29

1.4K 141 35
                                    

"Başından beri biliyor muydun?"

Severus Snape, kan dondurucu bir sakinlikte sordu. İçindeki patlamaya hazır öfke siyah gözlerinde bir alev gibi parlıyordu.

Dumbledore eski ölümyiyenin bu halinden elbette etkilenmemişti, bugüne dek gördüğü ve yaşadığı şeylerden sonra onu çok az şey korkuturdu. Yine de iksir ustasının bu halinin bir başkası için son derece korkutucu olabileceğinin de farkındaydı.

Aslında, kendisinin de endişelendiği kısımlar vardı. Snape'e gerçekleri söyleyerek büyük bir kumar oynamıştı. Onu gerçekten de oğlu olarak gören adam sağ kalan çocuğu kaderinden kaçırmaya çalışarak dünyanın bir ucuna kaçabilirdi. Gerçi söylemese de olacaklar bunlardı.

Noel tatilinden sonra Hogwarts'a dönmemeleri riskini göze alamazdı. Snape'in şakası yoktu.

Böyle bir şey olur ve savaştan kaçarlarsa onları bulamayacağının farkındaydı. Biliyordu çünkü denemişti ancak tüm çabalarına rağmen Blackpearl'ın İngiltere'nin hangi bölgesinde olduğunu dahi bulamamıştı.

Şimdi yapması gereken tek şey onu kalmaya ve savaşmaya ikna etmekti. Bunu kendisinin başaramayacağını biliyordu ancak başarabilecek kişinin kim olduğunu da biliyordu. O sırada Griffin heykelini aşarak onlara doğru gelen çocuğu ikna edebilirse, Snape'i de ikna etmiş olurdu.

"Başından beri değil ama uzun süredir bildiğim doğru."

"Seni öldürmemem için bir sebep söyle!" İksir ustasının bağırışı müdürün odasında yankılanırken portrelerdeki müdür ve müdireler eski ölümyiyene kızgınlıkla itiraz etmeye başlamıştı.

Hâla içeri girmediğine göre konuşulanlara kulak misafiri olmayı tercih eden bir çocuğu bilmemezlikten gelerek, her zamanki gibi kendine güvenen bir sakinlikle gülümsedi. Harry'nin içeri girmemesi işine gelmişti. Gizlice dinlemesi ona anlatmasından daha ikna edici olabilirdi. "Bu odada kendi sihrine güvenen tek insan sen değilsin oğlum. Ayrıca, koruman gereken kişiler varken Azkaban'a girmek istemezsin."

"Bir kaçak olmak benim için zor olmaz." diye çıkıştı Snape. O an için tek istediği Dumbledore'u öldürmekti ancak açık bir gerçek vardı ki sadece sakladığı sırlar için bile müdüre ihtiyacı vardı.

Dumbledore yüzündeki hafif gülümsemeyle beklemeye devam ederken iksir ustası sakinleşmek için derin bir nefes verdi. "Bu tüm çabalarımızı boşa çıkartacak." diye mırıldanırken sesindeki kederi ve hayal kırıklığını gizleyememişti.

O sırada kapının ardında konuşulanları dinleyen çocuk, babasının ses tonuna karşı şaşırdı. Onun bu derece yıkıldığına daha önce hiç şahit olmamıştı.

O şaşkınlığını üzerinden atamamışken Dumbledore'un sesi duyuldu. "Yanılıyorsun, sadece mücadele etmen biraz daha zorlaşacak o kadar. Sen de baş edebilecek güçte bir adamsın."

"Bununla değil." İki kelimelik cümle, öncekinden daha kederli çıktığında Harry yutkundu. Babasını böyle görmek istemiyordu. Her zamanki gibi dik durmalıydı. Onu korkularından uzak tutan tek şey buydu. Severus Snape her şeyin üstesinden gelirdi, Harry'e de sadece ona güvenmek kalırdı. Eğer o pes ederse savaş daha başlamadan biterdi, yenilirlerdi.

"Karşıma geçmiş onun vakti geldiğinde ölmesi gerektiğini söylüyorsun."

Kaşları ilgiyle çatılırken kapıya biraz daha sokuldu. Kim ölmeliydi?

"Bu olmalı, Severus. Kabul etsen de, etmesen de Harry bir hortkuluk. Voldemort'un ölmesi için tüm hortkulukları yok etmemiz gerek."

Hortkuluk. O bir hortkuluk muydu? Aylardır bahsedilen bağ, hortkuluklara duyduğu çekim, yara izinin acıması ya da gördüğü rüyaların anlamı bu muydu? Voldemort'un ruhunun bir parçasını mı taşıyordu?

Lord PotterHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin