16. Bölüm

43.5K 1.7K 8.6K
                                    


"Jimin?"

"Jimin?"

"Lan Jimin!"

Seong'un her geçen saniye panikleyen seslenişi ile Jimin dalıp gittiği düşüncelerinden gerçek dünyaya dönerek arkadaşının tutmakta artık çok zorlandığı ağırlığı üzerinden alıp kulbuna yerleştirdi.

"Dalmışım kusura bakma," diye mırıldandı. Gergince saçlarını karıştırıp yüzünü ovuşturdu.

"Öleceğim sandım. Bir daha seninle spor falan yapmam."

Bu sırada odanın diğer köşesinde şınav çeken Gun kendi kendine güldü, "Ve Seong spor yapmaktan kurtulmak için aradığı o bahaneyi bulur!" Jimin ve Seong haricinde odadaki herkes buna gülmüştü.

Ama Seong, Gun'a hiç aldırmadan uzandığı yerden kalktı. Kaybedecek bir saniyesi bile yoktu. Jimin kendine gelmeden kendisini dışarı atmalıydı.

Jimin, Seong'un kaçtığının farkında olsa da bir şey demedi. Normalde olsa elinden kurtulması imkansızdı ama şu anda ne onunla uğraşacak gücü, ne de başka bir şey düşünerek kafasını oyalamaya isteği vardı.

Kötü bir alışkanlığın kollarına kendisini bırakmış bir bağımlı gibi, kafasının içerisindeki dünyasına kendisini teslim etti. Kafasının içerisindeki dünyanın gündeminde tek bir konu başlığı vardı:

'Jungkook'

Çok uzun süredir onu düşünmemeye o kadar antremanlıydı ki bir anda kendisine düşünmek için izin verdiğinde birikmiş tüm fırsatlar onun üzerine çullanmıştı.

Onunla birlikteyken anı yaşamaya, başka hiçbir şey hakkında düşünmemeye çok alışmıştı. Hatta öyle ki, gencin yaptığı bir hareket hakkında düşünemeden bir yenisini kaçırmamak için ana odaklandığı için Jungkook'un yanında Jungkook'u bile düşünemiyordu doğru düzgün.

Jungkook'un gülüşü, Jungkook'un gülerken gözlerinin ve burnunun kenarlarının kırışması, alt dudağının ön dişlerinin altında ezilmesi, Jungkook'un her kahkahasında zamanın yavaşlaması, Jungkook'un parlak gözleri, onların sürekli meraklı meraklı etrafı inceleyişi, Jungkook'un saçları, gerildiğinde saçlarıyla oynayışı, sabah ilk uyandığındaki hali, Jungkook'un vücudundaki yıldız haritası gibi, dağınık bir düzenle dağılmış benleri, Jungkook'un aklından geçenleri direkt söyleyecek, duygularının arkasında duracak kadar cesur olması, Jungkook'un Jungkook'a ait olan tüm ayrıntıları.

Jimin, az önce Seong'un uzandığı yere yarı kör bir şekilde oturup öne eğilerek dirseklerini dizine yaslayıp elleriyle önce yüzünü ovuşturdu sonra da saçlarını geriye tarayarak nefes almaya çalıştı.

Düşünceleri kafasının içerisinde o kadar hızlı hareket ediyordu ki bir tanesini yakalayıp, hakkında düşünüp bir diğerine geçmesi mümkün değildi. Hiçbirinden kurtulamıyordu. Küçük küçük sahneleri bir kaç saniyeliğine görürken o sahneler her geçen saniye daha da kalabalıklaşıyordu.

Hepsi iyi de değildi üstelik; kötü ihtimaller, felaket senaryoları, kuşkular, sahte pişmanlık hisleri, ona yanlış yaptığını söyleyen sesler, Jin'in, bay ve bayan Jeon'un yüzleri, Jimin'in üzerindeki hakları, hayalkırıklığı hissi, pamuk ipliğine bağlı olan, bir aileye sahip olmanın son şansı...

"Jimin!" diye bağırdı Namjoon kapının eşiğinden. Kim bilir ona kaçıncı seslenişinde Jimin onu duymuştu.

Arkasına dönüp Namjoon'a baktı bembeyaz olmuş suratıyla. Bir şey demeden onun konuşmasını bekledi çünkü kendisinin konuşmaya gücü henüz yoktu.

"Sana bugün ne oluyor ya?" dedi Gun, Namjoon yerine. Seong'u duymayışına da şahitlik ettiği için en çok o meraklanmıştı.

"Bugün değil," dedi Namjoon kollarını göğsünde kavuşturup gözlerini kısarak Jimin'e bakarken. "Son bir kaç aydır ne oluyor? Aklın yerinde değil."

marshmallow|jikookWhere stories live. Discover now