ON YEDİNCİ BÖLÜM

En başından başla
                                    

Siyah kaşları havalandı. "Ne dersiniz Helena bana Charles diyebilecek misiniz?" diye sorarken gözleri eğlenir gibi bakıyordu. Pencereden vuran ışık yüzüne yansıdığında bakışlarımı kaçırdım. Neden bu adamdan etkilendiğimi düşündüğümde içime hüzün kaplıyordu biliyordum. Böyle bir adama ait olmanın merakı içime yabani ot gibi kök salıyordu. Ne kadar koparıp atarsam atayım tek bir bakış, tek bir gülüşle yeniden ortaya çıkıyor beni zehirliyordu.

Gülümsemem silindi. Bakışlarına odaklanırken tereddüt etmeden "Charles," dedim. İsmini benim sesimle duymak irkilmesine neden oldu ama hemen kendini toparladı. Sert mi söylemiştim acaba? Dudaklarımdan dökülürken hayranlığımı belli etmemek için kendimi zor tutmuştum. Bu da sesimin daha sert çıkmasına neden olmuş olabilirdi.

"İnsanların içinde samimi olmak için elimizden geleni yapalım. Gerekirse yalnız olduğumuzda da," dedi imalı bir sesle. Onun yakınlık kavramını beni daha önce bu odada kollarının arasına aldığında öğrenmiştim. Bir daha beni öyle öpecek miydi bilmiyordum. Düşünmek, hayal etmeme, hayallerim düş kırıklıklarına dönüşsün istemiyorsam çizilen sınırın diğer tarafından kalmaya özen göstermeliydim. Tek yapmam gereken şey kendi zamanıma dönene kadar yalancı nişanın tüm iyi yanlarının keyfini çıkarmaktı.

Konuşmamız orada sonlandı. Eğer mezarlığa gitmek istiyorsak erkenden hareket etmeliydik. Evin sakinleri hala uyuyordu. Nişanımız açıklanmadan önce sorun çıkmasını istemiyordu. Bu zamanlarda veya modern zamanlarda fark etmiyordu. Toplum baskısı her zaman varlığını sürdürecek kadar güçlüydü.

Rose'un mezarını ziyaret etmek istememin nedeni burada tanıdığım küçük arkadaşıma veda etmekti. Onunla konuşmamıştım, yemek yememiştim ama kollarımda tutup masum gülüşüne şahit olmuştum. İlerlemeden önce ona doğru dürüst bir şekilde veda etmem gerekiyordu.

"Gidelim mi Helena?"

Masanın arkasında dikiliyordu. Dikkatli bakışları üzerimde geziniyor, ruh durumumu anlamaya çalışıyordu. Yeniden ağlayacağımdan endişeleniyor olabilirdi. Erkeklerin kadınların gözyaşlarına tahammülü yoktu. Bu zamandaki erkeklerinde fark olduğunu düşünmüyordum.

Derin bir nefes alarak oturduğum koltuktan kalktım. Elbisemin kırışan yerlerini düzelttim ve ellerimin iki yanımda yumruk halinde durmasına izin verdim. Cesaretimi kaybetmeyecektim. Kötü olaylarla yüzleşmek onları geride bırakmak gerekirdi. Kaçmak sadece yıllarca bir kambur gibi kötü anıları sırtında taşımak demekti.

"Gidelim," dedim onu beklemeden kapıya doğru ilerlemeye başladım. Bazen zamanın kurallarını hiçe sayıyordum, farkındaydım. Her zaman Helena gibi davranamazdım.

Dük ile beraber çalışma odasından çıkıp geniş koridorda yürüdük. Başka zaman olsa koridorun duvarlarında aslı olan portrelerin kime ait olduğunu sorardım ama yapacağımız ziyaretin kederi çoktan bir pelerin gibi omuzlarıma çökmüştü. Malikaneden çıkana kadar ikimizde tek kelime etmedik.

Sabahın güneş ışığı bahçeye tatlı bir hava katıyordu. Çiçeklerin üzerinde gezinen arıların seslerini uzak olmama rağmen duyabiliyordum. Bahçedeki çeşme sularını havuza dökerken çıkan şıpırtılar tuhaf bir huzur sağlıyordu. Merdivenlerden inerken dük elimi tüy kadar hafif bir tutuşla kaldırdı ve kolunun üzerine koydu.

Bu hareketi ona bakmama neden oldu. Güçlü bedeninin yaydığı sıcaklık bana güven veriyordu. Onun yanında olmayı dileyecek kadar iyi hissediyordum. Boğazıma tırmanan, gözlerimi nemlendiren yalnızlık duygusunu görmezden gelmeye çalıştım. Helena'nın bedeninde olmak yalnız olmadığım anlamına gelmiyordu. Bildiğim, içine doğduğum yüzyıldan çok uzaklardaydım. İnsan tutunacak bir dal arıyordu. Yanımda yürüyen adamın bir an için gerçekten eşim olduğunu hayal ettim. Bir ömür onun yanında kalmam gerekse aileme, arkadaşlarıma, kendi zamanıma sırtımı dönebilir miydim?

Dük ile Beş ÇayıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin