Yakında babasını kaybedeli on yıl olacaktı.
Erwin en azından Avrupa'nın dışına gönderilmediğine, kendisine ve babasının anısına verdiği sözü bir nebze tutabildiğine memnundu.
Hayatını rüşvetle savaşarak geçirecekse, en azından biraz eğlenmesine izin verebilirdi. Aklında geçen yılın olaylarını gözden geçirdi ve her anısının içinden Levi çıktı. Levi onun için yeni bir dünya açmıştı. Hayatın en basit şeylerinde neşe dolu bir dünya; soğuk bir akşamda bir bardak çayın, uzun bir film gecesinden sonra parkta yürüyüş yapmanın keyfinin olduğu bir dünya. Daha o farkına varmadan yüzünde büyük bir gülümseme belirdi.
Erwin kanepeden kalkıp pencereye yürüdü. Sokaklara düşen karın son izlerini izlemek için perdeleri açtı. Sokakta gezinen çocuklar bilindik noel şarkılarını söylüyordu. Pencereyi birazcık daha açarak müziğin içeri girmesine ve yüzüne çarpan soğuk rüzgara izin verdi. Rüzgar karşı çaprazındaki oturan komşusunun evinden gelen kahkahaları ona getirdi.
Erwin pencereyi kapattı. Elindeki yarısı boş olan bardağını koymak için mutfağa gitti sonra onu lavaboya bıraktı. Gözleri, tezgahın üzerindeki tek parça olan şarap şişesine takıldı. Üzerinde el yazısıyla yazılmış bir etiket asılıydı ve Erwin'in midesi, Nile'ın yazıyı yazarken ki görüntüsü gözünde canlanırken kasıldı.
"Bunu kaptan olduğunda açacaksın!" Nile ona o şişeyi uzattı. "Kutlamak için orada olacağım, sadece ikimiz."
"Beni dışlıyorsunuz demek ha?" Marie onlara kulak misafiri olmuş ve yanlarına gelip şakayla karışık sitem etmişti. Üçü her zamanki gibi nedensiz bir şekilde güldüler.
"Elbette sen de orada olacaksın," diye temin etti Erwin. "Tam burada barda kutlayacağız."
Ve bu söz o gün verilip tutulan tek sözdü.
Erwin terfisini, Marie'nin eskiden çalıştığı bar olan aynı barda kutladı. Ama o gün ne Marie ne de Nile onun yanındaydı.
Terfi töreninde kalabalığın önünde durduğu anı hatırladı. Dizleri titriyor, avuç içleri terliyordu. Pixis'in konuşmasını dinlemek için platforma çıkmadan hemen önce Hange onun elini tutmasaydı, Erwin o gün bayılacağına emindi. Olabildiğince sakin bir yüzle öne çıktı. Yüzlerce gözü üstünde hissederken içindeki bastırmaya çalıştığı bir heyecanla onun yüzünü aramıştı. Ve sonra durdu, omuzları ağırlaştı.
Tekrar tekrar yüzleri tararken Pixis'in söylediği hiçbir şeyi duyamadı, gözleri insan denizinde bir yüz aramakla meşguldü ve bir kez daha kışlada çarşafların altında titreyen o umutsuz on altı yaşındaki çocuğa dönüştü. Ancak bu sefer onu güvende tutacak, kaçmasını önleyecek Nile yoktu. Nile'ın geleceğine dair en ufak bir umutla tekrar aradı. Ama o gelmemişti.
Yine de o gün orada başka biri vardı.
Levi oradaydı.
Erwin, Levi'ın gözlerindeki delici bakışları hatırladı. Ordunun bir parçası olmaktan gurur duyuyormuş gibi davranmaya bile çalışmadan yüzündeki sinir bozucu sayılabilecek sırıtışla ona baktığını ve bu bakışların ona o hissettirdiği şeyleri anımsadı. Bakışlarını kaçırıp başka tarafa bakmayı reddederken, Levi'ın da gözlerini kaçırmayı reddetmesi.
Levi başkalarının yanında ondan gözlerini hiç kaçırmamıştı. Yanından hiç ayrılmamıştı.
Her zaman gözlerini kaçıran Erwin'di.
Erwin derin bir nefes alarak şarap şişesinin etiketini yırttı. Nile'ın adı elinde buruşmuş küçük bir top haline geldi. Göğsündeki ufak bir yanığa indirgedi, o kadar inceydi ki hala orada olduğunu zar zor anlaşılıyordu. Artık bu acının ya da korkunun ona hükmesine izin vermeyecekti. Erwin sonunda tekrar nefes alabildiğini hissetti
YOU ARE READING
1918 •Eruri•
Fanfictionİngiltere'de yıl 1918 ve savaş yeni bitmişti. Erwin bu savaşta bir kolunu kaybetmişti; Levi ise bundan biraz daha fazlasını kaybetmişti. Birbirlerini son görmelerinin üzerinden iki yıl geçmişti ancak Hange'nin onları tekrar bir araya getirmek için b...
