KARANLIK SIRLAR

De KarTanemm06

133K 10.2K 2.3K

"Kaşınıyorsun kızıl!!" "Kaşısana" "Benim kaşımam kimseninkine benzemez izi kalır haberin olsun!" Söyledikleri... Mai multe

..TANITIM..
1.Bölüm《Kaçış》
2.Bölüm《Boncuk göz》
3.Bölüm《Arkadaş》
4.Bölüm《Yarasa》
5.Bölüm《İşkence》
6.Bölüm《İntikam》
7.Bölüm《Hare》
8.Bölüm《Izdırap》
9.Bölüm《Geçmiş》
10.Bölüm《Dengesiz》
...Karakterler...
11.Bölüm《Ölüm》
12.Bölüm《Bahadır》
13.Bölüm《Vaveyla》
14.Bölüm《Doğu》
15.Bölüm《Katil》
16.Bölüm《Sessiz Çığlık》
17.Bölüm《Özgürlük》
18.Bölüm《Savaş》
19.Bölüm《Nefret》
20.Bölüm《Kaza》
21.Bölüm《Anne》
22.Bölüm《Belirsizlik》
23.Bölüm《İlk adım》
24.Bölüm《İlk aşk》
25.Bölüm《Affetmek》
26.Bölüm《Gözler》
27.Bölüm《Helena》
28.Bölüm《Biz Kimiz? 》
29.Bölüm《Hayal kırıklığı》
30.Bölüm《Lanet》
31.Bölüm《Heyecan》
32.Bölüm《Davetsiz misafir》
33.Bölüm《Cehennem》
34.Bölüm《Örümcek》
35.Bölüm《Kaçırılma》
36.Bölüm《Ameliyathane》
37.Bölüm《Terör》
38.Bölüm<<Yolculuk>>
39.Bölüm<<Teslim oluş>>
40.Bölüm<<Batak>>
41.Bölüm<<Silüet>>
42.Bölüm<<Ölüm Haberi>>
43.Bölüm <<Kargaşa>>
44.Bölüm<<Geçmişin izleri>>
45.Bölüm<<Kızıl Gelin>>
46.Bölüm<<Uyanış>>
47.Bölüm<<Yeşiller>>
48.Bölüm<<Mutlu saatler>>
49.Bölüm<<Tugay>>
50.Bölüm<<Küçük umutlar>>
51.Bölüm<<Soğuk>>
52.Bölüm<<Göz Yaşları>>
53.Bölüm<<İntihar>>
54.Bölüm<<11 Çocuk>>
55.Bölüm<<Ölüm Kokusu>>
56.Bölüm<<Annemiz...>>
57.Bölüm<<Seni Seviyorum>>
59.Bölüm{Korku}
60.Bölüm{Eray}
61.Bölüm{Utku}

58.Bölüm<<Saf canilik>>

1.3K 69 62
De KarTanemm06

Beğenmeden geçmeyelim ama dimi😊

Keyifli okumalar (:

"Sakin ol!"

Omzuma tutunan el beni daldığım yerden uyandırırken tuttuğum kapı kulpunu daha çok sıktım. Beş parmağımın izinin çıktığına emindim. Ciğerlerime üfleyen hava her bir adımımızda kesiliyor bizi nefessiz bırakıyordu. Tereddütle baktığım kapıdan gözlerimi alıp yanımdaki kişilere baktım. Kızlar da merak için de kapının ardında göreceklerini bekliyorlardı. Derin bir nefes alıp dakikalarca hareketsiz kalan elimi çevirip kapının aralanmasını sağladım. Kapıyı iyice açıp içeri girdiğimde nefesimi tutup kızlarında yanıma gelmesini bekledim. Hepsi girdiğinde merakla etrafa bakındılar. Bir koridordan üç farklı odaya ayrılan kapı boşluğu vardı. Hepsine bakmadan önce ilk boşluktan içeri girdik.

Sürüsüyle kağıt yığınları. Masaların üzerinde, duvar diplerinde üst üste binen bir sürü belge ve kağıt parçaları. Ortamda o kadar çok boğucu hava vardı ki. Burası basılıp kapatıldığında havalandırmalarda kapanmış, bu ucube bodrum katını iyice boğucu bir havaya mahkum bırakmıştı.

"Bu plastik kaplarda ne var böyle?"

Helena sırayla dizilmiş üç dört plastik bidondan birini eline alıp kaldıracakken Eliza "DOKUNMA ONA!" diye bağırdı.

"O bir hidrojen florür seni aptal! Tenine teması halinde derini ve etini eritmesi dışında kemik erimesine de yol açıyor. Döküldüğü yeri yok eder!"

"Siktir!" Helena hızla elini kutudan çekip geri çekildiğinde eli korkudan kalbini bulmuştu. Göğsü hızla inip kalktığında kuru elini sürekli üzerine silip eline bir şeyin değip değmediğini kontrol etti.

"Bunların burada ne işi var!"

Kutulara dikkatlice bakıp düşünceli gözlerle etrafı taradım tekrar. Odanın bir tarafında da üzerinde nükleer amblemi bulunan tenekeye benzer sarı kutular vardı. Yanlarına adımlayıp üzerinde bir şey yazıyor mu diye kontrol ettim. Elimle kontrol etsem mi derken "Sakın dokunma. Koruyucu hiçbir şey yok üzerimizde. Tehlikeli!" diyen Eliza'nın sesiyle dokunma fikrini bir köşeye attım. Yanıma gelmiş oda kutuları inceliyordu. Eliyle gözlüğünü düzeltip benim gibi eğildi. Tenekeye yapıştırılmış bir kağıt parçası vardı.

"Dimethylcadmium."

"Dimet- ne?" Anlamamış gözlerle ona bakarken bu halime hafifçe gülüp açıklama yaptı.

"Dimethylcadmium. Panzehiri olsa bile öldüren bir kimyasaldır. Yutulduğunda, solunduğunda veya cilde temas halinde inanılmaz bir hızla en çok kan bulunduran yani en hayati organlara saldırıyor. Mucizede olsa hastahaneye yetişip panzehiri alsan bile en iyi ihtimalle bir sene daha yaşayabiliyorsun."

Kaşlarım çatıldığında dediklerini iyice düşündüm. Bu gibi tehlikeli maddeleri ne diye burada tutuyorlardı ki. Daha bilmediğimiz neler karıştırıyorsun sen baş şeytan! Dikleşip tenekelerden uzaklaştım. Arkamı dönüp odadakilere baktım. Helena hala daha elini üzerine siliyor, buruşturduğu suratıyla etrafa bakınıyordu. Savaş ise kapı boşluğuna omzunu yaslamış bizi izliyordu. O buraya daha önce geldiği için neler olduğunu biliyordu. Benimde görmemi istemişti ama herhangi bir bilgide vermiyordu ki!

Layla da kağıt yığınlarında bir şeyler karıştırıyordu. Bir sürü deney tüplerinin olduğu masanın başında Alex duruyordu. Eline aldığı yarısı mavi bir sıvıyla dolu olan ve başı sıkıca tıkalı olan tüpü Eliza'ya doğru hafifçe salladı.

"Bu nedir dahi kız?"

"Üzerinde ne yazıyor. Adı ne?"

Alex çatık kaşlarla kağıda bakıp Eliza'ya "Thioacetone." dedi. Daha doğrusu demeye çalıştı diyelim. Eli başı sıkıca kapalı olan tıpayı açacakken "DUR!" diye bağıran Eliza'nın sesi bir oldu. Alex anlık durup yanımdaki telaşlı kıza sorgulayıcı gözlerle baktı. Eliza elini saçlarından sertçe geçirirken "Tanrı aşkına! Hiçbir şeye dokunmayın artık! Burası bir zehir yuvası! Temas ettiğiniz her şey ölüme davetiye çıkartıyor!" diye bağırdı. Herkes ilgilendiği işi bırakıp Eliza'ya baktı. Derin bir nefes alıp Alex'in masaya yavaşça geri bıraktığı şişeye baktı.

"En kokulu kimyasaldır. Oje çıkarmada kullandığımız asetonu alıyoruz. Yapısındaki tek oksijen atomunu çıkarıyoruz yerine kükürt atomu koyuyoruz ki oksijenle kükürt periodik tabloda altlı üstlü komşu yani birbirlerinden çok farklı değiller, sonuç ; "kokudan ölmek!"

Yapısında kükürt atomu bulunduran bütün kimyasallar kötü kokar. Bilinen en güçlü kokuya sahip bu kimyasalın yalnızca bir damlası saniyeler içerisinde yaklaşık 500 metreden algılanabilir. Kokuya maruz kalmak bilinç kaybına, felce ve kontrolsüz kusmaya sebep olur."

Alex de Helena gibi yüzünü buruşturarak bir adım geriledi masada. Kızlar korkuyla etrafına bakınırken "Burada ne yapıyor, bu akıldan yoksun kişiler?" diye mırıldandı Helena. Gözleri kimyasallara kaydıkça onlardan uzaklaşmak için geri geri adım atıyordu. Sanki ne kadar uzağa gidebilirse o kadar etkilenmeyecekti.

"Hey! Şunlara bakın."

Layla eline aldığı kağıt yığınlarını deney tüplerinden arta kalan boşluğa yerleştirdi. Üstteki kağıdı alıp önce bize gösterdi. Sonra tekrar kendine çevirip okudu.

"Denek 8. Üstüne çarpı işareti koyulmuş kadının."

Yanına gidip kağıda baktık.

"Onlarda mı klon?"

Layla olumsuzca başını salladı. "Hayır." dedi. "Bu kişiler sanırım taşıyıcılar. Bilgilere göre soluduğu ağır hidrojen florür bebeğin bedenine kötü hasarlar vermiş. Bebeği aldıklarında ise taşıyıcı hidrojen florüre yoğunca tensel temas ederek vücut bozulmasına ve sonradan ölümüne yol açmış."

Sonlara doğru sesi kısılırken bakışlarını kaldırıp bize baktı. Düşünceler deli gibi beynimi taciz ediyordu. Kaşlarım iyice çatılı vaziyette kağıt yığının üsteki kağıdı elime alıp baktım. Diğer kadına benzer bir kadındı. Denek 15. 35 yaşında kumral bir kadın. Bebek rahimde fazla yaşayıp gelişemeden ölmüş. Kadının resminin de üstünde çarpı vardı. İşlerine yaramadıkları için onunda icabına bakmışlardı. Elimdeki kağıdı yumruk şekline getirip sıktım. Nasıl böyle bir caniliği yapardı bu şerefsizler! Denekleri kullanılmayacak duruma gelince ortadan kaldırmışlardı. Gözlerim öfkeyle yerden kalkınca yeşillerle buluştu. Aynı şekilde kapıya yaslanmış dikkatlice hareketlerimi izliyordu. Öfkeli gözlerimi gördüğünde aralık dudaklarından nefes verip gözlerini yavaşça kapatıp açtı. Sakin ol der gibi... Nasıl sakin olabilirdim ki! Burada olan şeyleri göremiyor muydu. Bizimle birer oyuncak gibi oynuyor, canları sıkılınca bir kenara atıyorlardı!

"Görünüşe göre kadın kızı için çare bulmaya çalışırken öte taraftan da bu işi başka bir boyuta taşımış. Eylem için nakil bulsa bile..." Eliza elindeki kağıdı kaldırarak bize doğru gösterip salladı. "Bu klon safsatasına devam edecekti. Klonları bizim halimize getirdiğinde..." Derin bir nefes aldı. "Organlarını ve yüzlerini nakledecekti."

Ortamda boğucu bir sessizlik hüküm sürdü. Kimseden çıt çıkmıyor, duyduklarını hazmetmeye çalışıyorlardı. Bunun hazmedilecek bir yanı var mıydı, orası bile muammaydı. Ellerim karıncalanıyor, sanki bir şeylere vurmak ister gibi kapanıp açılıyordu. Gözlerimi kapatıp tuttuğum nefesi seslice dışarı verdim.

"Bu olayın parçası olan herkes öldü mü? Hayatta olan var mı?"

Savaş başını sağa sola sallayıp "Araştırdık. Deneklerden veya klonlardan sizden başka kimse hayatta değil." dedi.

"Onlarca kişi bu aptal deney yüzünden öldü. Şaka gibi!"

Helena elini saçlarından geçirirken dehşetle gülüp etrafına dönerek baktı.

"Beni takip edin!"

Savaş arkasını dönüp giderken yerimizde durmayı kesip onu takip ettik. Kapıdan çıkıp çaprazımız da kalan odaya girdik.

"Aman tanrım!"

Eliyle şaşkınlıkla açılan azını kapatan kişi Layla dan başkası değildi. Teni solmuş yeni yeni hastalığı atlatmaya çalışıyordu. Onun verdiği tepkiye inat ben put gibi donmuş dehşetle gözlerimi kırpıştırıyordum.

Bir sürü makinelerin üzerinde duran fanuslar ve içlerindeki fetüs şeklindeki bebekler. Daha doğrusu bebeğe benzemeye çalışan şeyler mi desem!

Bedenlerinin bazı kısımları ezik ve yanmış gibi buruşuk... Bazılarının ise kolu veya bacağı yok. Yüzleri ise daha tam olarak olgunlaşamadığı için değişik bir haldeler.

"Şaka mısınız abi siz!!" sesim kontrolüm dışında yüksek çıkmıştı. "Onlar daha bebek lan bebek! Ne hale getirmişler onları böyle!"

Sinirden etrafı kırmızı gören boğa gibi saldırgan hissediyordum. Titreyen elimi fanuslardan birinin camına dayadım. İçerideki suyun içinde durun fetüs kolları diye tahmin ettiğim yeriyle yüzünü gizlemiş cenin pozisyonunda suda öylece duruyordu.

"Bebek?"

Fısıltım ona ulaşamadan kayboldu. Dolan gözlerimdeki yaşı tavana bakarak geri göndermeye çalıştım. Bu nasıl bir vicdansızlıktı böyle! Sırf istedikleri gibi gelişemediler diye onları ne hale getirmişlerdi!

"Kızıl?"

Koluma dokunan ele bakmasam da kim olduğunu biliyordum.

"Savaş neden? Bu kadar vicdansız insanlar niye var bu dünyada?"

Yakınırcasına yüzüne baktım. Bana bir cevap versin istiyordum. Aklımdaki bu bilinmezliğe bir son versin istiyordum. Beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Elleri mi iki yanına koyup sıkarken başımı omzuna gömdüm. Kendimi ağlamamak için zor tutuyordum. O kadar çok dolmuştum ki. Bir de bu bilinmezlikler denizinin içinde daha çok boğulurken nefes almak gittikçe zor bir hal almaya başlamıştı.

"Hayat bir denge üzerine kurulu kızıl. İyiler, kötüler gibi. Bunlar ise sınıflarına ayrılıyor kendi aralarında. Bizim karşımıza hangi sınıf bireyin çıkacağına ise biz karar veremiyoruz maalesef."

Elinden saçlarıma akan o sıcaklık, az çok donan yüreğimi ısıtıvermişti. O yanımdaydı ya, başka bir şey istemiyordum. Yeter ki desteği hep üzerimde olsun, varlığı ise hep yanı başımda olsun istiyordum. Hiç bir şey yapmasa, böyle durup bana sarılsa bile yeterdi.

"Piç kuruları!"

Alexin sesini duymamla Savaştan ayrılıp bir kaç adım geriye gittim. O da benden uzağa gidip beni kardeşlerimle yalnız bıraktı. Son kez gözlerine bakıp seslerin geldiği tarafa yöneldim. Alex sinirli bir şekilde üzerinde fanus bulunan makineye tekme geçirdi.

"Sıçarım böyle işe! Bok vardı da bebekleri bu işe alet ettiler!"

Yan taraftaki dosyaları elinin tersiyle savurup yere fırlattı. Hızla yanına gidip kolundan tuttuğum gibi silkeledim.

"Kendine gel! Bu şekilde ortalığı dağıtman hiç bir halta yaramayacak!"

Beni ittirmeye çalışıp "BIRAK BENİ!!" diye bağırdı. "O piç kurularını öldürmediğim için o kadar çok pişmanlık hissediyorum ki!"

"Onlara baksana lan bir!" Başıyla fanusun içinde olan bebeği işaret etti. Sırtına dört ayrı yerden kablolar bağlanmıştı. Diğerlerine nazaran bu bebeğin her yeri normaldi ama bu sırtındaki kabloların bir eseriydi büyük ihtimalle. Onlar sayesinde bu derece gelişmişti ama daha fazla büyüyemeden oda ölmüştü.

"Bir hiç uğruna yapılır mı bu zulüm o canlara!"

Onu serbest bıraktım. Haklıydı. Hiçbir mantıklı açıklaması olamazdı bu olanların. Saf canilikten başka bir şey değildi.

"Çıkalım buradan, lütfen!"

Eliza etrafa bakınmadan yerdeki başını kaldırıp çıkışa yöneldi. Burada durmanın kimseye faydası dokunmayacağı çok açıktı. Daha fazla yürekler sızlamadan önce çıksak iyi olacaktı. Bizde yavaş adımlarla çıkışa yönelip son kalan bölmeye adımladık. Kapı yerinden asılan beyaz naylonumsu şeyi kenara çekerek teker teker içeri girdik. Herkes toplanmış nefeslerini tutmuş şekilde karşılarındaki manzarayı izliyordu.

İki yandan sıraya dizilmiş büyük tüp fanusların içindeki çıplak kadın bedenleri... Yavaş adımlarla ortalarına gidip hepsini teker teker inceledim. Bazılarının karınları doğum zamanı gelmiş gibi şişmişti. Ağızlarındaki maskeler sayesinde nefes alıyorlardı ama fişleri çekildiği için hepsinin birer ölüden farkı yoktu. O denekleri büyütebilmek için her türlü pisliğe bulaşmışlardı! Ellerimi saçlarımdan geçirip sıkıntılı nefes verdim. Artık şaşıramıyordum bile. Hele de o bebekleri o halde görünce bu görüntü normalmiş gibi geliyordu. Parmağımla gözlerimi ovuşturup serbest bıraktım.

