Levi yüzünde bir gülümsemeyle mutfağa gitti. Çaydanlık her zamanki gibi ocaktaydı ve dökülmeyi bekliyordu. Levi bir bardağa uzandı -artık onları en yukardaki rafta tutmaması gerektiğini biliyordu- ve içine biraz şeker ve çay yaprağı koydu.
Suyu doldurdu ve çayın demlenmesini bekledi, ellerini tezgahın üzerine koyarken bir dakika düşündü. Mutfağın sessizliğinde Isabel'in oturma odasında yankılanan kahkahasını, Furlan'ın Hindistan'daki maceralarından hikayeler anlatırken coşkuyla yükselen sesi dinledi; Erwin onu kültür ve coğrafya hakkında sorular sorarak sorguya çekiyordu. Levi, Erwin'in hevesli yüzünü, merakla kocaman açılmış yuvarlak mavi gözlerini hayal edebiliyordu; dudaklarından hafif bir kahkaha kaçtı. Biri ona iki yıl önce ordudan bir yüzbaşıyla kendi dairesinde yemek yiyeceğini söylese, buna inanmazdı.
Levi çocukken Noel gününde normal bir evin nasıl görüneceğini hep merak etmişti. Aklına Kenny ile geçirdiği noellerden birini hatırladı. Devil's Acre'nin ıssız sokaklarında dolaşırken yüzüne soğuk rüzgar çarpıyordu. Yanında Kenny ve elinde bir silah vardı. Kenny ona, içinde bir bıçak seti olan küçük bir kutu verdiğinde "Mutlu Noeller evlat." demişti.
Levi gecekondu dışındaki ilk gecesi olduğu için o geceyi iyi hatırlıyordu. İşlerini bitirdikten sonra, Kenny onlara şehrin diğer tarafındaki eski bir handa bir oda tutmuştu; Kral Edward'a yakışır bir yer, diye düşünmüştü Levi, kenar mahallelerdeki odalarına kıyasla. Levi geceyi pencereden dışarı bakarak geçirdi, uyuyamayacak kadar heyecanlıydı. Meraklı gözleri büyük bir evin içinde bir ailenin toplandığı sokağın karşısına bakıyordu. O zamandan beri bu görüntü zihninde yer etmişti: sallanan sandalyede örgü ören anne, ateşin yanında viski içen, hediyelerini açarken etrafta koşuşturan çocuklar için endişelenen baba; dedelerin oturduğu masada sıcacık yemekler...
Bu akşam Levi'ın oturma odasındaki sahne, on yaşındaki benliğinin zihnindeki o resme hiç benzemiyordu. Ama bir evi düşünecek olsaydı, o ev şu anda dairesindeki oturma odasına benziyordu. Ne eksik ne fazla.
Isabel'in adını çağıran sesi, Levi'ı düşüncelerinden ayırdı. "Levi gelsene! Seni bekliyoruz!"
O zamana kadar çay çoktan hazırdı, ama Levi oturma odasına geri dönmeden önce gülümsemesinin kaybolması için bir dakika daha bekledi.
"Ne yapıyorsun?" dedi Levi bir keresinde odada Furlan'ın Erwin için bir puro yakışını izlerken.
"Ne?" Furlan omuz silkti. "Denemek istediğini söyledi."
Levi bardağı Erwin'in önüne koydu ve puroya uzandı. "Sigara içmiyorsun." dedi, puroyu almaya çalışırken ama Erwin geri çekilip ona engel oldu.
"Biliyorum ama bu hoşuma gitti." dedi Erwin, puroyu Levi'ın elinden uzaklaştırmaya çalışırkem. "Belki bunları içmeye başlarım. Dumanı içinize çekmediğim için o kadar da zor değil."
Erwin öksürmeden nefesini verdi ve zorlayıcı bir bakışla dumanı bırakırken Levi'a döndü. Levi yutkundu sonra elini çekti ve Furlan'a döndü.
"Ne yaptığını gördün mü? Ona fikir vermeyin, çok çabuk heyecanlanır."
Diğer üçü güldü.
Gecenin bu saatinde herkes açlıktan ölüyordu. Ellerinde çatal be bıçakları tutuyorlardı. Avuçlarını birbirine bastıran ve sessizce gözlerini kapatan Erwin dışında herkes. Diğer üçü şaşkın bir bakış attı.
"Erwin?" Levi usulca seslendi ve Erwin şaşkınlıkla etrafına bakındı.
"Ee ben-" garip bir şekilde kıkırdadı. "Babamın yaptığı bir şeydi..."
YOU ARE READING
1918 •Eruri•
Fanfictionİngiltere'de yıl 1918 ve savaş yeni bitmişti. Erwin bu savaşta bir kolunu kaybetmişti; Levi ise bundan biraz daha fazlasını kaybetmişti. Birbirlerini son görmelerinin üzerinden iki yıl geçmişti ancak Hange'nin onları tekrar bir araya getirmek için b...
