SURAYE (Tamamlandı)

بواسطة Storylogy

74.8K 8.2K 2.6K

Suraye Wattys 2020 Tarihi Kurgu Kategorisi kazananı. "Suraye" tarihi olayların yer aldığı sürükleyici bir... المزيد

Yazardan (1)
Kerem (2)
Suraye (3)
Umut (4)
Anne sütü (5)
sorgulama (6)
Haber (7)
Affet (8)
Beklenmedik misafir (9)
kilit (10)
Yazardan (11)
Yazardan 12
Yazardan (13)
suçlu kim? (14)
Yalan (15)
Yabancı (16)
Bir yudum su (17)
Yazardan: Yolculuk (18)
Yazardan: Gerçekler (19)
Yazardan (20)
Bir hayat hikayesi. (21)
Bir hayat hikayesi. (22)
Kaçış (23)
Sürgün (24)
Suraye: Tren garı (25)
Suraye: Bakü (26)
Sibirya (27)
Suraye: Oğlundan haber var (28)
Suraye: Yolculuk (29)
Kerem: Kurtuluş (30)
Memleket (31)
Hasretlik bitse mi? (32)
Yazardan (33)
Suraye: Polat (35)
Suraye: Umut ışığı (36)
Son kurşun (37)
Yazardan: Şüphe. (38)
Suraye: O gelen kimdi? (39)
Suraye: Son yolculuk (40)
Yazardan (41)
Yazardan (42)
Suraye (43)
Yazardan.(44)
Meleknaz(45)
Yazardan 46
Yazardan 47.
Suraye 48.
Suraye: Sensin.(49)
Suraye: Sorular ve Cevaplar.(50)
Yazardan: duygularım(1)(51)
Yazardan: duygularım 2.(52)
Suraye: Kardeşler buluşuyor.(53)
Sen biliyor musun her gece ölmek isteyip ölememenin acısını.(54)
Bu aşk -ektiğin tohumun tek ve son meyvesi.(55)
Günah keçisi (56)
Göz yaşları dindiriyor mu acıyı? (57)
Neden?(58)
Polat(59)
Hesaplaşma(60)
gidiyorum(61)
kalbimin bir parçası olduğunu anladım
Satırlarını sevdim(63)Final.

Suraye: Sözümü tutmam gerek. (34)

779 98 52
بواسطة Storylogy

Bin bir umut ve hayalle ayrıldı köyden. Gar'a geldi, biletini alıp trene bindi. Kompartmana yerleşti. Onunla beraber bir adam da bindi aynı istasyondan. Konuşmak, uzak yolu yakın eder derler. O da kendisiyle beraber trene binen adamla konuşmaya çalıştı.
Nerelisin, buralı mısın, misafir mi geldin, gibi soruları sorurken kaçamak cevaplar aldığından, adamın konuşmak istemediğini anlayıp, konuşmaktan vazgeçti ve havanın kararmasıyla kompartmandan çıktı, elinde pikeyle geri döndü. Yatağını serip uyumaya çalıştı.

Altı yıl öncesine gitti hayali, hayatında nice değişikler olmuştu bu yıllarda, çocukları dünyaya gelmişti, Suraye gibi bir eşe sahip olmuştu. Mutlu bir hayatı, güzel bir ailesi vardı. Onlara uzanan eller olmasaydı belki, dünyada ondan mutlusu olamazdı. Bu işin sonu nereye varacak, ne zamana kadar devam edecek bilmiyordu. Belki onun da kaderi diğerlerinin kaderi ile aynı olacaktı kimbilir.

'Ailemi bundan uzak tutmam gerekir, onlar benim peşimde, yanlarında olursam, onları da kendi ateşimde yakacağım. Allahım, bana yardım et. Bu yükün altından kalkmam için yol göster.' dedi ve gözlerini kapadı.

İçinden konuşmaya devam ediyordu. Karşısında oturmuş adamın rahatsız edici bakışlarından ve hiç konuşmamasından sıkılmıştı. İçine bir kurt düştü.

'Bu da onlardan mı? Hayır olamaz, buraya kadar gelmiş olamazlar.' Daha dikkatle bakınca adamı bir yerde görmüş gibi bir his uyandı içinde.

'Yanılıyorum muhakkak, insanlar bir birine benzer. Sen de kendi gölgenden korkar oldun. Hiçbir şey yoktur. Belki de izlenmiyorsun. Hem neden izlesinler seni, ne yaptın? Okumaktan, çalışmaktan, hizmet etmekten başka ne yaptın ki? Bırak, ne olacaksa olsun. Hem işten ayrıldım diyelim, bu çocuklara kim bakacak, nasıl bakacak? Ben köy işlerinden ne anlarım?

Kendimi bildim bileli şehirdeyim. Onca yıl okudum, çalıştım. Şimdi hakkımı alma zamanıyken, neden korkuyorum, neden ayrılıyorum ki? Gül gibi tren var, ayda bir gider, gelirim. Beni huzursuz eden, onların yalnız kalmasıydı, onu da hallettim. Artık güvendeler. Tutuklanırsam, orada da tutuklarlar beni. Bir şey varmış gibi... daha da dikkat çekmiş olurum işten ayrılmakla. 'Karga, bende ceviz var' der gibi. Akıl yok sende oğlum, sen onları bilmiyor musun? Her şeyden nem kaparlar. Bir, beni gelin, alın demediğin kalır. En iyisi ayrılmamak, onlar da bir şey yapmadığımı görünce vaz geçerler" dedi. İçine dolan huzursuzluğa rağmen rahatlamıştı verdiği karardan.
***************
   Bir yıla yakın geçmişti Surayelerin köye taşındıkları günden. Kocasının verdiği karara saygı duymaktan başka çaresi yoktu. O da herkes gibi yaşamaya alışmıştı. Yazın kolhoz'a gitmiş, tarlada çalışmıştı. Köy işleri ona ağır geliyordu. Hem çocuklarıyla ilgilenmek, hem de ev işlerine bakmak kolay değildi. Kayınvalidesi Melek Hanım da çalıştığından çocukları da kendisiyle beraber götürmekten başka yol kalmıyordu. Onları 'İstan' dedikleri gölgelenmek için yapılan çardakta diğer çocuklarla beraber bırakıyor, öyle çalışıyordu. Yemek zamanı kendileriyle beraber onları da doyuruyor, yine işinin başına dönüyordu. Hiç olmazsa gözünün önündeydiler. Akşama kadar diğer çocuklarla koşturup duruyor, akşam kolhozçularla* beraber eve dönüyorlardı.

Önceleri amca çocuklarıyla - onlar daha büyüklerdi -evde bırakmayı denemişti.
O zaman da neredeyse evi yakıyorlardı. Çocuklardan biri bulduğu kibritle perdeyi tutuşturmuş - bunu İsmayıl'ın yaptığını söylüyorlardı. Kaynı Hamit'in de on yaşındaki kızı görünce perdeyi çekip pencereden koparmış, dışarı atmıştı. Güllü'nün yaptığı bu kahramanlıktan herkes memnun kalmış ama Hamit Bey çok kızmış onların çocuklarının diğer köy çocuklarından neyinin eksik olduğunu söyleyerek, işe giderken onları da kendileriyle beraber götürmesini tenbihlemişti. Meleknazın da durmadan ağlaması bu olayın tuzu biberi olmuştu. Suraye eve geldiğinde çocuğunun şişmiş, kızarmış gözlerini görünce dayanamamış, kendisi de onunla beraber ağlamıştı. O günden sonra onu da tarlaya götürmüştü.

Günler böyle, koşturmacayla sürüp giderken Ali'nin ayda bir, iki ayda bir bir günlük de olsa gelişiyle şenlenirdi evleri. Gelirken çocuklar babalarının getirdiği şekerleri hevesle yerken sevinçlerini, yüzlerindeki gülücükleri gördüğünde tüm yorgunluğu, korkusu uçup gidiyordu Suraye'nin. Ali en çok Meleknaz'ı oynatıyordu. O hem küçük, hem de kız çocuğudur, diyordu Ali. Suraye; "İsmayıl gücenir sonra, onu neden kucağına almıyorsun?" dediğinde,
"o bir erkek çocuğu, erkeklere öyle davranırsan, sorumluluklarını bilmezler," diye cevap veriyordu. Kızının şekerden yapış yapış olan yüzüne bir öpücük kondurup, dizinde oynatırken, İsmayıl'ın da saçlarını okşayıp annesini ona, onu da Allah'a emanet ediyordu.
Suraye, kocasının gelişini dörtgözle beklerken, geldiğinde gidecek diye hüzünleniyor, gözyaşlarına engel olamıyordu. Her defasında 'her şey iyi olacak, biraz zaman gerek. Sabret' diyordu Ali. Bunları söylerken Suraye'ye verdiği sözü hatırlıyordu.

Her köye gidişinde,
'Bu kez gideceğim, Polat'tan bir haber getireceğim' düşüncesiyle çıksa da evden fırsat bulamıyordu. Ama bu kez gidecekti, ne olur olsun bu kez gidecekti, varsın evde kalmaya vakti kalmasın. Bu defalık az kalırdı yanlarında yüzlerini görer gerir dönerdi. Bi düşüncelerle trenden indiğinde arabayı Avuçlu'ya sürdürdü.

Köy, çok uzak olduğundan ikindiye doğru ulaştı oraya. Sorup Abdullah Bey'in evini buldu.

Derme çatma, eğri büğrü tahtadan yapılmış küçük kapını tıklattı. Ses gelmeğince, kuru ağaçlardan yapılmış çitin üzerinden avluya baktı.

"Abdullah amca, Abdullah amca" diye seslendi bir kaçkez. Hatice Kadın bahçedeki tek ağacın gölgesine serdiği hasırın üzerinde oturmuş yufka açarken, bir yandan da pişirmekle meşguldü. Kocasına seslenildiğini duyunca elindeki oklovayı sofranın üzerine bırakıp, eski yamalı önlüğünün ununu çırptı, üstünü başını silkeledi. Sonra ocaktaki yufkayı alıp pişirdiği diğer yufkaların üzerine bıraktı.

Ali, Hatice Hanım'ı görünce Abdullah Bey'i çağırmasını ve onunla konuşmak istediğini söyledi. Bir yandan konuşup, belki çocuğu görebilirim diye etrafı inceleğen Ali, Hatice Hanım'dan Abdullah Bey'in evde olmadığını öğrenince bir umut,

"çocuk filan yok mu arkasından gönderebileceğiniz?" diye sordu. Hatice Hanım;

"yok evladım." diye cevap verirken Ali, duyduğu söz karşısında afallayıp kaldı.

"Nasıl, bir torununuz da mı yok?"

Hatice Hanım Ali'ye cevap vermek isterken durdu,

"kimsin sen evladım, hem ne yapacaksın Abdullah Bey'i?"

"Ben mi?"

"Sen. Ne yapacaksın Abdullah Bey'i? Yoksa evladımdan - Keremimden  haber mi getirdin? Ona bir şey mi oldu? Oğluma bir şey mi oldu yoksa?"

"Hayır teyze, hayır, oğlunuzu tanımıyorum, ondan da bir haber getirmedim. Aslında sizinle de konuşabilirim"

"Gel evladım, geç içeri, yufka açıyordum, sıcak sıcak, yersin."

"Sağol teyze, aç değilim, sadece konuşmak istiyorum."
Kadın kapıyı açıp Ali'yi içeri davet etti.
Ali içeri girsin mi, girmesin mi düşünürken kadın,
"gel oğlum, gel, hem dinlenirsin biraz" deyip yolun kenarındaki arabacıya sarı seslendi.
"Siz de gelin, serin ayran var, ikram edeyim."
Arabacı
"sağ ol bacım, siz sohbet edin, ben alışığım. Bir bardak serin ayran verirseniz yeter." deyip kadına teşekkür etti. Hatice Hanım daha fazla ısrar etmeden Ali'yi içeriye aldı, kapıyı kapattı. Çardaktan bir minder getirip yere serdiği hasırın üstüne koydu.

"Sen otur ben evden ayran getireyim, yenice yapmıştım."
Ali, yaşlı kadının getirdiği mindere baktı. Oturmak isterken ocağın sönmek üzere olduğunu fark etti. Kenardaki çalılardan bir ikisini alıp ocağa attı, ocak yeniden tutuştu. Kadın elinde tepsi içinde üç bardak, bir tabakta şor** ve motal peğniri***, tere yağıyla ve de üzeri kamışla örülü küçük cam testiyle geri döndü.
"Ocağı da unuttum, az kalsın sönüyormuş, sağ ol, odun atmışsın."

"Bir şey değil, sönürse yakması kolay olmuyor diye."
Kadın cevap vermeyip, yenice pişirmiş olduğu yufkalardan birini aldı, arasına peğnir, tereyağı, şor sürüp dürdü, kütüğün üzerine koyduğu tepsiden testiyi alıp, iki bardağı ayranla doldurdu.
"Şunu arabacıya vereyim de öyle konuşuruz" dedi.

Ali bardağı kadının elinden alıp;
"siz ocağa bakın, ben veririm." dedi. Ayranı ve dürmeği alıp arabacıya götürdü. Mevlam dayını arabada görmeyince arabanın arka tarafına geçti. Adam bastonunu da dizlerinin üstüne koyup, arabasının gölgesinde, çimenlere oturmuştu. Mevlam Dayı Ali'i görünce

"konuşabildin mi evladım?" diye sordu.
Ali elindeki ayran dolu bardağı ve yufkayı adama uzattı.

"Sana gönderdi, iç, serinletir"

"Sağ olsun" deyip ayranı ve yufkayı Ali'nin elinden aldı. Başına çekip, kana kana içti.

"Ziyade olsun evladım, çok makbule geçti...Cevap vermedin, ne oldu, söylemedin mi daha?"

"Nasıl söylenir ki böyle şeyler, kimleri kimseleri yok o çocuktan başka, nasıl söyleyeceğim bilmiyorum."

"Çok zor tabii."
Ali bir şey demeden Mevlam kişi'*nin ona uzatmış olduğu bardağı aldı, avluya geçti. Hatice Hanım yerine oturmuş yufka açmaya başlamıştı Ali'yi görünce
tepsiyi işaret etti.
"Sen de ye biraz, ayranın da ısındı yenisini dök istersen"

"Yok bu iyi" deyip ayranı teknefeste içti.
Yufkaya dokunmayıp, elinin tersiyle ayrana bulaşmış bıyıklarını sildi, söze başladı.

"Buraya gelmekte amacım... Aslında kocanızla konuşacaktım."

"Çocuğum, söylesene, neden evirip çeviriyorsun" diye Hatice Hanım yufka açmaya ara verdi.

"Korkmayın, kötü bir şey yok aslında... Belki de iyi bir şey"
"Sen söyle de."

"Konu torununuz."
"Ne oldu torunuma."
"Sakin olun teyzeciğim, hiç bir şey olmadı. Hem nerede torununuz, göremiyorum."

"Dedesine gitti, ona yemek götürdü."
"Demek öyle, sizin yanınızda yani"
"Nerede olacak ki? Elbette bizim yanımızda olacak"

"Yok, öyle demek istemedim, tabii ki ninesinin, dedesinin yanında olmak onun en tabii hakkı"

"Bana baksana sen, kimsin açık açık söyle kim gönderdi?"
"Hiç kimse, yani hiç kimse göndermedi beni kendim geldim. Aslında biri de gelmek isterdi. Görmek isterdi Polat'ı da..."
"Nereden biliyorsun torunumun ismini?"

Ali;
"bakın, açık açık konuşacağım. Ben Suraye'nin kocasıyım, annesi, oğlunu görmek, ona kendisi bakmak istiyor" diye teknefeste ardardına düzdü kelimeleri. Hatice Hanım dövecekmiş gibi elindeki oklovayı yukarı kaldırdı.

