あ Yirmi Bir

29 1 16
                                    

🎶 RM - tokyo


YILLAR ÖNCE JAPONYA, TOKYO

Haksızlıktı. Yaşadığım onca yıla haksızlıktı. Ash'in güzel yeşil gözlerine haksızlıktı. Anneme haksızlıktı. Saya'ya haksızlıktı.

Işıltılı Tokyo gecelerinden biri dahaydı. Üssün çatısına çıkmıştım. Sarah uyumaya gitmişti. Nick ortalıkta görünmüyordu, bende biraz düşünmek için çatıya çıkmaya karar vermiştim. Hava yavaştan soğuyordu, sonbahar gelmişti. Soğuk havaları hiç sevmiyordum. Beni depresif hissettiriyordu. Yuki de soğuk bir gecede gittiği için öyle hissediyor olmayasın Siya? Evet, bu yüzdendi aslında.

"Siya!" Babamın gür sesi ta çatıdan bile duyulmuştu. Endişeyle aşağıya baktım. Yanında iki askerle orada dikilmiş, bana bakıyordu. Aceleyle kalktım ve hızlıca aşağıya indim. Yine kızmıştı. Ama neye kızmıştı?

"Efendim?" dedim yanına vardığımda. Ellerini arkasında birleştirmiş, kaşlarını çatmıştı. Üzerindeki asker üniformasına takıldı gözlerim. Yalancılar ve yabancılar. Babam bu üniformayla bana yabancıydı. Bu üniformayla bir yalancıydı.

"Eğitiminden erken çıkmışsın?" dedi teyit eder gibi. Ah, Yuta. Babama söylemişti tabii ki. "Evet." dedim cesur görünmek için. Çenemi dikleştirdim ve babamın gözlerine baktım. Ben gözlerimi annemden almıştım. Ama Saya'nın gözleri babama çekmişti. O ne kadar başka bir kızı olduğu gerçeğini kabul etmese de, bir yerlerde onunla aynı gözlere sahip bir kız nefes alıyordu.

"Emirlerime uymak istemiyorsan, cezasını çekersin." Korktum. Ama bunu ona belli etmemek için sırıttım. Ne de olsa böyle yapmayı bana o öğretmişti. "Kolum hâlâ yanıyor baba, biliyor musun?" Attığı o çiziğin izi hâlâ duruyor. Ona baktıkça babamın ne kadar korkunç bir adam olduğunu hep hatırlıyorum. Şeytan sensin. Şeytan senin kanın.

ŞİMDİKİ ZAMAN, KARŞI ADA

Kan dökülecek, kim olacak? "Hemen buradan gitmeliyiz." dedim titreyen sesimle. Herkes kayığa geçti hızlıca. Kayık siyah suyun üzerinde yavaşça süzülmeye başladığında bir gürültü daha koptu ve karanlık sarayın diğer kısmı da çöktü. Göğüs kafesimin ortasına karanlık çökmüştü, çok korkuyordum ve ne yapacağımı bilmiyordum. Kapana kısılmıştık. "Kayık gitmiyor." dedi Naoki birden. "Durdu!"

"Olamaz." dedi Beth. "Diyar savaşı hissetti, her şey durdu!"

"Şimdi ne yapacağız?" dedim Beth'in gözlerine bakarak. Onunda korktuğunu görüyordum. Bu diyarın en yaşlı cadısı bile korkuyordu. "Bilmiyorum."

"Yüzerek gidelim." dedi Naoki.

"Burası çok derin oğlum, boğulursun." diye cevap verdi Beth. Ash'in gözlerine baktım. Donup kalmış bir halde yıkılacak olan saraya bakıyordu. Bir anda kayık geldiğimiz yere dönmeye başladı. Beth ne kadar durdurmaya çalışsa da işe yaramadı. Yeniden ayaklarımız zemine bastığında dudaklarımı ısırarak Beth'e baktım. "Savaşın bitmesini mi bekleyeceğiz? Burada böyle durursak öleceğiz."

"Diyar askerleri ve Karşı Ada askerleri birazdan burada olurlar. Gidip saklanmalıyız." İstemeye istemeye korkunç görünen ormana baktı. "Ormana. İskelet Ormanı'na." Harika. İsmi bile ölüm gibiydi. "İsminde bile hayır yok." dedi Elle. "Ne var bu ormanda?"

"Hırsız cinler, yarasalar. En kötüsü de yamyamlar." Gözlerim büyüdü şokla. "Beth, ölmek istemiyoruz. Saklanmak için kötülük yuvasına mı saklanacağız gerçekten?"

"Güvenli bir mağara var. Oraya ulaşırsak savaş bitene kadar güvende oluruz."

"Yolculukta ölme riskimiz daha yüksek." dedi Naoki. "Başka bir seçeneğimiz yok mu? Cadısın sen, iki büyü yapıp bizi saklasana? Ya da ne bileyim portal açıp bizi Dünya'ya def etsen?"

DurdurulamazWhere stories live. Discover now