SEKİZİNCİ BÖLÜM

Start from the beginning
                                    

Polly elinde bir fincan sıcak çikolatayla içeri girdi. "Günaydın Bayan Mercer sıcak çikolatanızı getirdim," dedi her zamanki saygılı tavrıyla bana yaklaştı. Elinden fincanı alırken gülümsedim.

"Teşekkür ederim Polly, kahvaltı hazır mı?" Aşağıya inmek için sabırsızlanmıyordum ama Sebastian Caversham'ı görmekten çekiniyordum. Benimle konuşmak için bir şekilde zaman bulacaktı ve dükle konuştuğu kadar imalı konuşmayacağını biliyordum. Derin bir iç çektim.

Polly elbisemi almak için paravana giderken konuştu. "Kahvaltı hazır efendim. Birkaç misafir çoktan kahvaltılarını etti bile."

Hangi misafirler olduğunu umursamıyordum. Sormak istediğim dükün kahvaltı yapıp yapmadığıydı. Belki hızlı bir kahvaltı yapıp kırsalda ata binmek için evden çıkabilirdim. İngiliz kadınlarının ata yan eyerle oturduklarını biliyordum. Daha önce hayatımda ata binmemiştim ama Helena bu işte iyi gibiydi. Anılarına ulaşabiliyordu, ata bindiği zamanları hatırlayabiliyordum.

"Polly lütfen binici kıyafetlerini hazırlar mısın? Kahvaltıdan sonra ata binmek istiyorum," dedim hızlıca. Dudaklarıma götürdüğüm lezzetli sıcak çikolatadan ufak bir yudum aldım. Doğada zaman geçirmek iyi gelecekti. İnsanların arasında rahat edemediğime göre eşsiz kırsalın tadını çıkarabilirdim.

Polly menekşe rengi binici kıyafetlerimi çıkardığında ona teşekkür ederek elimdeki boş fincanı sehpaya bıraktım. Kendim giyinmeyi tercih ettiğim için artık ısrar etmiyordu. Paravanın arkasına geçerek kıyafetlerimi seri hareketlerle giydim. Uzun kuyruklu ceket ve bol bir pantolon ayağıma da hırpalanmış çizmelerimi giydiğimde ata binmek için hazırdım. Açıkçası heyecanlıydım. Bırakın ata binmeyi yanına bile yakınlaşmadan otuz üç yıl geçirmiştim.

Paravanın arkasından çıktığımda Polly elinde elbiseye uygun olan şapkayı tutuyordu. Başımı salladım. "Onu takmak istemiyorum," dedim hemen. Helena çillerinden rahatsız olabilirdi ama hem güneş çıkacak gibi durmuyordu hem de şapkadan rahatsız oluyordum. Pijamalarımla markete gittiğim zamanlarda aslında ne kadar şanslı olduğumu bilmiyordum. Şimdi gecelikle kahvaltıya insem deli olduğumu düşünürlerdi. Böyle bir zamanda akıl hastalarına nasıl davrandıklarını düşünmek ürpermeme neden oldu.

Polly'i odamda bırakarak kahvaltıya indim. Birkaç lokma bir şey yiyecek, sonra seyislerden birine uygun bir atı hazırlamasını söyleyecektim. Tabi içlerinden biri de bana eşlik edecektim. En azından bir süre daha Sebastian Caversham'dan uzak kalabilirdim.

Kahvaltı için yemek salonuna adım attığımda içeride dükün olmadığını gördüm. Üç erkek misafir ki bunlardan biri William'dı. Dört kadın olduğunu gördüm. Maria ortalıkta görünmüyordu.

Elime bir tabak alarak kızarmış yumurta, baharatlı sosis, kaz ciğerli börek ve peynir aldım. Masaya otururken elimden geldiğince William'dan uzakta durdum. Onunla konuşmak istemediğim gibi yakın durmakta istemiyordum.

"Dün gece çok az dans ettiniz," dedi leydi Gill. Onun konuştuğunu anlamam bedenimin titremesine neden oldu. Leydi Gill Helena'nın anılarında vardı. Kadın sosyetenin ayaklı gazetesiydi. Duymadığı olay yok gibiydi. Üstelik haberleri yaymada üzerine yoktu.

Anlayışının altına sakladığı tuhaf iması Helena'nın gülümsemesine neden oldu. Charles ile yaşadıklarımızı bilemezdi. En azından bu konuda rahat hissediyordum.

Sosisi küçük parçalara ayırırken cevap vermeyi ihmal etmedim. "Ne yazık ki baş ağrım başlayınca odama çıkmak zorunda kaldım," dedim onun iri ve sulanmış gözlerine bakarak. Kadın tam bir kibir abidesiydi. Düşesin bu yaşlı ve kendini beğenmiş kadını neden çağırdığını anlamıyordum. Bu arada elimdeki gümüşlere şaşkınlıkla baktım. Demek gümüş takımlar böyle bir şeydi. Saplarının en sonunda düklüğün sembolü olduğunu düşündüğüm tuhaf bir amblem vardı.

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now