"Hayatını boşa harcama Levi. Hala hayatta olmanın bir nedeni var."
Tüm gücüyle tetiğe bastı ama mermi sanki görünmez bir güç çıkmasına izin vermiyormuş gibi olduğu yerde kaldı. Silah elinden kayıp düşene kadar tekrar tekrar tetiğe bastı.
Silahın yere çarparken çıkardığı ses dizlerini titretti. Düşen silahın sesi kulağında çınlarken başının döndüğünü hissetti. Olduğu yere çöktü, elleriyle kulaklarını kapattı. Nefes alamıyordu. Silah iki adım ilerisinde cam kırıklarının arasında yatıyordu.
Belki de ölmüştü. Aylardır hatta yıllardır ölü olabilirdi. Geriye dönüp baktığında hiç yaşayıp yaşamadığını merak etti. Buna rağmen her şeye rağmen Levi onun yaşamaya değer olduğunu düşünüp ona şans vermişti. Kim bilir kaç kere bu şansı kenara atmıştı...
Levi'ın adını fısıldadı sanki onu çağırır gibi. Ona sonuna kadar inan, yanından ayrılmayan, ondan hiçbir şey istemeyen Levi. Şu an savaş alanında belki de son nefesini yine Erwin'in değerleri uğruna veren kişi. Şu an burda değildi. Yanında olamazdı.
-
Erwin tam anlamıyla kendine geldikten sonra Levi'ın dediğini yaptı. Boş tarlalarda çimen yığınlarının ve yanmış ağaçların arasında atını sürdü. Patlamalar yüzünden parçalanan sivri kayaların arasında büyümekte olan otları izledi. Otlar yeşil değildi griydi. Tüm bu cehennemin ortasında doğa ölüm yoluyla yeniden hayat yaratıyordu. Ağaç dallarında kuşlar yuva yapıyordu, cırcır böcekleri yeniden yeşeren çiçeklerin arasında cıvıldıyordu. Bir an ölüp ölmediğini tekrardan sorguladı. Çünkü bu kadar ölümle lekelenmiş bir yer nasıl böyle huzurlu olabilirdi?
Çok geçmeden bir atın kendisine doğru koştuğunu, binicisinin ona el salladığını gördü. Erwin binici netleşene kadar hareketsiz kaldı. Sürücünün yüzü netleşirken Erwin rahatladı. Gelen Pixisti.
"Erwin?" Komutan Pixis onun önünde duruyordu; uzun boylu, sağlam ve yarasız.
"Komutanım." Erwin sol koluyla selam verdi.
"Yaralanmışsın." Adamın keskin gözleri yarayı görünce kısıldı, çevresine bakmadan önce gözlerinin kenarlarındaki kırışıklıklar derinleşti. "Kaptan Ackerman nerede?"
Erwin'in kalbi pişmanlıkla ağırlaşmıştı; beyni tüm hızıyla bir plan üzerinde çalışıyordu. Satranç tahtasının taşları yeniden hareket etmeye başlamıştı ve oyunu tersine çevirmek onun elindeydi.
Eğer doğru oynarsa belki...
Erwin aceleyle "Yaralılar geride kaldı." dedi, gözlerinde son umut ışığı parladı. Zaten ölü bir adam olduğunu hatırlattı kendine ve eğer onurlu bir şekilde ölemeyecekse en azından dürüst bir şekilde bir kez olsun kendine ve duygularına karşı dürüst olarak ölecekti.
"Levi ve Hange askerlerimize liderlik ediyor. Yaralandım ve ön tarafta ölü bir ağırlıktan başka bir şey olmazdım. Ben de buraya acil bir mesajı paylaşmak için senin yanına geldim.”
Adamın kaşları kalktı. "Neden haberci göndermedin? Hastaneye gitmen gerek-"
"Zaman yok." Erwin'in sesi yükseldi, kanı adrenalinle yanıyordu, sözleri dilini zehir gibi acıtıyordu. Ama artık ne yapması gerektiğini bildiği için kendini durduramıyordu. Levi'a yardım etmek için ufak bir şansı vardı.
"Zackly bizi bekliyor. Canavarın peşine düştüler. Almanlar nehrin güneyindeki en yakın kasabayı işgal etti. Hange onları köşeye sıkıştırdı, eğer şimdi ayrılırsak bunu kazanabiliriz.”
"Zackly mi?" Pixis askerlerine döndü. Arkasındaki genç bir asker atından indi, Armin ona merakla bakıyordu.
"Arlert!" diye seslendi Pixis. "Zackly'nin öldüğünü söylediğini hatırlıyorum."
YOU ARE READING
1918 •Eruri•
Fanfictionİngiltere'de yıl 1918 ve savaş yeni bitmişti. Erwin bu savaşta bir kolunu kaybetmişti; Levi ise bundan biraz daha fazlasını kaybetmişti. Birbirlerini son görmelerinin üzerinden iki yıl geçmişti ancak Hange'nin onları tekrar bir araya getirmek için b...
