33

787 96 104
                                    

o sabah ilk uyanan satoru olmuştu. kabussuz bir geceydi, yine de geçmişi düşlediğinden buruk uyanmıştı. burnuna dolan alışılageldik koku, satoru o hissi bilmese de, bir pazar sabahı uyandığınızda annenizin en sevdiğiniz şeyi hazırladığını fark ettiğinizdeki kokuyla aynı hissi veriyordu. uzun zamandır ilk defa uzun ve deliksiz bir gece uykusu çekmişti, oteldeki diğer gece sayılmazsa. o gece zaten kendini otel odasında bulması bile epey zaman almıştı, sonrasında da uykuya dalmanın kaçınılmaz olacağı kadar çok yorulmuştu.

suguru'yu seyrederken ne hissettiğini bilmiyordu satoru. o kadar çok duyguyu aynı anda iliklerine kadar hissediyordu ki göğsünde bir uyuşukluğun oluşmaya başladığını fark etti. o kadar yoğun bir sevgi besliyordu ki canı yanıyordu, o kadar çok arzu duyuyordu ki irade savaşından bitap düşmüştü ve o kadar çok özlemişti ki içinde tarifi imkansız bir huzur da baş göstermişti. sahip olduğum her şeyi alıp seninle geçmeyen yıllarımı geri verseler keşke, diye düşünüyordu.

ellerini güzel sevdiğinin çehresinde gezdirmek istiyordu, bir o kadar da yumruklamak istiyordu bu adamın suratını. duygularının çelişkisi beyaz saçlı adamı içinden çıkılamaz bir karmaşaya sürüklüyor, o da kendini yalnızca akıntıya bırakıveriyordu. burnuna dolan kokularla verdiği kararların doğruluğunu sorgulayanayacak kadar sarhoş hâldeydi.

suguru'nun göz kapakları yavaşça aralandı. küçük bir an için o eski, huzurlu günlerinde olduğunu sanarak açtı gözlerini. hiç gitmediği bir başka evrende uyanmış gibi hissediyordu. bunun gerçek olmasını dilerken kalbinin acıdığını fark etti, sonra sevdiğinin onu izleyen güzel gözlerini gördü ve kalbindeki acı yerini sıcaklığa bıraktı. satoru'nun çekinmeden onu izlemeye devam etmesi utanıp da saklanma isteği uyandırdı suguru'da.

bu şekilde birlikte uyandıkları önceki sabahı hatırlayınca heyecanlanmadan edemedi. suguru gittiğinden beri ilk gerçek öpücüklerini o sabah yaşamışlardı ve birlikte uyudukları bu gecenin ikisini de nahoşlaştırdığını düşünen suguru bu ânı tekrarlama isteğiyle yanıp tutuştu. dürtülerine karşı koyamadığında elini yüzüne koydu sevdiğinin.

satoru'nun kaşları çatıldı.

"günaydın, satoru."

"dokunmak yok demedim mi?" aksi aksi cevapladı satoru, suguru da akşamki yumuşaklığının etkisini kaybettiğini anlamış oldu. yine de gülmeden edemedi, tüm gece kendisine dolanan kolların sahibi o değilmiş gibi dokunmak yok zırvalıklarını tekrarlaması komiğine gitmişti.

"neden gülüyorsun?"

"satoru, tüm gece sarıldın bana."

"o ayrı, bu ayrı. bilincim açık değildi sonuçta." bu cevabın üstüne tekrar gülen suguru, dudaklarını sevdiğinin dudaklarına bastırdı.

beklemediği şey, satoru'nun karşılık vermemesiydi. "sen ciddisin." şaşkınlıkla konuştu suguru.

"evet, istemiyorum. ne kadar değersiz hissettirdiğinin farkında mısın?" satoru, onun için yaptığı bunca şeye rağmen tek ricasını ciddiye almamasına hem kırılmış hem de kızmıştı. bunu anlayamayacak kadar kör olmasına sinirleniyordu karşısındaki adamın. üstelik artık, kendini gerçek anlamda onun oyuncağı gibi hissetmeye başlamıştı. kimse için suya indirmediği yelkenlerini bu adam için parçalamaktan yorgun düşmüştü.

"satoru sence biz dokunmadan durabilir miyiz anasını satayım?" ortadaki bariz gerçeği fark edemeyen satoru'ymuş gibi konuştu suguru.

"siktir git, sana güvenen aklıma sıçayım."

"sadece biraz gerçekçi ol canım, tamam mı? aynı evin içinde yaşayabilir miyiz bu şekilde?"

"senin için o 'sadece bedenler' dediğin insanlardan aslında hiç farkım yok, değil mi? ama ben aptalım, ben geri zekalıyım çünkü hep sana kanıyorum. çünkü sana karşı koyamıyorum. bana hiçbir şey anlatmadın, benim canım hâlâ senin yüzünden yanıyor, seni her gördüğümde parçalara ayrılıyorum ama aptallık bende. benim azıcık aklım olsa seni şu siktiğimin evine almam zaten. bir kez olsun her şeye rağmen senin için yaptıklarıma minnettar ol ve bana saygı duy. bir kez." her cümlesinde biraz daha bağıran satoru, artık yataktan kalkmış ve olabildiğince uzaklaşmıştı.

"ya kafana silah mı dayadım? almasaydın o zaman." artık kendi de sinirlenmiş olan suguru da ses tonuna hakim olamamaya başlamıştı.

"silah dayamaktan ne farkı var amına koyayım? bıraksaydım da-" satoru hararetle bağırışını yarıda kesip gergin bir nefes verdikten sonra daha sakin bir şekilde devam etti. "neyse."

"bana acıdığın için beni yanında tutmanı istemiyorum." dedi suguru, satoru'nun kendini tutmasa ne diyeceğini gayet iyi biliyordu.

"sana acımıyorum, korkuyorum beyinsiz herif."  tekrardan kendini tutamayıp bağıran satoru, daha sakin ama sert bir ses tonuyla devam etti. "bak suguru, benim artık gerçekten takatim kalmadı. konuşacaksan konuş artık."

"konuşmasam posta mı koyacaksın? buraya kadar mıydı sevgin?" cümleyi kurduğu anda pişmanlık hissinin tüm bedenini sardığını hisseden suguru, zamanı geriye alabilmeyi en çok o an istemişti. öfkesine hakim olamamanın bedeli karşısındaki yüzde gördüğü o koca hayal kırıklığı ve acı olmuştu. satoru, dolan gözlerini başka bir tarafa çevirdikten sonra dilini ısırmış, hafifçe kafasını sallayarak sinirli bir gülümseme sunmuştu artık tanıyamadığı bu adama. sonra bir hışımla odadan çıktı, yine ve yeniden az önce suguru'nun yaptığı şeyi ona yapmamak için çenesini tutmuş, uzaklaşmıştı. yine bir aptal gibi onu düşünmüştü.

üstelik istese çok fena yakabilirdi bu adamın canını.

"sen benim sevgime laf edebilecek bi adam değilsin, sen sana rağmen seni sevmek ne demek anlayamazsın." suguru'nun peşinden geldiğini hissettiğinde her şeye rağmen tutamadı kendini. "ben senin için daha ne yapayım? seni sen daha bahaneni sunmadan affettiğim için kendimden ne kadar nefret ettiğimden haberin var mı? aynaya her baktığımda tek gördüğüm hayal kırıklığı ve bunun sorumlusu sensin."

suguru sessizce bekledi. bunlardan çok daha kötüsünü duymayı hak ediyordu. canını yakan sevdiğinin onu suçlayan sözleri değildi, canını yakan bunların gerçekliğini gözlerinde görmekti. çektiği acıları yüzünden okumak kalbinin sıkışmasına sebep oluyordu. sevdiği adamın ona bakmak canını yakıyormuş gibi diğer yöne kafasını çevirmesi, gözyaşlarıyla verdiği savaşı kaybetmemek için yutkunması bir hiçmiş gibi hissettirdi suguru'ya. satoru'nun daha fazla konuşmayacağını fark etti.

"satoru, çok özür dilerim. siktir." sözcüklerini toparlamak için titrek bir nefes verdi. "özür dilememi istemiyordun ama bu sefer dilemek zorundayım, üzgünüm. lütfen kendimi açıklamama izin ver, öyle demek istemedim." kolunu tuttu sevdiği adamın. kolunu hışımla çeken adamın mavi gözleri artık resmen kırmızıya dönmüştü, öfke fışkırtıyordu. arkasını dönüp kapıya yöneldiğinde yalvardı suguru. "satoru, yalvarırım gitme."

sevdiğinin kapıyı çekip gidişini izleme sırası suguru'ya geçmişti.

nihilist | satosuguDonde viven las historias. Descúbrelo ahora