Aslında Gömleğimin Kollarını Kıvırırdım Ama

1.9K 163 180
                                    

Özel bir üniversitede okuduğumuzdan, burslu birkaç arkadaşımız dışında kalan herkes ile fasülye hukukçusu diye dalga geçerdim. Haksız değildim. Tamamının derdi şehrin afili bir semtinde babasının açacağı birkaç katlı hukuk bürosunda, babasının şirketlerindeki asla önemi olmayan davalarla ilgilenirken instagram biyografilerine founder by bıdı bıdı lav firm yazmaktı. Cübbeleri ile birkaç fotoğraf paylaşıp etkileşim kasmak bir de.

O tiplerle dalga geçmekle yetinmez, üstüne bir de ohal savcısı olduğum için kendimi hep birkaç adım önde görürdüm. Dünyaya cumhuriyet savcısı olmak için geldiğime inanırdım. Bu kimliğin bana verdiği özgüvene de deli olurdum ayrıca.

Bir sürü vaka görmüştüm. Terörle mücadele ile de çalışmıştım seri katil dosyaları da yürütmüştüm. Kısacık meslek hayatımda bütün bunları yaparken de adaletin yılmaz bir bekçisi olduğuma ve gözümü hiçbir şeyin korkutmayacağına inanmıştım.

Bu geceye kadar yanıldığımı da hatırlamıyordum.

Bu gece, birçok birimi içinde barındıran, Türkiye'nin en meşhur, en bilindik emniyet müdürlüğü binalarının birinde, Vatan Caddesi'nde, üstelik de bir çocuk büroda, içinde kimyasal silah bulunan bir kadının ameliyatına izin vermiştim. Leyla buna asla bir ameliyat demiyordu. Birkaç saatlik kabaca dikilmiş bir bir şeydi demişti. Yorgan diker gibi dikmişler kadını diye bir de yüzünü buruşturmuştu. Onu en çok etkileyen şey, kadının özensiz dikilmesi gibiydi. Limon kolonyası ile dezenfekte ettiği bir makasla, uyduruk bir sorgu odası masasında, bir kadının içinden kimyasal silah çıkarmış gibi görünmüyordu.

Ali Kemal, Leyla'yı Mert ile eve göndermiş, Mert'e de birkaç saat izin vermişti. Kuzey, Alparslan müdür ile iki üst kata çıkmış, kendi birimini toplamıştı. Ben, gerçek bir akşamdan kalma olarak odadaki masamın üzerine başımı yaslamış, yeni aydınlanan günün pencereme vurmasını izliyordum. Bu esnada da düşünüyordum. Hiçbir zaman, bu kadar gerildiğimi hatırlamıyordum. Buna sebep olan neydi bilmiyordum. Yetkim dışında bir olaya ilk defa müdahale etmemiştim. Bu değildi sorun. Bir sivilden de ilk defa destek almıyordum. Ya da ilk defa usulsüz bir iş yapmıyordum.

Sorun, bunların hiçbir değildi.

Tenimde kirpi yürüyor gibi hissetmemin sebebi, Nil'di. Destek aldığım o sivilin, Nil'in arkadaşı olmasıydı. Profesyonel düşünemiyordum. Leyla için elbette endişelenmiştim. Diğer iki sağlıkçı için de. Leyla, kimyasala kimsenin dokunmadığı konusunda netti. Ve kesinlikle benden daha sakindi.

Ben değildim.

Leyla'ya bir şey olma ihtimali etimi paralıyor gibi hissediyordum. Sivil Leyla ya da çalışma arkadaşımın yakını Leyla olarak değil. Canımın yarısının arkadaşı Leyla olarak.

Nil, hayatının en güzel evetini haykırırken, ki ben bunu birkaç ay sonra öğrenmiştim, Leyla buna şahitlik etmişti. Belki daha bir sürü an'a. Bir sürü gece kadeh tokuşturmuş bir sürü sabaha ağlayarak uyanmış olabilirlerdi. Bilmiyordum. Tüm bunlar birer varsayımdan ibaretti ama Leyla'nın Nil'in hayatına dokunmuş olması, onun canı için ekstra tedirgin olmama neden oluyordu.

Nil, annemi kaybettiğimizde hayata küsmüştü. Onun herhangi başka bir kayıpta, travmasının tetikleyeceğini biliyordum. Buna sebep olma ihtimaliydi bu kirpinin sebebi. Görüyordum. Bir kez daha, Nil'i incitmekten korkmuştum. Bunu, yeni gün ayarken içime dönebildiğim bu anlarda görebiliyordum. Nil'in hayatından birinin daha eksilmesiydi beni böyle korkutan. Ben onun hayatından eksilerek yok olmuştum. Ben onu, kendi hayatımın içinde yana döne aramaya başlamıştım.

O da benim eksikliğimle böyle kavruluyor muydu, deli gibi merak ediyordum.

Derin bir nefes alıp başımı masadan kaldırdım. Çantamı aldım. Odadan çıkarken hala yalnızca Nil'i düşünüyordum. O da benim gibi, benim için, teninde onlarca kirpiyle yaşıyor muydu acaba?

Turuncu Balonlar & Sonsuz Yalanlar Where stories live. Discover now