Yalan Olan Ne Ada?

2.5K 252 175
                                    

Jet köprüyü tamamlayıp uçağın içine girene kadar tek kelime etmemiştik. Günler sonra o tamamlanma ve kabullenme hali, duygusal olarak öyle büyük bir yük olarak binmişti ki omuzlarıma konuşacak dermanım kalmamıştı. Yine de uçağın hazırlanmasını beklediğimiz o yirmi dakika boyunca dizlerimi kucağımda toplamış ve ağırlığımı Turan'a vererek göğsüne sinmiştim. Yanılmamışım. Turan'ın göğsü, saklanılacak muazzam bir liman gibiymiş. Sırtımdan dolanan kolu beni öyle güzel hapsetmişti ki göğsüne, günlerce orada kalıp uyuyabilirmişim, orada uyusam da başka hiçbir yerde uyuyamazmışım gibi hissetmiştim.

Bana eşlik etmek için mi susmuştu bilmiyordum ama başımın üzerine yasladığı çenesinin saçlarımın arasında gezmesine, nefesinin saçlarımda dağılmasına deli olmuştum. Turan'da deli olacak şey sayısı gün geçtikçe artıyordu. Her an artıyordu. Artık bunu kabul edip sineme sarmıştım. Korku bakiydi ama artık baş etme hevesi de vardı içimde.

Uçağın içine adım attığımızda şık giyimli genç bir çocuk karşıladı bizi. Önden giden Ahraz ile tokalaştıktan hemen sonra Turan'a elini uzattı ve samimiyetle hoş geldiğimizi belirtti. Elimi tutmayan diğer eli ile çocuğun elini sıkan ve teşekkür eden Turan, kesinlikle ikinci Turan'dı. Beton gibi yüzünün her yanından resmiyet aksa da asla saygısız değildi. Hoştu. Allah kahretmesin her hali çok hoştu. Host beni başıyla selamlamayı tercih ettiğinde Turan gözlerini çocuğun üzerinden çekti ve elinin baskısını artırarak uçağın içine yöneldi. Sadık ağabeyin arkada uçuşla ilgili birkaç şey sorduğunu duysam da dinlenmemeyi tercih edip, Turan'ın adımlarına uyum sağladım. Elimi bıraktığı kısacık bir anda bakışlarım yüzüne çevrilse de Turan belime bastırdığı eli ile beni yönlendirerek koltuğun cam kenarına oturmamı sağladı. Hemen yanıma rahatça oturup başını koltuğun arkasına yasladığında bakışlarım bir kez daha biçimli yüzünü buldu. Yorgun görünüyordu. Ama hala çok yakışıklıydı. İki kişilik sayılmayacak ama bir kişilik kadar da küçük olmayan koltukta aslında sıkışmamıştık çünkü fark etmediğim bir zaman diliminde Turan'ın tenine bağımlı hale gelmiştim. Rahatsız olmuyordum. Onun koltuğa yayılması, hayatın doğal akışına uygun olarak tenimi böyle abluka altına alması rahatsızlıktan çok uzak bir kavramdı. İhtiyaçtı. Tartışmaya da açık değildi.

Gözleri kapalıydı ama onu izlediğimin farkında olduğunu biliyordum. Boynunu geri yatırdığından meydana çıkan adem elması kendini öyle güzel belli ediyordu ki parmak uçlarım karıncalanıyordu. Parmaklarımın isteği çok açıktı ve ben bu sızıyı dindirmeyi deli gibi arzuluyordum. Karşımızdaki koltuk boş olmasına rağmen yan tarafımızdaki koltuklara karşılıklı oturmayı tercih eden ikiliye baktım. Zaten tek koltuğa sığma ihtimalleri yoktu. Onlardaki dikkatim Turan yutkunduğu an dağıldı ve ben az önce ihtiyaçla kıvranan parmaklarımın isteğini bir kez daha hatırladım. Elim tam havalandığı an kucağımda titreyen telefon ile dişlerimi birbirine bastırıp gelen mesaja baktım.



Ahraz:
İki gündür uyumuyor yenge.




Ahraz'a cevap vermek yerine Turan'ın üzerinden eğilip ona baktım. Yüzünde mahcup bir ifade ile bana bakıyordu. Muhtemelen Turan'a dokunacağımı anlamış ama yorgunluktan ölmek üzere olan ağabeyime kıyamamıştı. Haksız değildi. Ben de kıyamıyordum. Konuşup Turan'ın düzene girmeye hevesli nefeslerinin ritmini bozmamak için sessizce gülümseyip gözlerimi yumdum. Ahraz'ın da yüzünde minnetin okunduğu bir gülümseme belirdi ama bu çok kısa sürdü. "Ahraz senin belanı sikerim." Gözleri kapalıydı. Mesajı okuma ihtimali yoktu. Müneccim miydi? Kucağında birleştirdiği ellerini açıp bir elini bana sardı ve omuzlarımdan tutup göğsüne çekti. "Bana dokunmak için bu itten icazet almanı gerektiğini düşündüren ne sana?"

Turuncu Balonlar & Sonsuz Yalanlar Where stories live. Discover now