"Sen hangi yüzle gelirsin buraya, hele annesi olacak terbiyesize bak. Evlenmesi yetmiyormuş gibi çocuğunu da istiyor. Benim oğlum, onların yüzünden hapishanelerde. Bunlar da evlenip gününü gün ediyor.
Vay ahlaksız, vay seni terbiyesiz."
dedikten sonra karşısında dikilip duran Ali'e baktı.
"Sen hala burda mısın?"

Ali hiçbir şey söylemeden avludan çıktı. Ya burada kalıp karısına yağdırılan hakaretleri dinleyecekti, ya da çekip gidecekti. Bu durumda Abdullah Bey'i de beklemenin anlamı yoktu. Onun da ne cevap vereceğini biliyordu. Başka bir yolu olmalıydı.
Sesleri duyan arabacı çoktan yerini almıştı, Ali arabaya bindi. Atlar tenbel tenbel hareket etti.
Bir süre konuşmadan gittiler, at ayaklarının ve araba tekerleklerinin çıkardığı sesleri dinlediler.
Arabacı sükutu bozdu.
"Bir faydası olmayacak."
"Neyin?"

"Abdullah'la konuşmanın. Aynı cevabı alacaksın. Kim olsa aynısını yapar. Hiçkimse oğlunun çocuğunu, hem de hapishanedeyken onu bırakıp başkasına kaçan kadına vermez."

"Sen de mi Mevlam Dayı?"
"Ben görüneni konuşuyorum."

"Öyle bir şey yok. Ayrılmışlardı ben onu kaçırdığımda. Hepsi benim suçum, onu ben kaçırdım. O sözlerin hiçbirini haketmiyor."

"Biliyorum. Unuttun mu, ben arabacıyım, her kesden çok ben duyarım, ben işiterim. Eğriyi de doğruyu da, giybeti de, övgüyü de ben duyarım ilk önce. Senin o kızı nasıl kaçırdığını, karının gönlü olup olmadığını biliyorum ben. Biliyorum, yalan ayak tutar yürümez. İnanmadı kimse de. Suraye kızımı köylüsü iyi bilir. O kadın da biliyor da içi yanıyordur, ondan öyle söylüyor."

"İçi yansa da böyle söylemeye hakkı yoktur, evladını vaktinde elinden almasalardı, evden atmasalardı, ben de kaçırmazdım. Ben öyle namussuz adam mıyım? Başkasının karısını kaçıracak kadar şerefsiz miyim?"
"Değilsin tabii"

Mevlam kişi sustu. Ali uzaklara daldı. 'Rezil ettim bunca günü, bir şey de elde edemedim. Hiç olmazsa çocuğu görebilseydim.' dedi kendi kendine.
Uzaktan omuzunda kuru bir ağaç dalına geçirdiği bohça, ıslık çala çala bir çocuğun geldiğini fark etti. Eliyle arabacının omuzuna dokundu.

"Mevlam Dayı durdursana arabayı."
Arabacı bir şey söylemeden durdurdu arabayı.

*Kolhozçu-kolhoz'da çalışan işçilere denir.
**şor-ayrandan yapılan peğnir türü.
***motal peğniri-koyun derisinde saklanan peğnir çeşidi. Tulum peğniri.

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

275K 22.9K 79
32 yaşında, genç yaşına rağmen kariyeri başarılarla dolu, mükemmeliyetçi, sıkıcı derecede iyi olan Carl'ın, terapisti ve yakın arkadaşı dışında kimse...
343K 9.2K 10
Elimi bir kez bile sürmediğim muzlu pastaya son kez baktım. Bir daha asla seni görmek istemiyorum, dedim içimden. Yıkımımın suçlusu sanki muzlu pasta...
SÜVEYDA بواسطة Gamze

قصص المراهقين

581K 27.2K 40
Hiçbir şey, güzel bir kitabı bitirdikten sonra içinde oluşan boşluk kadar derin olamaz. Bu kitabı bitirdikten sonra o boşluğu yaşayacağına emin olabi...
75K 8.9K 38
Bir iddiayla başlayan savaş, şu hayatta mümkünatı olmayan her şeyi mümkün kılabilir miydi? Yalçın Saral, Türkiye'nin, hatta Ortadoğu ve Balkanların e...