İKİNCİ BÖLÜM

Start from the beginning
                                    

Peki zihnimdeki bana ait olmayan anıları nasıl açıklayacaktım? İnsanın bilinci bu kadar geniş kapsamlı ve detaylı bir senaryo yazabilir miydi?

Falcının söylediğine göre önceki hayatımdaydım. Aramızda reankarnasyona inanan tek insan Ceren'di ve her zaman kendisinin bir önceki hayatında prenses olduğunu söylerdi. Ona inanmaz, anlattıklarıyla alay etmek için Sibel'le fırsatını asla kaçırmazdık. Onu hatırlamak ruhumda açılan karanlık dolu yarığın daha da genişlemesine neden oldu.

Oldukça yüksek yataktan ayaklarımı sarkıttım. Ayaklarımın yerdeki terliklere ulaşmasına bakışırsa kısa boylu bir kadın değildim. Kırk yıl düşünsem bir şekilde geçmiş hayatıma gelebileceğimi düşünmezdim. Özellikle bir baronun ikinci çocuğu olarak yaşadığım bir hayat olmasına ihtimal vermekte zorlanırdım.

Terlikleri giymeden zemine basınca soğuk sanki ayak tabanımdan hızla başıma vurdu. Hemen ayaklarıma terlikleri geçirdim. Oda da ateş yanmasına rağmen içeriyi tam olarak ısıtmıyordu. Ağır adımlarla masanın üzerinde duran mumlardan birini tutarak kaldırdım. İleride giysilerin olduğu bir dolap vardı. Onun tam yanında ise aradığım eşya vardı; boy aynası.

Mumu kaldırarak aynaya yaklaştım. Aynaya yansıyan görüntüm nefesimin kesilmesine neden oldu. Temel olarak hala kendime benziyordum. Bal rengi saçlar kalın bir örgü halinde belime iniyordu. Ela gözlerimin yerinde koyu yeşil olduklarını düşündüğüm bir renk hakimdi. Yüz çizgim daha keskin, dudaklarım daha inceydi. Hem kendime benziyordum hem de alakam yoktu.

Kabusun içindeydim sanki. Baş ağrım olmasa kabusta olduğuma emin olabilirdim bile.

Boyum yine bir yetmişi buluyordu. Bedeni benimkinden daha zayıftı. Helen baronun kızı olabilirdi ama oldukça fakir bir barondu.

Mumu düşürüp yangın çıkarabilirim korkusuyla masanın üzerine geri koydum. Titreyen bedenimle yatağa geri ilerledim. Gül desenli duvar kağıdı dikkatimi çektiğinde ruhumun çekildiğini hissettim. Yatağın içine girerek örtüyü üzerime sıkıca örttüm. Bu bir kabustu. Gözlerimi sımsıkı kapatıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Uyuyacak, uyandığımda odamda uyanacaktım. Tüm bunlar korkunç bir kabus olarak kalacaktı. Hatta her kabusumda olduğu gibi hatırlamayabilirdim bile.

Uykuyla uyanıklık arasında kendime durmadan bunu sayıkladım.

Tanıdık bir ses uykumun arasında bana ulaştı.

Biri perdeleri çekiyordu.

Homurdandım. Annemler eve gelmiş olabilir miydi? O halde evin halini gördükten sonra sağlam bir fırça yiyecektim. Uyku o kadar tatlıydı ki uyanmak istemiyordum. Diğer tarafa döndüğümde yeniden uykuya dalmak istedim. Yanımdaki kişi ise bu sefer kazımaya benzer sesler çıkarmaya çalıştı. İstemsizce kaşlarım çatıldı. Odanın içinde bu sesi çıkaracak ne vardı?

Zihnime olanlar yeniden canlandığında gözlerim birden ardına kadar açıldı.

Bir zamanlar kırmızı olan şimdi ise soluk bir pembe rengini almış gül desenli duvar kağıtlarını gördüm.

Hayır, tüm bunlar gerçek olamazdı.

"Bayan Mercer uyandınız mı?" diye sordu genç bir kadın sesi.

Örtüyü çekip yatağın ucunda elinde kül dolu kovayla dikilen genç hizmetçiye baktım. İsmi Rose'du. Kasabada durumu kötü olan çok çocuklu bir ailesinin bilmem kaçıncı kızıydı. Az para almasına rağmen Eden Park'ta hizmetçi olarak çalışıyordu.

Zihnimde beliren bilgiler bir biri ardına gelirken başımın döndüğünü hissettim. Sanki iki ayrı yazı üst üste gelmiş ve üstteki diğerinin okunmasını engellemiş gibi Helena'nın anılarını daha net hatırlayabiliyordum.

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now