1

1K 30 35
                                    

18.08.23
İyi okumalar~
________________

Hayatın bokuma benzediği aşikar değil mi yani?

Tamam yeter artık, herkes şu aptal hayal dünyasından sıyrılıp -kısa bir süre de olsa- hayatın gerçekleriyle yüzleşsin. Kendinizi kandırarak yaşamayazsınız. Bir kandırırsın, iki kandırırsın ama üçüncüde patlarsın. Uyanın millet, hayat bokum gibi.

Yaşanılan ve yaşanılabilmeye müsait bunca şeyin farkına vararak bir hayat sürmek korkunç görünse de insanın akıl sağlığı açısından en doğrusu aslında, biliyor musunuz? Hayatın gerçeklerini farketmek aynı zamanda ne yaşanmış olursa olsun tanrıya veya evrene şükretmeyi sağlıyor. Çünkü hayatı bilmek, ne yaşanırsa yaşansın, sizi ne kadar yıkarsa yıksın en kötüsü olmadığına dair insanı bilinçlendiriyor. Böylelikle artık her ne oluyorsa "sağlık olsun ya, şöyle böyle bir şey de olabilirdi" diyip geçmemizi kolaylaştırıyor ki siktir etmenin insan psikolojisine olan mükemmel katkısı gözle görülebilir bir şey. Değil mi?

Oluyorsa nasiptir olmuyorsa ha siktir demeye başlayınca olgunlaşıyorsunuz aslında. Hayat kalitenizfeku değişim kişiliğinize yanasıyor

Her şeye rağmen bu hayatta nefret ettiğim bir avuç şey vardı, belki o kadar bile değildi ama nasıl oluyorsa gelip o birkaç şey yine beni buluyordu. Hani kolay sinirlenen bir insan da değilim ben, tabii bu aptal şeyler beni bulmadığı sürece. Belki de fazla takıntılıydım, bilmiyorum.

Nefret ettiğim o sayılı şeylerden biri annem diğeri ise uykudan uyanmak veya uyandırılmaktan ciddi şeyler değiller. Evet evet, benim gözümde nefret edilesi en büyük iki şey bu. Ardından gelenler ise duş aldıktan sonra bir bardak su içme isteği gibi ufak tefek şeyler işte. Neden mi? Ben siktir etmeyi öğreneli uzun zaman oluyor.

Uyandığımı, açılan bilincim ve ek olarak kulağımda yankılanan sesler yüzünden fark ettiğimde ağzımdan küçük bir küfürle karışık inleme firar etmişti. Küfür uyandığım için, inleme ise tutulan boynum yüzündendi. Ortamdaki yoğun ses resmen ağrı olarak vurmuştu birkaç saniye içinde başıma. Ayılmanın eşiğinde hissediyordum fakat gözlerimi açmaya bile gücüm yetmiyordu.

"Seokjin hyung..."

Aklımdaki ismi sebepsizce birkaç kere kendi kendime mırıldanmış ve buruşturduğum yüzüm eşliğinde yavaşça aralamıştım gözlerimi. Başımı dayadığım masadan kaldırdığım gibi oturduğum yerde sendelediğimde sebepsizce gülmüştüm. Baş ağrım resmen migren ağrısını aratmıyordu. Veya yine migrenim mi tutmuştu?

Neden burada -bir barda- olduğumu, neden uyuduğumu, neden başımı dik tutamayacak kadar yorgun olduğumu... bu soruların hepsinin cevaplarını merak ediyordum ama beynim bunları düşünebilecek kadar çalışmıyordu, bunu hissedebiliyordum. Hayır hayır, genelde böyle değilim. Sadece şu an, mayhoş bir insanım.

Elimi masaya vurup oturduğum sandalyeyi ittirerek kalktığımda sandalye sesini duymamıştım bile, düşünün ortamda ne kadar ses var işte. Sendeleyerek, nereye gittiğimi bilmeden adımlamıştım kalabalığa doğru. Adımlarım git gide sertlik kazanırken elim yumuşak saçlarıma çıkmış ve boş bakışlarım etrafta dolanırken iyice karıştırmıştı zaten karışmış saçlarımı. Ağzımdaki, normalde çok sevdiğim bu alkol tadı midemi bulandırmaya yetiyordu ilk defa. Kalabalığın içindeki insanlara çarpa çarpa ilerlemiştim. Her an biri dönüp suratıma bir yumruk çakabilirdi ama bunu sorun etmemiştim. Edebilecek bir halde de değildim zaten.

Kalabalık yavaş yavaş, ben ilerledikçe azalırken bu beni fazlasıyla sevindirmişti. Tabii sevincim birinin arkamdan sertçe bana çarpması ile son bulmuş, ayağımın neresi olduğunu bilmediğim yere takılmasıyla ileri doğru sendelemiş ve yere yapışmayı beklerken havada kalmamla bir çesit şok yaşamıştım. Zaten ayakta zor duruyordum, şu an yerle bir olmam gerekmez miydi? Rüya mı görüyordum.

Sinameki | TaekookOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz