Birmingham buradan en az üç saat uzaklıktaydı. Uzun bir yolculuk olacaktı.

Birkaç dakika sonra bir adam biletleri almaya geldi. Erwin, aralarındaki dayanılmaz sessizliği bozduğu için içinden ona teşekkür etti.

"Biletler beyler."

İkisi de biletlerini verdiler. Adam biletlerin üzerini deldi ve onları geri verdi. "İyi yolculuklar." dedi ve diğer ikisi odayı yeniden acı veren sessizlik doldururken onun gidişini izledi.

İlk konuşan Erwin oldu.

"Yani... çiftçilikle ilgili herhangi bir tecrüben var mı?"

"Tarımdan anlamam ama kürekle aram iyidir. Ben hendek ve mezar kazmaya alışığım." dedi Levi, pencereye yaslanarak; kollarını önünde kavuşturdu. "Bunun yardımcı olup olmadığını bilmiyorum."

"En azından benden daha çok yardımcı olacaksın" dedi Erwin tek sağlam kolunu kaldırarak.

Levi gözlerini Erwin'in sağ kolunun olduğu boş kola dikerek ona döndü. "Kesinlikle." Suçlu bir şekilde onu onayladı sonra gözlerini kapatıp kafasını pencereye yasladı.

Sanırım ben de uyumayı deneyebilirim. diye düşündü Erwin gözlerini kapatırken.

Bir saat kadar gözlerini kapattılar. Erwin uyuyabilmek için çok endişeli olsa da trenin yumuşak sallanması en azından birkaç dakika dinlenmesine yardımcı oldu. Gözlerini açtığında hava çoktan zifiri karanlık olmuştu. Levi, eskisi gibi onun karşısında oturmuş pencereden dışarıyı izliyordu. Erwin'in uyandığını fark etmemiş gibiydi.

Erwin sessizce onu izledi ve bir an rüya gördüğünü düşündü. Levi'ı inceledi; saçları aynı görünüyordu. Yüzü, kıyafetleri ve kaşlarının arasında büyüyen o kırışıklık dışında her şey aynıydı. İkimizde de artık otuzlu yaşlardayız diye hatırlattı Erwin kendine. Birbirlerini on yıldır tanıdıklarını düşünmek inanılmaz görünüyordu. Şimdi Levi'ın gözlerinde de daha yaşlı görünüp görünmediğini merak etti ve merakla penceredeki kendi yansımasına baktı. Bunu yaptığında kendisine bakan Levi'ın hızlı bir bakışını yakaladı.

"Sen de uyanıksın." Aptalca bir yorumdu ama aklına gelen ilk şey buydu.

"Gerçekten uyumuyorum."dedi Levi ve bir nefes verdi. "Artık değil."

Erwin ne demek istediğini merak etti, ancak sormamanın daha iyi olacağına karar verdi.

"Ama sen uyumalısın. 9:30 civarında Birmingham'a varacağız. O zaman bir saat daha yol almamız gerekecek."

Erwin sessizce başını salladı ancak uyumaya niyeti yoktu. Çok fazla soru aklını yolculuğun geri kalanında meşgul edecekti.

Ne tür koşullar onları oraya hiçliğin ortasındaki bir köye giden bir trene bindirmişti?

10 yıl önce tanıştığı çocuğu, eskiden olduğu çocuğu düşündü ve anılarındaki çocuğu karşısında oturan asık suratlı adamla eşleştiremedi. Erwin gözlerini kapadı eskileri düşündü.

Londra, Mayıs, 1908

Devil's Acre


Devil's Acre sokakları, fabrikaların ateşini besleyen gömleksiz adamlarla meşguldü. Gecekondu mahallesinin tam göbeğinde, en tehlikeli çeteler kirli, eski bir barın içinde toplanmış, zemin çamur, bira ve kanla kaplıydı.

Böyle bir yerde düzgün giyimli iki genç adamın görüntüsü kalabalığın arasından sıyrılıyordu.

İçlerinden biri uzun ve ciddi, sarı saçları gri yünlü bir şapkanın altına saklanmıştı. Derin mavi gözler ve çatık kaşlar barın karşısında ki birine bakıyordu.

1918 •Eruri•Where stories live. Discover now