32

733 94 84
                                    

"sonra da üstüne penis çizdiği kağıdı nanami'nin odasına bırakmış. o da öğrencilerden biri yaptı sandığı için ortalık ayağa kalktı." dedi kahkahalarının arasında shoko. yıllar sonra ilk defa satoru'nun evinin salonunda oturmuş, loş ışık altında içiyor ve muhabbetin dibine vuruyorlardı. uzun yıllardır birbirlerine anlatmadıkları, eskiden her gün konuştukları ufak şeyleri konuşmak hepsinin orada olduğunu bile bilmedikleri yaralarını iyileştiriyor gibiydi.

"espri anlayışın hiç değişmemiş." suguru gülümseyerek baktı satoru'ya.

ve satoru ilk defa ona laf sokmadı, sadece hafifçe gülümsedi. yorgun bir gülüştü bu, üzerinde onca senenin ağırlığı vardı sanki. belki yüzüncü, belki bininci kez büyüklük yapıyordu beyaz saçlı adam ve bininci kez bunun ağırlığı altında eziliyordu suguru. onu en son ne zaman tasasızca gülerken gördüğünü hatırlamaya çalıştı. bunu elinden almış olmak bile kahrolmasına yetiyordu.

bir şeyler yap o zaman, dedi içindeki ses ona.

"lisedeyken de yapmıştı hatırlıyor musun?" shoko, suguru'nun düşüncelerini böldü.

"hatırlıyorum, nefret ettiği bir çocuk vardı. neydi adı?" satoru o zamanlar öyle herkesi sevmezdi ama bu çocuktan ölesiye nefret ederdi. evet, biraz sinir bozucu bir çocuktu ama satoru kafayı ona öylesine takmıştı ki, üstelik bunun için elle tutulur bir nedeni de yoktu, suguru onunla her konuştuğunda ya da daha çok çocuk onunla konuştuğunda kavga ediyorlardı.

"touya."

"hâlâ unutamamışsın." suguru'nun gülerek söylediği şey üzerine bir sessizlik oldu, satoru cevap vermek istemediğini belli ederek başka yöne baktı. eskiden onun her hareketini, her mimiğini tanır, anlardı suguru. artık durumun tam olarak böyle olmadığını fark ettiğinde iç çekmeden edemedi. onun tanıdığı satoru, o çocuk hakkındaki nefretini kusmak için konusunun açılmasını fırsat bilirdi.

eh, büyümüştü tabii... en azından biraz.

"meksika fasülyesini neden aldırdın?"

"salata yapacağım, bana güven."

"güveniyorum zaten." âdeta bir alışkanlık, vücudun kendi kendine verdiği bir tepki gibi dudaklarından döküldü sözcükler satoru'nun. "yani, yemek konusunda."

"teşekkürler."

bir konuda güvenmesi, hiç güvenmemesinden daha iyiydi sonuçta.

sohbet çok tatlıydı, tabii ara ara suguru'ya atılan kaçamak bakışlar ve sorulmaya yeltenilip vazgeçilen sorular olmasaydı. hayatının bunca senesini yanında en sevdiği iki insan olmadan geçirmiş olması yetmezmiş gibi, şimdi de bunları telafi etmek için anlatabileceği bir şey yoktu. neyi anlatabilirdi ki? orada geçirdiği tek bir güzel gün dahi yoktu. gökyüzünün gri, havanın pis ve etrafın gürültülü olduğu bir şehirde yalnızca okyanusa baktığında onun gözlerini gördüğünden nefes alabildiğini hissettiği yıllarını anlatsa ne olurdu?

"hiç mi yok?" satoru'nun sorusuyla düşüncelerinden bir kez daha koparıldı suguru.

"nasıl?"

"bize anlatabileceğin, güzel olan hiçbir şey mi yok?" suguru'nun şaşkınlıkla açılmış gözleri aklını mı okuduğunu sorgularcasına satoru'nunkilere kitlendi. dünyanın güzellikleri satoru var olduktan sonra oluşmuş, kendilerine onun varlığını örnek almış gibiydi. gözleri okyanusa benzemiyordu da okyanuslar onun gözlerinin ucuz bir taklidiydi sanki. seni görmek için yanıp tutuştuğum her saniye bu ucuz taklidi seyrederken buldum kendimi, demek istediyse de sustu.

"new york'ta kocaman bir kütüphane var. sanırım kafamı biraz olsun dağıtıp rahatlayabildiğim tek yer orasıydı." onu ilgiyle dinleyen ikilide gezdirdi gözlerini, sonra hafifçe gülümsedi. "bir de empire states binasının her 18 ağustos'ta maviye bürünmesini seviyordum sanırım."

"doğadan bahsetmedin hiç? benim tanıdığım suguru insan yapımı, hiçbir estetik değeri olmayan bir binadan daha fazlasını severdi."

"doğru, gözüme güzel gözükmemiş olmalılar." mânâlı bir gülümseme sundu suguru. "hem benim tanıdığım satoru da touya denen çocuğun konusu açıldığında sövmeye başlardı."

satoru iç çekti. yine konuyu değiştirmenin bir yolunu bulmuştu laf cambazı sevdiği. bu konuya takılacağını da tahmin etmişti satoru. ona hiçbir açıklama borçlu olmadığını bilse de biraz içkinin verdiği sersemlikten, biraz da o ânın rüyalarının bir tekrarı olduğuna şüphe edebileceği kadar güzel olmasından olsa gerek, bu seferlik cevap vermeyi seçti. "terapistim bana ona kafayı takmamın sebebini açıklamıştı. bilinçaltımda onu dünyada beni en çok sevmeyen kişi olarak gördüğümden, o severse herkes sever gibi bir düşünce oluşuyormuş."

"bunu fark edince onun sevmesine ihtiyacın olmadığını mı anladın?"

"yani..." dudaklarını büzdü satoru. "orası öyle zaten ama o yüzden geçmedi nefretim."

"neden geçti o zaman?"

"sevdirdim kendimi." gülümsedi satoru, bu sefer hiçbir duygu barındırmıyordu gülüşü, belki biraz tatmin ama o kadar. bu cevabın üstüne kalbinden bir soğukluk geçtiğini hissetti suguru, sanki yerinde takla atmıştı. çehresi gerildi, oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. normalde ele vermekten ölesiye korktuğu duygularını göstermekten alıkoyamadı kendini. ayrıca ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, satoru'sunun öyle ya da böyle anlayacağını bildiğinden çok da maskeleme ihtiyacı hissetmemişti belki de.

"ne o, kıskandın mı?" kısa süren sessizliği yeniden bozdu satoru.

"oldu o zaman, ben gideyim." deyip ayaklanan shoko olmasa bu soruya ne cevap vereceğini bilemezdi suguru. kıskanacağı bir şey yoktu ortada, dış kapının dış mandalı biriydi sonuçta. yine de suguru yokken ikisinin en ufak vakit geçirmiş olduğu gerçeğini düşündüğünde gözü dönüyormuş gibi hissediyordu. kalbi hızla çarpmaya başlıyordu ve bu kesinlikle iyi bir çarpıntı değildi.

ama kesinlikle kıskanmıyordu.

gözlerini minnetle shoko'ya dikti. onu tahmin ettiğinden çok daha fazla özlemişti. bu akşam her şeye rağmen onu kırmayıp da geldiği, ortamı yumuşattığı için minnettardı. giderken "neden gidiyorsun?" diye sormadığı için de, geldiğinde hiçbir şey olmamış gibi kabul ettiği için de... en çok da o yokken satoru'suna sahip çıktığı için minnettardı. hakkını ödeyemezdi. yolcu ederken sıkı sıkı kucakladı arkadaşını.

shoko gittikten sonra belki biraz çakırkeyif olmanın verdiği cesaretle, odasına gitmeye yeltenen satoru'ya seslendi. beyaz saçlı adam her seslendiğinde olduğu gibi yine, bir saniye tereddüt etmeden ona döndüğünde bunun onu mutlu mu ettiğini yoksa daha da mı kahrettiğini anlayamayan suguru, içinden geçeni söyledi.

"bu gecelik birlikte uyusak olmaz mı?"

satoru'nun omuzları çöktü, suratında görülmesi suguru'ya mahsus olan yenilmiş bir ifade oluştu. "suguru..."

"sonuçta sen de uyuyamıyorsun. ben bunu senelerce fark etmedim çünkü birlikte geçirdiğiniz her gece uyudun, belki de sana en azından bu konuda iyi geliyorumdur. kokuna muhtaç kaldım."

"belki de her seferinde gidişini görmek istememişimdir." shoko gittiğine göre, satoru'nun atışlarını yapma vakti gelmişti.

"yalvarıyorum."

"suguru ben sana her saniye yalvarıyorum, görmüyor musun sanki?" konuş, dercesine bakıyordu gözleri.

"sadece bir gece, ikimiz için de." suguru'nun yumuşak ses tonu hep zaafı olmuştu mavi gözlü adamın. kibar ve sevecen olduğunda da alaycı ve dalgacı olduğunda da aynı yumuşaklığa sahip olan ses tonu, haksızlık gördüğünde sertleşirdi bir tek. sabah uyandığında çatallanır, kıvrandığı gecelerde titrer ancak satoru'yla her konuştuğunda dünyanın bir yerlerinde bir filiz açıyormuş gibi hissettirirdi. buna karşı koyamayacağını biliyordu satoru, kabullenişle arkasını döndü sevdiğine.

"sadece bir gece."

nihilist | satosuguWhere stories live. Discover now