あ On Dokuz

33 2 3
                                    

🎶 Fleurie, Tommee Profitt - Hurts Like Hell

ASH

Soğuk.
Buz gibi.

Kaç gündür buradaydım bilmiyordum. Zaman algım yoktu artık. Hiçbir şeyim yoktu. Gözlerimi yavaşça araladığımda, beyaz tavanla göz göze geldim birkaç gündür olduğu gibi. Kulaklarıma vücudumuza bağlanan makinelerin sesi dolmaya başladı, tamamen uyanmıştım artık. Başımı yavaşça sağ tarafa çevirdim ve Elle'in sarı saçlarını gördüm. O uyuyordu hâlâ. Ama yaşıyorduk. Yutkunduğumda kuruyan boğazım acıdı, sedyeye bağlanmış olmanın dezavantajlarından biri daha. Kalkıp su bile içemiyordum.

Ne olmuştu en son? Ah, Albert yakalamıştı bizi kaçamadan... Canımızı yakıyordu. Bunca zaman yaptıkları yetmemişti ona. Siya'yı benden alması yetmemişti. Hep daha fazlasını istiyordu. Hep isteyecekti. "Ash?" Elle'in titrek sesiyle başımı yeniden ona çevirdim. Yüzü bembeyazdı, solgun görünüyordu. "Elle? İyi misin?" Başını salladı. İkimizin de üstü başı kan içindeydi. Kendi kanımızın. "Sen iyi misin?" Başımı salladım. "Evet. Yaşıyorum hâlâ."

"Buradan nasıl çıkacağız?" dedi endişeli gözlerle laboratuvara bakarken. "Nyx bize yardım edecek." dedim. Nyx kaçmayı başarmıştı, bizi bırakmak istememişti ama ona kaçmasını söylemiştim. Eğer o gitmeseydi hiç şansımız olmayacaktı. "Siya'dan hâlâ haberimiz yok." dediğinde gözlerimi yumdum. Bu kaçıncı gidişiydi... "Öldüreceğim Albert'ı." dedi öfkeyle. "Ne kadar Siya'nın babası olursa olsun, o ölmeden bize huzur yok."

"Onu öldürmek için önce buradan çıkmalıyız."

"Güçlerimizi neden almadı sence?" diye sordu birden. Kaşlarımı çattım. Üzerimizde deney yapıyordu ama güçlerimizi almamıştı. "Bilmiyorum." dedim dudaklarımı büzerek.

"Tek amacı bizi yaralayıp acı çektirmek mi?"

"Bahsettiğimiz kişi Albert, her şeyi beklerim ondan."

"Buradan çıkmanın bir yolunu bulmamız gerek Ash, o gelmeden burada çıkmalıyız."

"Nasıl yapacağız Elle?" Ben vazgeçtim Siya. Burada duruyor ve ölmeyi bekliyorum. Çok üzgünüm. Ama güçlü değilim. Senin gibi güçlü değilim...

SİYA

Etrafta uçuşan beyaz kelebeklere tebessüm ederek baktım. Sarayın balkonu gerçekten çok hoştu. Tatlı bir rüzgâr saçlarımı acelesiz bir şekilde uçuşturduğunda, babamın saçlarımı nasıl kestiğini hatırladım. Acımadan elindeki makasla kesmişti saçlarımı. Parmaklarım benden bağımsız saçlarıma dokunduğunda yutkundum, farklı bir diyarda olsam bile canımı yakmayı başarıyordu. "Siya?" Axel'ın sesiyle düşüncelerimi kovup arkamı döndüm. Belli ki yeni uyanmıştı. Gülümsedim. "Günaydın."

"Günaydın, sen iyi misin? Solgun görünüyorsun." Kaşlarını çatarak yanıma geldi. Omuzlarımı silktim. "İyiyim." Aslında iyi falan değildim. Hâlâ gece gördüğüm kâbusun etkisindeydim. "Dökül." dedi Axel kaşlarını kaldırarak. "Neyin var?" İç çektim ve kollarımı balkonun görkemli demirlerine yasladım. "Gece bir kâbus gördüm. Ash'le ilgiliydi. İçimde kötü bir his var Axel. Yani rüyam yüzünden gereksiz bir his de olabilir ama yine de var..."

"Bende gece kâbuslar gördüm." dedi ve benim gibi kollarını demirlere yasladı. "Diyar bize ihtiyacımız olanı verir demişti Beth, sanırım bunun anlamı da, Ash'in bize ihtiyacı var demek." Sıkıntılı bir nefes alıp verdim. "Kraliçenin portal açacağı falan yok. Bunu bizim yapmamız gerek." dedim kaşlarımı çatarak. Bana baktı şaşkınca. "Gizli gizli mi yapacağız? Ya yakalanırsak gidemeden?"

DurdurulamazWhere stories live. Discover now