ON BİRİNCİ BÖLÜM

En başından başla
                                    

Fazla kıyafet olmadığı için nane yeşili elbiseyi yeniden giymek zorunda kalmıştım. Elbiseyi seviyordum. Ne kadar giyinmekten dirsek kısımları biraz aşınmış olsa da benim saçlarıma benzeyen Helena'nın bal rengi saçlarıyla yüzüne ayrı bir ışık katıyordu. Kendimi birine beğendirmek için değil iyi hissetmek için güzel görünmekten hoşlanıyordum.

Polly saçlarımı ensemde güzel bir topuz yaptıktan sonra saçlarımdan birkaç bukleyi yüzümün etrafında serbest bıraktı. Genç yaşına rağmen oldukça yetenekli bir kızdı. Elinden her iş geliyordu. Bu zamanda onun gibi olmazsa insanların ne kadar zorluk çekebileceğini düşündüm. Açıkçası bu zamanlar durumları iyi olanlar için altın çağ denilebilirdi. Fırsat eşitsizliği yer ülkede her yüzyılda vardı.

Eteklerim giydiğim hafif topuklar sayesinde yere sürülmüyordu. Merdivenlerden inerken hariç. Attığım her adımda etek savruluyor, hoş bir kumaş sesi bırakıyordu. Sonunda dün gece dükün beni bulduğu basamağa geldiğimde adımların durakladı. Geceyi çok net hatırlamıyordum bu yüzden şüphelerim vardı ama gözüm halıdaki mum lekesine takıldığında gülümsedim. O mum lekesi başkasından dolayı orada olabilirdi ama ben dün gecenin rüya olmadığına inanmayı seçiyordum.

Sonunda yemek salonuna geldiğimde birkaç gün önceye göre kalabalık olduğunu fark ettim. Saat öğlene doğru geldiğindendi belki. Uşağın bana uzattığı tabağı aldığımda ona gülümseyerek teşekkür ettim. Benim tavrım karşısında yumuşayan ifadesi gözlerimden kaçmadı.

Tabağıma baharatlı sosis, peynir dilimleri, kızarmış yumurta, cevizli ufak kek ve kaymak aldım. Kurt gibi aç hissediyordum kendimi. Masaya otururken insanlardan uzak bir yer seçmeyi ihmal etmedim. Ne yazık ki William'ın beklenti dolu, Maria'nın öfkeli ve Leydi Hillant'ın utangaç bakışlarından kaçamadım. Edward'ı erkenden ayrılmak için ikna edebilir miydim acaba?

"Günaydın," diyen sese döndüğümde baharatlı sosisleri parçalara ayırıyordu. Bakışlarımı karşımdaki sandalyeye oturan adama diktim.

"Günaydın Edward," dedim ağzıma bir lokma atmadan önce. Onun tabağı benimkinin neredeyse iki katı kadar doluydu. Masadaki fincanlarımızı doldurmak için gelen hizmetçi işini bitirene kadar tek kelime konuşmadık. Ben sessizce yemeğime devam ettim. Dünya dursa o yemeği yemeden paniklemezdim bile.

Sonunda hizmetçi sıcak çaylarımızı doldurmuş yanımızdan ayrılmıştı. Masada çatal bıçak sesleri ve yapılan konuşmaların ahenkli uyumu vardı. Kendimi dönem filminde oyuncu gibi hissediyordum. Bu sahnede rolüm sandalyemde oturup keyifli yemeğin tadını çıkarmakmış gibi.

Bunu yapabilirdim.

Edward kekini keserken, "Dün rahatsız olduğunu duydum. Kendini nasıl hissediyorsun?" Sesi samimi geliyordu.

"Gayet iyiyim," diyerek kısaca cevapladım. Bu zamana kadar konuşmadan gayet ilerlemiştik. Bundan sonra da durumun değişmesi için bir neden göremiyordum.

Edward huzursuz görünüyordu. "Helena eğer kendini iyi hissetmiyorsan buradan erken ayrılabiliriz."

Onun teklifi karşısında az kalsın dudaklarıma götürdüğüm çay fincanını düşürecektim. Son anda kendime hakim olup çayımdan kocaman bir yudum aldım ama sıcak çay yüzünden dilimin haşlanmasına neden oldum. Sıcak terler dökerken hissin geçmesini bekledim.

"Neden?" diye sordum. "Benim için bir değişiklik yapmayacağını söyledikten sonra hemde."

Edward söylediklerimden rahatsız görünüyordu. Belki de artık o da bir abiye uygun davranışlar sergilemediğini anlamıştı.

"Bana verdiğin sözü tuttun. Bunu senden beklemiyordum bile. Eğer onları görmek hala canını yakıyor ve bu durum hasta olmana neden oluyorsa bir dakika daha düşünmeden yola çıkabiliriz."

Dük ile Beş ÇayıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin