あ Sekiz

25 4 1
                                    


Siya

Geçmiş, kanata kanata hatırlatırdı anıları. Elini göğsüne sokar, kalbini parçalayarak çıkarırdı. Kabuk bağlayan yaralar acıtmazdı ama her baktığınızda anılar aklınıza gelirdi. Ama en kötüsü, hiç kapanmayan ve her zaman kanayan açık yaralardı. Sabah olmuştu, güneş doğmuştu ve ben yorgun bakışlarımı esen hafif rüzgarla dans eden ağaçlara dikmiştim. Ne kadardır o balkonda oturuyordum bilmiyordum ama etrafta askerlerin seslerini duymaya başlamıştım. Keşke yatağımda huzurlu bir uyku çekebilseydim. Uyusaydım saatlerce, günlerce... Yorgun ruhumu dinlendirebilir miydim o zaman? Diner miydi çığlıkları?

Kuru dudaklarımı ıslattım ve gerinerek doğruldum. Esnediğim sırada aşağıdan bana bakan Yuta'yı gördüm. Siyah saçları dağınıktı, üzerinde pantolondan başka hiçbir şey yoktu, buradan bile uyuyamadığını anlayabilmiştim. O bana düşmandı, birbirimizi en iyi biz bilirdik. Ben on dört yaşındayken girmişti hayatıma. O günü hâlâ hatırlıyordum.


-Bir Miktar Zaman Önce-

On dört yaşındaki ben, cılız ve ürkütücüydü. O gün hava yağmurluydu, bir çadırın önünde oturmuş yağan yağmuru izliyor ve kardeşimi düşünüyordum. Şimdi altı yaşında olmalıydı, kim bilir ne tatlıydı... Onu düşününce cansız dudaklarımda ufak bir tebessüm yer edindi. Ne iyi olurdu şimdi onun bebek kokusunu duymak...

"Siya."

Babamın sert sesiyle irkilerek sağ tarafa döndüm. Yanında benim yaşlarımda bir erkek çocuğu ve zayıf bir kız çocuğu vardı. Erkek çocuğunun gözündeki öfkeyi görmüştüm. Kız daha ürkekti. "Onlar kim?" diye sordum zayıf sesimle. Babam ellerini ikisinin omzuna koydu. "Nakamoto ailesinin çocukları, Yuta ve Yuki." Başımı salladım anladım der gibi, babam üsse gelen her çocuğu bana tanıtırdı. Farklı bir işkence yöntemiydi herhalde. "Yuta'yla birlikte eğitim göreceksiniz. Ayrıca birbirinize yardım edeceksiniz." Ona neden diye sormak istedim ama sadece kafamı sallamakla yetindim. Bana açıklama yapmayı sevmezdi, sonunda azar işitmekle kalırdım.

Babam bize son kez baktıktan sonra yavaş adımlarla yanımızdan ayrıldı. Yuta bana baktı, simsiyah gözleri vardı ve kendimi garip hissettirmişti. Bu hissin adı korkuydu. Bakışlarımı kucağımdaki ellerime çevirdim hemen. "Başkanın meşhur kızı sen misin?" Alayla güldüm. "Beğenemedin mi?" Kaşlarını çattı ve kollarını göğsünde birleştirdi. "Çok zayıfsın."

Ona kaşlarımı çatarak baktım ve yumruklarımı gösterdim. "Görmek ister misin?" Sırıttı ve o da yumruklarını kaldırdı. "Olur." Hızla ayağa kalktım ve bana atacağı yumruktan çevik bir hareketle kurtulup sırtına bir tekme geçirdim. O sendelerken vakit kaybetmeden bacağına bir tekme geçirdim ve yere düşmesini sağladım. Önüme gelen saçları üfledim ve alayla gülümsedim. "Ne düşünüyorsun? Sence zayıf mıyım?" Bana korku dolu gözlerle bakan kız kardeşiyle göz göze geldiğimde, kaderin kör ipi boynuma dolanmıştı.

-Şimdiki Zaman-

Yuta bana sırıttı ve ellerini siyah kotunun cebine sokup yürümeye başladı. Arkasından baktım birkaç saniye, ben burada yokken kas yapmıştı anlaşılan. Sanırım benimle dövüşmeyi gerçekten istiyordu. İç çekerek ayağa kalktım ve aşağı kata indim. Babam çoktan çıkmıştı, tek başıma kahvaltı edecektim yani. Dudaklarımı ısırıp mutfağa girdim. Bu evin her bir köşesinde annemden izler vardı, mutfağa adım attığımda gözümün önüne gelen annemle burukça gülümsedim.

DurdurulamazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin