Ama endişelenecek zaman yok, diye hatırlattı kendine. Yönetmesi gereken bir ekibi ve patlatması gereken bir bombası vardı.

"Hadi!" diye bağırdı Levi ve askerler lağımdaki bir fare sürüsü gibi yavaş, temkinli ama ölümcül bir şekilde onu siperler boyu takip etti.

Haberciler, Almanların yerini bildirmek için sürekli olarak gelip gidiyordu. Bazen haberlerle ama çoğunlukla endişeli yüzlerden başka bir şey olmadan. Her şey rahatsız edici bir sessizlik içindeydi.

Saat artık 8'i çeyrek geçiyordu. Patlayıcılar patlamaya hazırdı ama düşman görünürlerde yoktu. Almanlar nerede?

"Bodt." Arkasında yürüyen çocuğu yanına çağırdı ve ona bir dürbün uzattı.

Marco yüzüstü uzanmak ve vadiyi incelemek için ahşap duvarlara tırmandı. Vadi boyunca geniş bir çiçek tarlası uzanıyor, orayı batmakta olan bir güneşin kanlı kırmızısına boyuyordu.

"Ee?" diye sordu Jean Marco'nun sessizliği karşısında gerilmiş bir halde.

"Gelincikler açar Flanders tarlalarında..."*

"Ha?"

"Bu bir şiir." Marco dedi ve tekrar sakin bir şekilde siperlere indi "Artık nehirden çok uzaktayız. Ormana giriyoruz."

"Alman yok yani?" Levi değerlendirdi.

Marco başını salladı.

"Lanet olsun." dedi Levi bir tahtaya oturmak için eğilerek. Adamlarına ateşlerini kesmelerini ve Almanlar tuzağa düşene kadar sırayla nöbet tutmalarını emretti. Patlayıcılar tehlikeli bir şekilde yakınlarda, sadece birkaç metre ötede bulunuyordu ve Erwin yoktu.

Siperlerin iç tarafında nöbet tutan ilk kişi Jean oldu. Dürbünüyle gözlem yapmak için büyük bir kayanın arkasına yerleşti. Omzunun üzerinden bakan Jean, Marco'nun arkasında oturduğunu gördü.

"Bana arkadaşlık etmene gerek olmadığını söylemiştim sana."

"Sadece manzarayı izlemek istiyorum." Marco elindeki yaprakla oynayarak ona gülümsedi.

Jean başını iki yana salladı ve tekrar dürbünüyle vadiye baktı. Arkadaş edinmek için orada olmadığını hatırlattı kendine. Ama en azından Marco onunla bir şey paylaşıyordu: Tamamen farklı nedenleri olsa da ikisi de huzur için savaşan yabancılardı.

Jean, bakışlarını vadiden ayırmadan, "Peki." dedi. "Şiirin geri kalanı?"

"Duymak istiyor musun?"

"İstemesem neden sorayım?"

Derin bir nefes alan Marco şiirin devamını ezberinden okudu.

"Yerimizi işaret eden haçların arasında, sıra sıra,
Ve gökyüzünde Toygarlar uçarlar hala cesurca şakıyarak,
Aşağıda zorla duyulan silah sesleri arasında.
Biz ölüler, birkaç gün önce yaşadık
Şafağı hissettik, günbatımının parıltısını gördük,
Sevdik ve sevildik,
Ve şimdi yatıyoruz flanders tarlalarında."

Jean kıkırdadı. "Pek cesaret verici değil, değil mi?"

"Bence çok güzel." dedi Marco, Jean görmese de sıcak bir gülümsemeyle. "Sevmek ve sevilmek uğruna ölmeye değer."

Jean ona döndü ve Marco gözlerini kaçırana kadar sessizce bakıştılar. Marco gözlerini kaçırınca, Jean toparlanıp dürbünü tekrar eline aldı.

"Kaptan! Birisi geliyor!"

"Almanlar mı?"

"Hayır..." Jean dürbününü kenara koydu, artık onlara yaklaşan figürün bir değil, biri diğerini sırtında taşıyan iki yaralı asker olduğunu görebiliyordu.

1918 •Eruri•Where stories live. Discover now