YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM

Start from the beginning
                                    

"Seni bu kadar mutlu göreceğimi düşünmemiştim."

Edward'ın sesiyle hemen arkamı döndüm. Üzerinde binicilik kıyafetleri, dağınık saçlarıyla at binmekten geldiğini görebiliyordum. Yanında Jim Milton'da vardı. Onların önemli bir iş için  beraber çalıştıklarını biliyordum. 

Gülümsedim. "Kendimi iyi hissediyorum. Hava çok güzel değil mi Bay Milton?"

Jim Milton bir an ona seslendiğimi anlamadı ve bocalayarak "Öyle leydim," diye cevapladı. 

"Şimdi izninizle bahçeyle ilgilenmeliyim," dedikten sonra onlara arkamda bırakarak bahçeye ilerledim. Tam uzaklaşmadan Edward'ın seslendiğini duydum. 

"Bu gün misafirimiz olacak Helena, demir yolları için gerekli yatırımı alabilirim."

İşinin yolunda gitmesini istiyordum. Bu hayatta en azından her şey Edward için iyi olmalıydı. Gülümseyerek ona döndüm. "Benim yardım edebileceğim bir şey var mı? Misafirimizi karşılamak için hazır olmalı mıyım?"

Edward başını salladı. "Jim ile onunla görüşeceğim. Sen bahçedeki işlerine devam edebilirsin. Yemek için handa bir şey ayarlarım."

Başımı salladım ve abimle arkadaşının eve çıkan merdivenlere yönelmesini izledim. Edward evinin durumundan memnun değildi. Sadece belgeler hakkında konuşmak için misafiri eve davet ediyor olmalıydı. Bir misafiri yemekte ağırlayacak kadar varlıklı değildik. Handa bir yemek sorunları çözecekti. Edward ailenin geleceği için elinden geleni yapıyordu. Peki ya ben kendi zamanıma dönmezsem ne yapacaktım?

Toprağa diz çökmüş halde yabani otları sökerken aklımdan geçenler canımı sıkıyordu. Falcının söyledikleri yüzünden bu zamanda olduğumu biliyordum ama geri dönebileceğimden emin değildim. Ailemi özlüyordum ama sanki artık uzak bir hayal gibiydiler. Bazen bir rüzgar esiyor bana taşıdığı koku şimdiden unutmaya başladığım ama bir zamanlar sahip olduğum hayatı özlememe neden oluyordu. 

Korkuyordum.

Bir gün uyanıp aslında kim olduğumu hatırlamamaktan korkuyordum. Otları yolmaya devam ederken günlük tutmanın ne kadar akıllıca olduğunu düşündüm. İnsanlardan saklayabilirsem hayatıma dair bilgileri yazabilir, sonra onları okuyabilirdim. Böylece aslında kim olduğumu unutmazdım. 

Bahçede kaç saat çalıştığımı bilmiyordum. Evin girişine yakın olmadığım için misafirimizin gelip gelmediğinden emin değildim. Yine de bahçeyle ilgilenmek bana iyi gelmişti. Ellerim çalıştıkça kafamın içindeki huzursuz edici düşüncelerden gittikçe uzaklaşıyordum. Güneş tenimi ısıtıyor, köklerinden söktüğüm yabani otların kokusu nemli toprağın kokusuna karışıyordu. Kendimi son zamanlarda hissetmediğim kadar huzurlu hissediyordum. Sabah havasından derin bir nefes almak gibiydi. İnsanı ferahlatıyor, dertlerinden uzaklaştırıyordu. 

Yakında sonbaharın sonuna yaklaşacak olsak da mevsimine uygun bitkiler dikebilirdim. Edward ile sahip olduklarımız benim Kent'te zaman geçirmeme yeterli  olmayacağından kışı da Eden Park'ta geçireceğimize emindim. Dük ne yapacaktı bilmiyordum ama başka insanlarla kaynaşmak istemediğim için evde kalmak benim için harika bir plandı. 

Erkeklerden çok kendimi sevmeliydim. Kendime ihanet etmediğim sürece kalbimi kırmak isteyen kimse için üzülmeyecektim. Yine de kötü deneyimler yaşadım diye insanlara güvensizlik duymayacaktım. İnsanlara güven duyulmadan yaşanılan hayat oldukça kalitesiz bir hayat olacaktır.

Son bir yabani otu daha çıkardığımda bahçenin bu köşesindeki işim bitecekti. Tek elimle otu çekmeye çalıştım ama oldukça inatçı çıktı. Dizlerimin üzerine çöktüm ve diğer elimle de tuttum. Benimle inatlaşıyor, topraktan kopmamak için adeta tüm kökleri ile olduğu yere sarılıyordu. Çekerken daha fazla güç vermek için dizlerimin üzerinden kalkıp yere çömeldim ve iki elimle otu tutup geriye doğru eğilerek çekmeye başladım. 

"Sizi burada bulabileceğim söylendi," diyen sesi duyduğum anda yabani ot kökleriyle birlikte topraktan çıktı ve geriye doğru savrulup bana seslenen adamın ayaklarının dibine sırt üstü yatmama neden oldu. Gözlerimi yukarı çevirdiğimde bana bakan Greenwood Kontu'yla karşılaştım. 

Kaşları alnına doğru havalansa da yüzündeki ifade oldukça düzdü. "Yardıma ihtiyacınız var mı?"

Onun sorusu ne halde olduğumu hatırlattı. Hemen yerden kalkıp karşısında dikildim. Dükten haber getirmiş olabilirdi, ne de olsa onun en yakın arkadaşıydı. Konuşmadan önce deli gibi atan kalbimi sakinleştirmek için elbisemdeki çamur lekelerini çaresizce silkelemeye çalıştım. 

"Kont sizi burada görmek ne büyük şeref," derken bahçede ot yolarken değil de balo salonunda karşılaşmış gibi davranıyordum. Saçlarımdan birkaç tutam topuzumdan ayrılıp yüzüme doğru düşmüştü, yüzümde çamur lekesi olduğuna emindim. Kontta şüphelerimi doğrularcasına önce saçlarıma sonra yüzüme bakmıştı. Kendisi her zamanki gibi kusursuz görünüyordu. Yanında Charles varken dikkatimi çekmemişti ama kahverengi saçları, aynı renk gözleriyle oldukça yakışıklıydı. Gözlerindeki silinmeyen keder bile ona çekicilik katıyordu.

"Baron ile iş görüşmesi için geldim," derken tek düze sesi orada olmak istemediğini gösteriyordu. Sahi neden beni bahçede aramak için gelmişti ki? 

"Anlıyorum. Beni aradığınızı söylemiştiniz, sanırım bir şey söylemek istediniz," dedim kalbim boğazımda çarpmaya başladığında. 

"Sadece nasıl olduğunuzu merak ettim."

Söyledikleri bir an için yüzümdeki gülümsemeyi siler gibi oldu ama hemen kendimi toparladım. Öncekinden daha geniş gülümseyerek gözlerine baktım. "Gördüğünüz gibi Kont Greenwood oldukça iyiyim. Bahçeyle ilgilenerek vakit geçirecek kadar sağlıklıyım."

Kont konuşmadan önce başını  salladı ama artık onunla ilgilenmiyordum. Dükten haber getireceğini düşündüğüm için kendime kızmadan edemedim. Sabah kendime verdiğim sözü bu kadar çabuk kırabileceğimi bilmiyordum. 

"Görebiliyorum," derken kontun sesinde sanki alay vardı. Eğildiğim yerden sepeti alırken benimle dalga geçtiği için değil de yere düştüğüm anı hatırladığını anladım. 

Gülümseyerek elimdeki sepeti havaya kaldırdım. "Ne dersiniz biraz çamur sizi rahatsız etmiyorsa bana yardım edebilirsiniz."

Aslında kontun orada kalmasını istemiyordum. Onu tek görmek Charles'ın yokluğunu daha çok vurguluyordu. 

Kont bir an sessiz kalınca teklifimi kabul edecek sandım. Gözleri önce yabani otla dolu olan sepete sonra da bana odaklandı. Elindeki eldivenleri diğer avcuna vururken saniyeler içinde hızla çalışan beyninin sesini duyar gibiydim. Sonunda soğuk bir gülümsemeyle "Teklifinizi daha sonra değerlendirmek isterim," dedi. Bana kibar bir selam verdikten sonra arkasını dönerek bir asker edasıyla benden uzaklaştı. Gidişini birkaç saniye izledikten sonra omzumu silkip işime geri döndüm. 

İstediğim erkeği görememiştim ama bir an için olsa bile kontun bana katılmak istediğini görür gibi olmuştum. Belki de artık yaşadığı yastan çıkmak istiyor ama yolunu bulamıyordu. Belki bir dahaki sefere bana katılmayı tercih ederdi. 

Gerçi buna ihtimal bile vermiyordum. 

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now