"Erwin, anlamalısın. Bana başka seçenek bırakmadın."

"Gerçekten erken emekliliğin benim için en iyi seçenek olduğunu mu düşündün?"

"Beni dinle Erwin." Pixis'in sesi yükseldi. "Komiteyi seni görevden almamaya ikna ettiğim için yeterince şanslısın."

Erwin ironik bir şekilde kıkırdadı. "Bu yüzden sanırım sana teşekkür etmeliyim."

“Üç rütbe indirilip geleceği olmayan bir kariyerle orduda kalmayı mı tercih ederdin? İstediğin bu mu?"

"Artık bunun bir önemi yok. Kararını verdin."

Pixis'in şakaklarındaki damarlar belli oluyordu. Yumruklarını sıkmıştı. "Aptal çocuk, kendi yaptıklarından dolayı beni suçlama. Zackly'nin ölümü hakkında bir komutana yalan söyledin, bana yalan söyledin. Otoritemi baltaladın ve emirlerini hiçe sayarak adamlarımı kazanamayacağını çok iyi bildiğin bir savaşa sürükledin. Neredeyse iki kaptanımızı ve en değerli tıbbi araştırmacımızı kaybediyorduk. Ne için?"

Erwin'in eli çarşafın üzerinde titriyordu.

"Ye." Pixis'in ses tonu her zamanki yumuşak tonuna dönmüştü. Ayrılmadan önce içinde yemek tepsisini Erwin'in kucağına koydu. "Hange ve Levi senin iyi olduğundan emin olana kadar gitmeyi reddediyorlar."

Adam dışarı çıkar çıkmaz Erwin öfkeyle kucağındaki tepsiyi yere attı. Öfkesi aslında yaşlı adama değildi. Kendineydi. Kararları kendi vermiş, bencil hırsları tarafından bir o yana bir bu yana sürüklenirken herkesi de beraberinde sürüklemişti. Levi ve Hange dahil. Pixis haklı.

Yaşlı adam haklıydı. Ordu artık onun için doğru yer değildi. Duygularının mantığının önüne geçmesine izin vermişti. Gazi olmayı bile hakketmiyordu. Sakinleşmek için gözlerini sıkıca kapattı.

"O ses neydi?" Kapının ardından Hange ona bakıyordu. Yanında da Levi vardı.

"Tepsiyi düşürdüm." Gözlerini Hange'den kaçırdı. Çünkü Hange onun yalan söylediğini anlayabilirdi. Hange içini çekerek yerdeki tepsiyi ve tabakları toplarken herhangi bir yorumda bulunmadı.

Erwin göz ucuyla Levi'ın dökülen çorbayı sildiğini gördü. Nefesinin titremesini engellemek adına gözlerini kapattı. Hange boğazını temizleyip tepsiyle odadan çıkana kadar gergin bir sessizlik odaya hükmetti.

"Nasıl hissediyorsun?" Levi çekingen bir tavırla sordu. Erwin'in koluna bakmayı reddediyordu.

Erwin ona bakmak için döndü. Levi'ın yaralarını görünce kaşları havalandı. "Gözün…"

"Bu mu?" Levi kalan üç parmağını kaşından başlayıp burnunun kenarına kadar gelen dikiş izleri üzerinde gezdirdi. Bunu yaparken bileğindeki bandajlar görünüyordu. "Yara izi kalacak ama gözüm hala görüyor sayılır."

Erwin yüzündeki endişeyi gizlemeye çalışmaktan kendini alamadı. "Ya şu?" Çenesiyle bileğini işaret etti.

Levi elini hızla indirdi. “Patlamadan…”

Erwin'in kalp atışları o kadar hızlı yükseldi ki patlayacağından korktu. Ayaklarını yataktan kaydırarak ayağa kalkmaya çalıştı ama Levi onu durdurdu.

"Dinlenmen lazım-"

"Sana ne oldu Levi?" Erwin öne atılıp Levi'ın üniformasının kollunu sıyırdı ve üzerinde kan lekeleri olan bandajı gösterdi. "Ne yaptın?"

Levi aniden sessizleşti. Kolu Erwin'in elinde titriyordu, yanakları utançtan yanıyordu.

"Senin için oraya geldim." diye bağırdı Erwin onu başından savmaya çalışan Levi'ın kolunu çekiştirerek. "Senin için, seni kurtarmak için her şeyimi riske attım ama yine de..."

1918 •Eruri•Where stories live. Discover now