"Hediyelerin bir işe yaramasına sevindim." dedi Erwin gülümseyerek.
"İşime yarıyor, bunu inkar edemem." Levi, ona gülümseyerek bakan Erwin'e dönmek için sırtını tezgaha yasladı.
"İşten yeni mi döndün?" Levi kaşlarını çattı. Erwin'in akşama kadar çalıştığını görmeyeli uzun zaman olmuştu. Ofisinde gereğinden fazla zaman harcamamasını kendisi sağlamıştı.
"İlgilenmem gereken bazı şeyler vardı." dedi.
Levi buna gözlerini devirdi. Erwin'i tanıyordu. Kafasını olanlardan uzaklaştırmak için işine sığınmıştı. Bir yorum yapmak yerine, çayı doldurmak için iki fincan aramaya başladı. Fincanları nereye koyduğunu hatırlamıyordu. Her sabah kullandığı fincan yıkanmış bir şekilde lavabonun yanında duruyordu. Yakınlardaki dolaplar ve çekmecelerde bulamayınca yukarı raflardan birine attığı aklına geldi.
Levi, gözlerinin ulaşamadığı şeyi elleriyle aramak için en yüksek raflara uzandı; parmakları sadece rafın kenarına dokunurken kaşları çatıldı. Parmak ucunda durdu ve bir eliyle kendini yukarı ittirmek için tezgaha yaslandı ve kolunu fiziksel olarak mümkün olduğu kadar uzatarak daha da yükseğe ulaşmaya çalıştı. Ancak o zaman iki parmağının arasında kayan bir fincanın soğuk seramiklerini hissedebildi. Enerjisini yoğunlaştırmak için gözlerini kapadı. Daha da yakınlaştırmaya çalıştı ta ki fincan bir büyü yapmış gibi aniden eline geçene kadar.
Botlarının tabanı tekrar zeminle buluştuğunda, Levi sırtının arkasının Erwin'in vücuduna çarptığını hissetti. Bu beklenmedik bir temasla neredeyse elindeki fincanı düşürecekti. Kalp atışları hızlanırken elinin titremeye başlamasına aldırmadan fincanı tezgaha bıraktı. Gözlerini kapatıp sessiz bir şekilde Erwin'in hareket etmesini bekledi ama Erwin de onun gibi sessiz kaldı.
Erwin'in sıcak nefesini ensesinde hissederken aniden bağırma ihtiyacı hissetti. Neden bunu yapıyordu? Arkasını dönüp yüzüne ardı ardına yumruklar savurmak, bu kadar dengesiz davrandığı için ona hakaretler yağdırmak istedi. Dün gece öpüşmüş hatta daha fazlasını yapmaya gitmişlerdi sonra ondan uzak durmasını istemişti, bugün işte onu görmezden gelmişti, şimdi de hiçbir şey olmamış gibi davranıyor yakınlaşıyordu.
Erwin arkadan ona sarılırken Levi'ın tek yapabildiği gözlerini kapatmak ve Erwin'in daha ne kadar kendiyle çekişmeye devam edeceğini düşünmekti.
Erwin bir süre hareket etmedi. Dudaklarını Levi'ın saçlarına bastırmış şekilde öylece duruyor ve kokusunu aklına kazımak için derin nefesler alarak içine çekiyordu. Levi, Erwin'in nefesinin git gide derinleştiğini ve bir süre sonra sabitlendiğini hissetti.
"Oi-" Levi'ın gözleri yanaklarındaki hafif kızarıklık artarken fal taşı gibi açıldı. "Uyuya mı kaldın?"
Erwin yüzünü Levi'ın saçlarından uzaklaştırıp boynuna kaydırdı. Dudakları kızarmış tenine zar zor değiyordu. "Keşke." diye mırıldandı.
Levi'ın kalbi, sesinin sıcaklığı ve sözlerinin masumiyeti karşısında hızla çarpıyordu.
"O zaman belki fazla mesai yapmamalısın." dedi sonunda Erwin'e dönüp." Kim Noel'den önce fazla mesai yapar ki?"
Erwin'in elleri hala tezgahın üzerindeydi ve daha da yakınlaştı. Levi hayatında ilk kez boyunun kısa oluşuna lanet etti. Biraz daha uzun olsaydı, tezgâha oturabilir, bacaklarını Erwin'e sarabilir ve onu asla bırakmayabilirdi. Bunun hayaliyle ağzının kuruduğunu hissetti. Kafasını kaldırıp Erwin'e baktı. Bu kadar yakın oldukları her zamankinden farklı olarak, Levi üzerinde alkol, sigara ya da dikkat dağıtıcı herhangi bir koku duymuyordu. Erwin'in daha önce hiç hissetmediği ve kelimelere dökemediği tuhaf kokusundan başka bir şey yoktu.
YOU ARE READING
1918 •Eruri•
Fanfictionİngiltere'de yıl 1918 ve savaş yeni bitmişti. Erwin bu savaşta bir kolunu kaybetmişti; Levi ise bundan biraz daha fazlasını kaybetmişti. Birbirlerini son görmelerinin üzerinden iki yıl geçmişti ancak Hange'nin onları tekrar bir araya getirmek için b...
