2.13. "YILDIZ TOZUM MUSUN KATMERLİ BÖREĞİM?"

347 22 0
                                    

Kalabalıklaşan caddeler gözümde sadece belirsiz gölgelerden ibaretti. Sabahın ilk ışıklarında işine gitmek için koşuşturan insanlar, dükkanının kepenklerini kaldıran esnaflar mahmur bir edayla koca ağızlarını kapatıyorlardı. Sersemce okuluna varmak üzere yalpalayarak yürüyen mini mini birler barbie çantalarını nazlıca oynatıyor, kurdeleli tokalarıyla güzelce taranan ve toplanan saçlarını savuruyorlardı.

Hızlandırdım yürüyüşlerimi. Geride kaldı esnaflar, patronlar, inşaat işçileri, öğrenciler... Saat kaç olmuştu belirsizdi, önümde uzanan yolların ilerisindeki parkta konumlanan büyük gövdeli ağaçların güneşle raks edişini izledim aceleyle. Bazen insan ağaç olmak istiyordu nedensizce. Güneşi bedenine hapsetmek istiyordu, sahiplenmeyi diliyordu tüm kimliğiyle. Kıvrak dallarının yeşillik vermesini bekliyordu sabırsızlıkla. Sonbahar yerini kar küresine bıraksa da her zaman yerini de alacak bir bahar ışığı vardı. Tomurcuklanacak filizler, toprak ananın baharı hızlandırışlarını karınca yuvalarında beklerlerdi. Umut hep vardı, mevsimler gelir geçer, zaman durmaksızın işlerdi. Kainatın bir düzeni vardı ve o düzen bozulursa ne filizler tomurcuklanabilirdi ne de toprak sahiplenebilirdi canlıyı. Göçmen kuşlar bile yol alamazdı, rotası belli olmayan haritanın da bir anlamı kalmazdı.

Nefesimi salıverdim, tempoyu artırmıştım. Çılgınca koşuyordum. Bir otobüs durağına gidebilir, saatlerce gelmeyecek bir otobüsü bekleyebilirdim. Taksi çevirebilirdim, İstanbul'un acımasız trafiğine yakalanarak ağır adımlarla ilerleyebilirdim. Koşabilirdim, düşüncelerimi boşaltabilir, hayat pusulamın beni götüreceği rüzgara kendimi emanet edebilirdim. Son seçenekte karar kılmıştım. Çok uzak değildi aslında, bulunduğum semtteydi. Ancak saat çok acımasızdı, ritimlerini tokmalıyordu kendi dairesinde. Zaman mı uymalıydı bize, biz mi uymalıydık zamana zamanında? Kestirmek güçtü, soluksuz kalmıştım. Bedenim büküldü öne doğru, dizlerime tutundum amansızca. Ve gür bir ses işittim. Çok geçmeden motor sesi kulaklarımı tırmalamaya başlamıştı. Kısa saçımı kulak arkası yapıp başımı çevirdim hızlıca.

Motosiklet beni takip ediyordu, gür ve kaslı bedenine yapışan sportif kıyafetlerin sahibi çikolata kokuluya aitti. Aldırmadım, koşmaya devam ettim. Bana seslenişlerini duymazdan gelmeyi denedim. Lakin onun hızı benimkinin iki katıydı.

"Sabah sporuna mı çıktın Melis? Nereye gidiyorsun? Heyyy!"

Pancar gibi olduğuma emindim. Yanaklarım alev alıyordu. Spor yapmaya alışık değildim ve ikide bir tıkanıyordum. Yine durmak zorunda kalmıştım. Toparlamaya çalıştım kendimi. Elimdeki telefon ağırlaşmıştı, navigasyon gideceğim noktayı yürüyüş mesafesinde bir buçuk saat olarak gösteriyordu. O kadar koşmama rağmen sadece on beş dakika yol alabilmiştim. Sırtımdaki çantayı çıkarıp oturdum kaldırım taşlarına. Taksi kullansaydım bedenimi böyle hırpalamazdım. Bazen delice işler yapmakta üstüme yoktu.

"Git başımdan GÖK!" dedim nefessiz kalan sesimle. Durdurdu motoru, kaskını çıkarmış bana anlamsız gözlerle bakıyordu şimdi.

"Bu şekilde ona ancak akşama doğru gidersin, hadi atla deli kız!"

Başımı kaldırdım hızlıca. Nefesim sıklaşmıştı ancak sakinleşmeye başlamıştım. "S-sen ama-" Nefes alıp bıraktım tekrardan, ciğerlerimi fazlasıyla zorlamıştım. "Beni mi takip ediyordun?"

Arka koltuğun arkasında yer alan kasklardan birini fırlattı bana. Kucağıma düşmüştü kask aniden. Ellerimle zoraki şekilde tutmayı başarmıştım.

"Sen, Emre'lerin ailesiyle konuşurken Gökşin de nereye gittiğini çoktan tahmin etmişti. Yerini sana bilerek söylememiş. Emre ondan gizlemesini istemiş. Ama tabii sen sabırsız elma şekeri okulu bile ekecek kadar gözün döndüğüne göre ilk aşkınla konuşacak derin mevzularınız olmalı."

GÜN DOĞUMU SERİSİ☆YILDIZ DÖKÜMÜ☆Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin