Ben Zaten Ölmeye Gelmişim

2.5K 221 126
                                    

Emir Can İğrek ~ Muhalif

Allah belamızı vermek ister gibi bir haziran sıcağı ile İstanbul'u terbiye ediyordu.

Bir de özlemle beni.

Dokuzuncu günden bildiriyordum. Özlemek, uçsuz bucaksız ve sonsuz özlemek, dünyanın en kötü şeyiydi. Net. Çok net.

Camı kapatıp klimayı sonuna kadar açtım. Yüzüme vuran rüzgarın sıcağına bile tahammülüm yoktu. Hem belki klima yüzünden yine hasta olurdum ve bu defa ilkinde yapamadığı için mahçup olduğu tavuk suyu çorbayı yapmak için geri dönerdi Ankara'dan.

Saçmalıyordum. Özlemden kafayı yemek üzereydim.

Önümdeki ışıkların sarıya döndüğünü fark ettiğimde ayağımı gaz pedalından çektim ve sakince frene dokundum. Araba ışıklarda dururken dikiz aynasındaki bakışlarım Sadık ağabeyinkiler ile birleşti. Birbirimize başımızla selam verirken radyoda başlayan şarkı ile bakışlarım yeniden panele indi. Uzun zamandır dinlemiyordum bu şarkıyı. Uzanıp sesini açtım. Bu gece Tangöze gibiyim diye şarkıya başladığında sesini biraz daha açtım ve eşlik ettim.

Yaşama muhalifim, yaşamam arada bir
Ama bu sevdanın köpeğiyim hala
Solmuyorum daldan beni koparsalar da
Tekmele tekmele ölmedi Ali, onun gibiyim inatla.

Gözlerim hüzünle kapandı. Bundan on sene önce, henüz fakültenin ilk yılını yeni bitirmiş bir adalet insanı olarak, yaşanan adaletsizliği iliklerime kadar yaşamış ve hem okuluma hem de ülkeme dair bütün inancımı kaybetmiştim. Toparlamam zaman almıştı. Toparlamam, Cihangir ağabeyimin beni karşısına alıp, Beğenmediğin sistemin içinde yok olacaksan hemen şimdi dön buradan; yok eğer ben mazlumun yanında dururken vereceğim son nefesimi diyorsan hemen toparla kendimi. Böyle kendine bile sahip çıkamayan kimseye ihtiyacımız yok bizim sözleri ile olmuştu. Beğenmiyordum ve o sistemin içinde elimin değdiği hiç kimse o adaletsizliğe mahkum olmasın diye çırpınıyordum.

Sinyal verip emniyetin bahçesine girdiğimde Sadık ağabey de benimle birlikte girdi. Arabaları park edip indiğimizde hızlı adımlarla yanıma yürüdü ve arkasında kalan ünlü bir kahve zincirinin mağazasını işaret etti. "Girmeden bir şeyler mi yeseydin yenge?" İtiraz edeceğime çoktan hazırlandığından asla beklemeden devam etti konuşmaya. "Kahve seversin sen. İşmişsindir gerçi. Bir daha iç. Soğuk kahve iç. Oooh. İçin rahatlar mis gibi." Daha devam ederdi. Etmesin diye uzanıp kolundan tuttum. "Sadık ağabey. Ben de gel sana kahve ısmarlayayım diyecektim." Gür kaşları anında havalandı. "Sandviç de yeriz." Bir de gözleri açıldı bunu duyduğunda. Adam günlerdir yemek yemem için çocukmuşum gibi peşimde dolandığından bu teklifi asla beklemiyor olacak aceleyle başını salladı. "Yeriz yengem. Yiyelim hadi gel."

Vazgeçmemden korkar gibi aceleyle yürümeye başladığında sessiz bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. Çok özlüyordum. Çok özledikçe daha çok hırçınlaşıyordum ve bunun bir çaresi yoktu. Turan'ın dönmesi dışında.

Ağır kapıyı aralayıp içeriye girdiğimde sabahın çok erken bir saati olmasına rağmen kalabalık olan alanda boşalan bir masa dikkatimi çekince Sadık ağabeyin koluna asılıp durdurdum. "Şuraya oturacağım. Kahve muhakkak soğuk olsun olur mu?" Sadık ağabey beni başıyla onayladığında hızlı adımlarla masaya doğru ilerledim ve bu esnada çantamdaki telefonuma ulaşmak için elimle birlikte başımı da neredeyse çantamın içine soktum. Sandalyeye oturabilmem için geçmem gereken yerde bir çift postal fark ettiğimde duraksadım. Benim duraksadığımı fark ettiğinde, postalların sahibi sesine yansıyan bir mahçuplukla özür dileyip ayaklarını çekti. Çantamdan kaldırdığım başımla ona bakıp gülümsedim ve önemli olmadığını söyledim ama kıyafetlerinden özel harekatçı ya da özel tim gibi gibi bir şeye ait olduğunu düşündüğüm gruptaki polis ben ona baktığımda çoktan telefonuna geri dönmüştü. Önemsemeyip yanından geçtim ve boş bir sandalyeye oturdum.

Turuncu Balonlar & Sonsuz Yalanlar Where stories live. Discover now