"Asıl ben özür dilerim. Önüme bakmıyordum." Gülümseyerek "Nereye gidiyorsun?" diye sordu.

"Şirkete gidiyorum." Arkadaşça koluma dokunup "Ben seni tutmayayım. Görüşürüz." dedi. Selimle vedalaştıktan sonra gözüm derslik camlarından birine takıldı. Ela gözler her zamanki umursamazlığıyla bakışlarını üzerimde dolaştırıyordu. Gidemedim. Ayaklarım yere mühürlenmişti. Öylece bakıyorduk birbirimize. Şimdi ülkenin nüfusu ikiye inmişti. Bir o vardı, bir de ben. Etraftaki her şey bulanıklaşmaya başlıyordu ki içim titredi beni uyarır gibi. Ne yapıyordum ben? Nasıl bu duruma gelmiştim? Büyük ihtimalle ben gittikten sonra Baran ne kadar aptal olduğumu düşünüp gülecekti. Haklıydı. Kampüsten çıkıp arabama bindim. Aklımda hala aynı görüntü vardı. Esma ve Baran... Daha ben dokunamazken ellerini kehribar saçların arasında önemsemeden gezdiren Esma... Yasemin'den hoşlandığını söyleyen, en yakın arkadaşımla eğlenen Baran... Kehribar saçlar, yüzümdeki gülüşlerin, ruhumdaki heyecanın, gözlerimdeki acının, yanaklarımdaki ıslaklığın, kalbimdeki kırılmanın sebebi; beni öldürüyorsun.

Şirketten çıktığımda kafam fazlasıyla karışıktı. Şirketimize ortak olmak isteyen birileri vardı ama toplantıya şirket sahibi katılmıyordu. Sonuç olarak teklifi kabul etmedim çünkü böyle gizemli şeyler beni her zaman ürkütüyordu. Sonrasında hemen eve gelmiş, Baran'la aldıklarımızı yerlerine yerleştirmiştim. Gerçek bir akşam yemeği yemiştim ve uyumuştum. Okuldan iki haftalık bir izin almıştım. Evden çıkmayı düşünmüyordum. Dükkanın anahtarları Baran'da olduğu için oraya da gitmeyecektim. Bugün iki haftalık iznimin ilk günüydü. O günün üzerinden bir hafta geçmişti. Okulda tüm sınavlarıma girmiştim. O bir hafta ara sıra onu görüyordum. Uzaklaşmıştık. Aramızda sessiz bir küslük vardı sanki. Birbirimizi görmezden geliyorduk. Bazen gözlerimiz çarpışıyordu, iki saniye...bir asır gibi geliyordu. Esma'yı ise hiç görmemiştim. Okula gelmediğinin farkındaydım. İzin aldığım gün de Selim'le bir kafede oturmuştuk. Uzun sohbetimiz kendimi iyi hissetmemi sağlamıştı. Bundan sonra ne olacağı hakkında endişelenmiyordum. Zamana bırakacaktım. Mutfak dolabından bir kase çıkardım ve patlamış mısırı içine döktüm. Televizyonda ne varsa onu izleyecektim. Üçlü koltuğa yayılarak oturdum. Televizyonu açıp tek tek kanalları dolaştım. Sonunda ilgimi çeken bir dizi bulduğumda kumandayı sehpaya bırakıp izlemeye başladım. Tam zihnimdeki düşencelerden uzaklaşıyordum ki zil çaldı. Sıkıntıyla yerimden kalktım. Gecenin bir vakti kim gelmiş olabilirdi? "Kim o?" dediğimde bir ses çıkmadı. Çatık kaşlarla kapıyı araladığımda ayakta zorlukla duran kehribar saçlımı gördüm.

"Baran!" diye bağırdım korkuyla. Yüzü ve üstü kan içindeydi. "Beni içeri almayacak mısın?" dedi gülümsemeye çalışarak. Sanki gülerken bile canı acıyordu. Onun canı acıdıkça benim içim sızlıyordu. Gözlerim dolarken kolunu tutup yavaş adımlarla içeri sürükledim. Az önce oturduğum üçlü koltuğa sırt üstü yatırdım. Onunla birlikte ben de eğildiğim için kendine has kokusu burnuma doldu. Anın etkisiyle gözlerimi kapattım. Akmaya yüz tutmuş yaşlar usulca yanaklarımda bir yol izlerken o görmeden elimin tersiyle sildim. Zorlukla "Kanamam var." dedi. Koşarak banyodaki ilk yardım çantasını ve bir şişe suyu aldım. Soğukkanlılığımı korumak istiyordum ama onu böyle gördükçe bu durum zorlaşıyordu. Çantayı açıp bir beze su döktüm. Kan bulaşan yerleri silerken gözyaşlarımı serbest bıraktım. Çantadaki steril gazlı bezi arasına pamuk koyarak patlayan yere yapıştırdım. Dudağının kenarına pansuman pansuman yaparken dudaklarından kısık bir inilti yükseldi ve bu ses bir mızrak olup yüreğime saplandı.

"Hastahaneye gidelim." dedim ağlamaklı sesimle. Yutkunup "Hayır." dedi. Israr edemedim. İlk yardım çantasını kapatıp götürecekken gördüğüm şey ile hareketsiz kaldım. Mavi gömleği kırmızıya dönmüştü. Kanın yoğun olduğu yerde gömlek yırtıktı. Yavaş hareketlerle gömleğin düğmelerini açtım. Ağzımdan bir hıçkırık kaçarken kan bulaşmış elimle ağzımı kapadım. Bu bıçak yaralanmasıydı. "Hastahaneye gidelim." dedim tekrar çaresizce.

"Kanamayı durdursan yeterli." Babasının emrine uyan küçük kızlar gibi Baran'ın söylediklerine uyuyordum. Yaraya pansuman yaparken hala ağlıyordum. Allah'ım lütfen ona bir şey olmasın. Onu benden alma, yalvarırım. Üstündeki gömleği tamamen çıkarırken canının acımamasına dikkat ettim. İlk yardım çantasını banyoya götürürken ellerimdeki kana baktım. Baran'ın kanı. Musluğu açıp ellerimi canım acıyana kadar ovdum. Kan suyla birlikte pembeleşip yok oluyordu. Aynadaki görüntüme baktım. Tükenmiş bir kız vardı. Yorulmuş ve yenilmiş küçük bir kız çocuğu vardı karşımda. Baran'ın yanına geri döndüğümde gülümsemeye çalıştım. Sanki her şey normalmiş gibi gülümsemeye çalıştım.

"Sen ağladın mı Asya?" Sesi kısıktı. Onu böyle görmek kelebeğimin huzursuzca kanatlanmasına neden oluyordu.

"Saçmalama. Neden ağlayayım?" Tıslar gibi bir ses çıkarıp "Haklısın, neden ağlayacaksın ki?" dedi. Gözlerimi devirdim. Bu haldeyken bile umursamazlığından bir şey kaybetmemişti. "Kim yaptı bunu? Polise gideceksin değil mi?" diye sordum.

"Sorgulama Asya. Basit bir sokak kavgası. Polise de gitmeyeceğim." Söylediklerine inanmasam da üstelemedim. "Uyu Baran." dedim dilimin ucuna gelen cümleleri geri göndererek. O, uykuya dalarken kendi odamdaki örtülerden birini getirip sessizce üstüne örttüm. Gözleri kapalıyken uzun kirpikleri yüzünü gölgeliyordu. Nefes alıp verişleri huzurlu bir melodi gibi doluyordu kulaklarıma. Saçları, ah o kehribarı sevdiren saçları birbirine karışmış bir şekilde alnına dökülüyordu. Kaslı gövdesi nefesleriyle birlikte inip kalkıyordu. Dudakları hafif aralıktı ve alnından terler dökülüyordu. Oturduğum tekli koltuktan kalkıp mutfağa gittim. Bir bezi ıslatıp parmak uçlarımda yürüyerek odaya geri döndüm. Alnından şakaklarına uzanan terleri ufak dokunuşlarla sildim. Odanın ışığını ve televizyonu kapattığımda geriye sadece pencereden içeri süzülen ay ışığı kaldı. Baran'ın yüzünün bir tarafı tamamen karanlıkta kalırken diğer yanı aydınlıktı. Tıpkı kendisi gibi. Onu tanımıyordum aslında. Kimdi, nereden gelmişti ve hayatıma nasıl girmişti? Onu seviyordum. Buna emindim. O beni sevmiyordu. Bu da emin olduğum başka bir konuydu. Baran Andaç tanımak istediğim bir insandı. Ailesi neredeydi? Bu üniversiteye nasıl gelmişti? Nerede doğmuştu? Günün kalan saatlerinde ne yapardı? Tahammül edemediği şeyler var mıydı?

Tekli koltukta biraz daha kıvrılırken güzel yüzünü incelemeye devam ettim. Bu şehir gitsin Baran, caddeler bize kalsın. Uçurum kenarlarında yaşamayalım bu kez. Martılara komşu olalım, geceye düşman. Sudan bıkalım birlikte, karaya hasret kalalım. Galata Kulesi bize kalsın, Kız Kulesi'ne selam yollayalım. Rüzgar pusulamız olsun, saçlarında kaybolayım. Yağmurların düşsün saçlarıma Baran. Seni öperken yüzün ıslansın. Sen yağmur damlaları san, hiç bilme mutluluk gözyaşlarımı. Uçurtmalar bize kalsın. Gökyüzüne sahip olalım. İpleri bileğine dola, o izlere değsin dudaklarım. Bu şehir gitsin Baran, sen bana kal. Ona hiçbir zaman söyleyemeyeceğim cümleleri ruhumun gölgelerine attım. O uyuduğu için sessizce mırıldanıyordum. Ağlamamak için dudağımı dişledim. Aklıma gelen şey ile kaşlarım çatıldı. Hiç sorgulamadığım ve düşünmediğim şey önüme koca bir boşluk olarak gelmişti. Şimdiye kadar bu soruyu kendime neden sormadığımı düşündüm. Sahi, Baran onu ilk gördüğüm gün neden uçurumdaydı?

Merhaba. Geç oldu biliyorum ama uzun oldu. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Bir okuyucu ile güzel bir röportaj yaptık. Okumak isteyen, bsra_toprakci hesabında bulabilirler. Facebook grubumuz var. Siyahım-Wattpad Hikayesi. Katılabilirsiniz. Ve son olarak EmrecanArmagan kullanıcısının Direnişçi hikayesini okuyun. Harika bir kurgu. Görüşmek üzere! :)

SİYAHIMWhere stories live. Discover now