Telefonumun tanıdık zil sesi kulaklarıma dolduğunda düşünce bulutları bir anda kayboldu ve gerçekliğe keskin bir dönüş yapmama neden oldu. Tenime işleyen soğuk havayla birlikte balkondan ayrılıp salona girdiğimde sandığımdan daha fazla soğuğa maruz kaldığımı fark ettim. Odanın sıcaklığı usulca bedenimi gevşetirken boya bulaşmış elimle koltuğun üstündeki telefonu kavradım. Annem arıyordu. Yani Feride Toprak. Annem.

Aramasını cevaplayarak telefonu kulağıma dayadım ve beklemeden "Merhaba." dedim. Buna karşılık olarak direkt olarak konuya girmeyi tercih etti. 

"Yarın akşam yemeğine gelmeyi düşünüyorum. Eğer sen de müsaitsen. Ertesi sabah bir haftalığına yurtdışına gitmem gerekecek. Öncesinde seni görmek isterim."

Sözlerini sonlandırdığında kaşlarım istemsizce havalanmıştı. İş nedeniyle yurtdışı seyahatleri zamansız olabiliyordu ama hiçbir zaman öncesinde benimle vakit geçirmek istememişti. Özellikle birlikte yaşadığımız dönemlerde benimle vakit geçirebileceği her durum tercih listesinin dışında kalıyordu. Bu olumlu değişimi beni içten içe mutlu ediyordu. Bu konuda kendime dürüst olabilirdim.

Garip bir gerginlikle alnımı kaşıyarak "Elbette müsaitim. Özel olarak istediğin bir şey var mı? Poşe somon ya da lazanya?" diye sordum.

Telefonun diğer ucundan sıcak bir gülümseme hissettim. "Asyacığım, dilediğini yapabilirsin. Ama sonrası için güzel bir elmalı keke hayır demem." Ben de gülümsedim. 

"Elmalı kekime bayılıyorsun anne. İtiraf et." 

"Kırmızı elmadan yapılan her şeye bayılıyorum, kızım. Ama senin kekin ayrıca güzel." Sohbetimiz neredeyse yirmi dakika daha sürdükten sonra uyuyacağını söylediğinde birbirimize iyi geceler dileyerek aramayı sonlandırdık. Her şeye rağmen affetmek huzur vericiydi. Anlamak ve affetmek. Sanırım son sekiz ayda kendime ve özellikle hayata dair birçok şeyi yeniden öğrenmiştim. Örneğin bazen kişiliğimize ters düştüğünü düşündüğümüz bir duygu ya da davranış aslında kişiliğimizin eksik parçası olabiliyordu. Bu nedenle her gün yeni bir şey öğrenerek büyüyorduk. Bazen bu gelişimin farkına bile varmıyorduk ama her tercihimiz ve her davranışımız bir sonraki gün farklı bir insan olarak uyanmamızı sağlıyordu. Kendimde farkına vardığım bir şey daha vardı, her sabah dükkana giderken göz göze geldiğim insanların hayatları hakkında zihnimin içinde senaryolar yazıyordum. Kahverengi kabanlı seyrek saçlı bir adamın yanından geçerken örneğin, bakışlarındaki bıkkınlığı iliklerime kadar hissetmiş ve pek de sevmediği bir işte yıllardır çalıştığını düşünmüştüm. Daha sonra bu düşüncenin çok sığ olduğunu hissederek daha derin bir gerçek bulmaya çalışmıştım. Dükkanın önüne geldiğimde adam için vardığım sonuç sevdiği herkesi kaybettiği için yaşamaya dair pek bir amacı ve hevesi kalmaması oldu. Ne üzücü bir hayat, ne üzücü bir son.

Sekiz ay boyunca kendime dair birçok şey keşfettim. Baran'ın anılarından uzaklaştıkça kendime yaklaştım. Bu noktada Baran Andaç'ı hayatımın merkezine koyduğumu ve onsuz bir Asya Öztürk düşünemediğimi de fark etmiştim. Aşkın ve körü körüne sevmenin nihayetinde insanı getirdiği hiçlikti bu. Şanslıydım ki Baran beni bu hiçlikten kurtarmıştı. Benden giderek. Böylece onsuz da var olduğumu ve devam edebileceğimi görmüştüm. Sancılı bir süreçti fakat öldürmüyordu.

Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı iki yana salladım. Ona dair hiçbir şey düşünmeyecektim. Adını bile aklımdan geçirmeyecektim. Telefonumu koltuğun üstüne bırakıp balkona çıktım. Kuruyan kavanoz kapaklarının üstünü muşamba bir örtü ile örttüm ve ışığı kapatarak tekrar salona girdim. Omuzlarıma sinir bozucu bir yorgunluk çöktüğünde uykuyla daha fazla inatlaşmanın manasız olduğunu düşünerek telefonumu alarak yatak odasına doğru ilerledim. Oldukça sade ve minimalist bir odaydı. Beyaz tonlarının hakim olduğu dinlendirici bir havası vardı. Gün geçtikçe renklerle arama garip bir mesafe koymuştum. Oysa tam anlamıyla renklerle dans ettiğim bir iş yapıyorken. Ne büyük ironiydi ama... 

Ellerimde kuruyan boyalara kısa bir bakış attıktan sonra giysi dolabımdan en az odam kadar sade olan pijamalarımı çıkarttım. Onları yatağımın üstüne koyup ılık bir duş almak için banyonun yolunu tuttum. Günün yorgunluğunu atmanın en güzel yolu buydu. Özellikle sonrasında uykunun beni şefkatli kollarıyla sarmaladığı an belki de dünya üzerindeki en hafif şeye dönüşüyordu ruhum, boşluğa... İşte benim için artık yaşamak bu anlama geliyordu. Asya Öztürk için yaşamak, Baran Andaç'ın gidişinden sonra, mutluluğu hayatın küçük detaylarına sığdırabilmek anlamına geliyordu. 




Uzun bir aradan sonra tekrardan merhaba. Böyle uzun süre ortalardan kaybolmak elbette tercihim değildi fakat anlayışınıza sığınıyorum. Özellikle Siyahım'ı aylarca bekleyen ve sabreden herkese çok teşekkür ediyorum. Beni tekrar yazmaya cesaretlendiren sizlerdiniz. Umarım bölümü beğenirsiniz. Siyahım'ı beş yıldır yazıyorum ve ben hayata artık bambaşka bir pencereden bakan bir insanım. Beş yıl önce yazdığım Asya nasıl dünyaya daha romantik bakıyorsa şimdi kaleme aldığım Asya daha mantık çerçevesinde bakıyor. Bu nedenle karakter gelişimini göz önünde bulundurmanızı ve Siyahım'ın yalnızca romantik bir aşk hikayesi anlatmadığını bilmenizi istiyorum. Lütfen yorumlarınızı ve düşüncelerinizi benimle paylaşın. Herhangi bir konuda Instagram'dan antexvorte kullanıcı adıyla bana ulaşabilirsiniz. Sağlıcakla kalın. :)

SİYAHIMWhere stories live. Discover now