O sırada omzuna dokunan elle başını kaldırdı. Orta yaşlarında bir adam ikisine de telaşla bakarken, Louis'nin içini rahatlatan kelimeleri söylemişti. "Geminin hekimi benim. Çabuk alt kata taşı onu, birazdan geliyorum."

Louis, morumsu bir iz olarak kalmış bu yaranın üzerini bir kez daha öpüp yana kaydı ve eşinin saçlarını arkaya yatırıp onun yorgunca gülümseyen hâline gülümsedi.

"Yine bana katlandın."

Harry iç çekti ve sırt üstü yatıp kollarını yastığa yasladığında dolgun saçları arasından ona doğru baktı. "Sadece sen istediğin için sevişmiyorum. Nesin sen, dünyanın en bencil adamı falan mı?"

Louis'nin kahkahasıyla gülerek bir buklesiyle oynamaya başladı. "Senin bu konuda daha hevesli oluşun beni çok memnun ediyor, bunun için teşekkür ediyorum galiba."

"Hm... En çok isteyen ben miyim yani? O hâlde biraz kendimi tutmalıyım, ne o öyle? Gözünde fazla düşmüşümdür şimdi."

Sırıttı. "Hiç de bile."

"İşe gidecek misin?" diye sordu Harry. Louis, Doğu Roma'daki at yarışından kazandığı altın dolusu sandığı burada hem ev tutmak hem de iş kurmak için saklamıştı. Britanya'ya geldiklerinin ikinci ayında da bir dükkân kiralamış, süt ürünleri satışı yapıyordu.

"Bugün dükkânı açmayı düşünmüyorum, yanında olmayı seçiyorum."

"Böyle yaparak kendini affettireceğini mi sanıyorsun?"

"Galiba... Sonuçta, benimle sevişmeni seviyorum," diyerek Harry'nin kahkaha atmasına neden oldu.

"Pekâlâ, başarılı olursun."

Louis, eşinin dudaklarını öpüp yataktan kalktı ve kabaca temizlenip üzerini giyindi. Hava çoktan aydınlanmıştı aslında, saat öğleden sonra iki olmuştu. Dışarıda, kasım ayı dolayısıyla buz gibi bir soğuk vardı ama henüz kar yağmış değildi. Harry birkaç saat önce üşümüş gibi hissederken eşinin odun kırmak için kalkmasıyla kurnazca bir fikir öne atıp üstüne çıkmıştı. Böylece odun kırma meselesi bir süre ertelenmişti.

İkisi Britanya'ya geleli üç yıl oluyordu. Bu süreçte iki kez Jovian ve eşi Julia onları ziyarete gelmişti. Evleri tek katlı, ahşaptan yapılma bir tür kasaba eviydi. Bir odaları, bir salon ve mutfakları vardı. Öyle ki, Julia bile, "Burada yaşamayı çok isterdim," demişti. Her şey ikisi için öylesine sade ama birlikte oldukları için öylesine mutluluk içindeydiler ki, eski bolluk zamanları akıllarından dâhil geçmiyordu. Özellikle Harry, babasından uzağa, sevdiği adamla sade bir yaşam kurmayı hep hayal ettiği için, bu yaşam biçimi ona saray hayatını bir zerre bile hatırlatmıyordu.

Şimdi olduğu kadar, hiçbir zaman mutlu olduğunu hissetmemişti, çünkü baskılar, merhametsizlik, kötülük ve ölüme dair şeyler artık yoktu.

Louis'yi memnun eden asıl şey ise, Harry'nin o kazadan sağ kurtulmasıydı. Hatta bir tek onun için değildi memnuniyeti. Harry ile hekim ilgilenirken, kendisi tüm o savaşçı ruhuyla tekrardan harbe katılmıştı. Eşini emin ellere teslim ettiği için kendi bilek gücünü bilerek kamarada beklemeyi vicdanı kaldırmazdı. Böylece tüm mürettebatın sonuna kadar savaşıp korsanların arasından yenilgiyle çıkması da Louis için çok önemliydi.

Ve bu, şu zamana kadar yaptığı son savaş olmuştu.

İmparator olduğu dönemleri çok özlüyordu. Özlemez olur muydu? En parlak dönemlerinden birini yaşıyordu ve bu parlak dönem kişisel olarak aksettiği bir dönem de değildi; Hun İmparatorluğunu, Atilla gibi güçlü bir kraldan sonra yönetebilmeyi başarmıştı. Ama ilerletememişti.

Constantinople | Larry ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin