla düşünmedi, sarılmaya aynen karşılık verdi

"salak herif!" satoru'nun geri çekilir çekilmez bağırması birkaç gözün üstlerine çevrilmesine neden olmuştu. "yine beni bırakıp gidecektin değil mi? ev bakmak falan hep bahaneydi, kalmaya niyetin yoktu. işte bu yüzden sinir oluyorum sana, gideceksen adam gibi söyle lan. niye umutlandırıyorsun insanı?" uzun zaman sonra ilk defa duygusuz çıkmayan sesini az da olsa kontrol edebilen satoru, nefes almadan konuşuyordu.

"satoru-"

"telefonuna neden bakmıyorsun be adam? öyle bir mesaj yazıp kaybolmak akıl kârı mı? aklım çıktı burada!" satoru'nun neyden bahsettiğini anlaması uzun sürdü.

"özür dilerim, düşünemedim." telefonunu çıkarıp gelen bir dolu bildirimi gördüğünde shoko'ya hızlıca iyi olduğunu yazdı.

"ne zaman düşündün ki?"

"satoru, bir saniye sakin olur musun? bir yere gittiğim yok." satoru'nun tekrar makineli tüfek gibi saydırmaya başlayacağını fark ettiğinde araya girdi suguru. en sakin ses tonunu kullanmıştı, bunun satoru üzerindeki etkisini biliyordu çünkü. derin bir nefes alsa da gözlerindeki öfke soğumadı beyaz saçlı adamın.

"karşında geri zekâlı mı var senin?"

buna cevaben içinden geçeni söylerse olabileceklerden korktu suguru. "bak, valizim bile yok. anlık bir uçuş buldum, halletmem gereken işler var. kiracımla konuşmam gerek, bir ton param var orada. işlerimi halledip dönecektim hemen. shoko'ya yazdıklarımda bir şey ima etmeye çalışmamıştım, tekrar okuduğumda fark ettim. özür dilerim, cidden."

"sana bir şey oldu sandım." sonunda siniri geçmiş, titrek bir sesle konuşmuştu satoru.

"üzgünüm, boşuna buralara kadar geldin ve korktun."

"boşuna değil." dedikten sonra suguru'nun şok içindeki ifadesine aldırış etmeden bileğini tuttu satoru onun, tuttuğu yerin acıyor olabileceğini fark ettiğinde elini onunkine doğru kaydırdı ve elini kavradı sıkı sıkı. sözüne mi, elini tutmasına mı şaşıracağını bilemeyen suguru, şok içinde karşısındaki adama bakıyordu. "hiçbir yere gitmiyorsun. halledilecek işlerin varsa sonra hallederiz. eve gidiyoruz."

eve gidiyoruz.

suguru'nun bir evi var mıydı ki? bir yere karşı böyle bir sıcaklık hissetmeyeli epey olmuştu. aitlik hissi aynı çocukluk yıllarındaki gibi yabancılaşmıştı onun için. nereyi kastetmişti satoru? son gittiğinde, eskiden birlikte yaşadıkları o yer evi gibi hissettirmemişti ki suguru'ya. peki neden şimdi, sanki oraya ilk defa gidiyormuş gibi heyecanlı ve oranın evi olduğu iması yapıldığı için böylesine mutluydu?

itiraz etmedi. etmek istememesi bir yana, satoru'nun o an edeceği her itirazı geri püskürteceğinden emindi ve biraz korkmadığını söylese yalan olurdu. sevdiğinin onu evlerine götürmek üzere peşinde sürüklemesine izin verdi. arabaya bindirildi, çocuk gibi kemeri kontrol edildi, aç olup olmadığı soruldu. tüm bunlar olurken arabayı süren satoru, sanki hayatındaki tüm kötülüklerin sorumlusu tuttuğu direksiyonmuş gibi hırsla sıkıyordu onu. çenesini de aynı şekilde sıkıyor olması, hâlâ bağırıp çağırmayı istediğini ama kendini tuttuğunu belli ediyordu.

suguru kendini tutamayıp gülmeye başladı.

"lan neye gülüyorsun?" satoru gözlerindeki delirmiş bakışları dikiz aynasından ona yöneltirken sordu.

"pardon," gülüşünü durdurmaya çalışsa da başaramadı suguru. "rolleri değiştirmişiz gibi hissettim." tekrar gülmeye başladı, bir çeşit sinir boşalması yaşadığı belli de olsa içten içe onun gülüşünü ne kadar özlediğini fark etti satoru. "çok özlemişim böyle olmayı."

"sen cidden aptalsın." satoru da kendini tutamayıp güldü. buradan sonra ne yapacaklarını ikisi de bilmiyordu. toparlanabilirler miydi? ikisi de emin değildi ama omuzlarından kalkmış bir yük olduğunu hissetmiş, hafiflemiş ve deli gibi gülmeye başlamışlardı.

nihilist | satosuguWhere stories live. Discover now