Bulanıklaşan bakışım gittikçe netleşirken bu iğrenç manzarayı tekrar net görmeye başlamıştım. Oysaki istemiyordum ki ben. Bu vicdansızlık, insan dışı davranışların sonucunu görmek dahi istemiyordum hemde.

"Daha beni şaşırtacak ne görebilirim derken her seferinde beni yanıltmayı başarıyorlar."

Helena bir kadının önünde durmuş şişmiş karnına bakıyordu. Sırtlarında ise az önce bebeklerde gördüğümüz kablolardan saplanmıştı. Peki ne içindi bunlar? Bir hiç! Bir hiç uğruna bu kadar canı kurban etmişlerdi. Kim bilir nasıl zorla onları alıkoyup bu hale getirmişlerdi. Nasıl acılar çekmişlerdi? Düşünmek bile istemiyordum. Ne kadar düşünürsem o kadar canım acıyordu çünkü. Daha fazla hiçbirine bakmaya dayanamayıp sırtımı döndüğüm gibi çıkışa ilerledim. Savaş içeri girmemiş kapının hemen yanında bizi bekliyordu. Beni gördüğünde yaslandığı duvardan doğrulup elini uzattı. Titreyen elimi avuçları arasına bırakıp beni yönlendirmesine izin verdim.

Bu katın çıkışına ilerlerken elindeki telefona bir şeyler yazıyordu. Bu katın kapısına yaklaşınca Utkuya yazdığını anladım. Bizim geçmemizi bekleyip arkamızdan kızların yanına ilerledi. Savaş beni binadan da çıkartıp arabaların olduğu kısma ilerletti. Bahadır ve Miraçlar diğer arabanın etrafında toplanmıştı. Aramızda mesafe olduğu için bizi duymaları imkansızdı. Bu olaylar o kadar çok ağır gelmişti ki sırtımdaki yükü taşıyamayacak dereceye gelmiştim. Psikolojik mi bilmiyorum ama karnımdaki kurşun yarası acımaya başlamıştı. Boştaki elimi karnıma baskı yaparken elimin üzerine bir el daha kondu.

"Çok mu acıyor?"

"Bilmiyorum, biraz."

Endişeli gözleri sıkıntıyla kapanıp açıldı. "Sizi daha yeni çıkmışken buraya getirmemem gerekirdi. Benim hatam!"

Başımı olumsuz anlamında iki yana salladım.

"Hayır senin hatan değildi, ben ısrar ettim. Biliyorsun."

"Yinede..."

"Savaş! Lütfen bak zaten bu gördüklerim ve öğrendiklerim ağır geliyor birde sen üzme beni. Olur mu yeşilim?"

Umutla gözlerine baktığımda "Tamam." dedi sıkıntılı sesiyle. Kaskatı bedenimi rahatlatmaya çalıştım ama daha taze olan görüntüler bir türlü gözümün önünden gitmiyordu. Binadan çıkan bedenlerin sesleri gelince kendimi toparlamaya çalıştım. Kızlar dağılmış şekilde, yüzlerinde karmakarışık ifadelerle bize doğru yaklaşıyorlardı.

"Biran önce bu lanet yerden defolalım!"

Helena bize bakmadan arka kapının kapısını açıp kendini koltuğa bıraktı. Layla da peşinden binince Alex ile Eliza da tepkisizce gelirken ki bindikleri araca yönelip bindiler. Bahadır bize kısa bir bakış attığında Miraç ile o araca yöneldiler. Bizde koltuklarımızda ki yerimizi aldık. Savaş anahtarı çevirdiğinde çıkan motor sesi ile araba hareket etti. Gözlerim geride bıraktığımız acımıza ortak olan binaya kaydı. Giderek silikleşiyordu. Oraya gömdüğümüz hislerimizi de içine hapseden yerden sonunda kurtulmuştuk. Bu işte buraya kadardı işte.

"Şimdi ne olacak?"

Savaş dikiz aynasından mavilerimle buluşurken "Bitti kızıl." dedi.

Tek kaşım bu cevabıyla usulca havalandı. "Nasıl yani? Sona mı geldik artık?"

Dudağı hafifçe kıvrıldı. Yola kayan gözlerini tekrar gözlerimle buluşturduğunda yeşillerinde ki titreyen kıvılcımlar içimi az da olsa ısıtmayı başarmıştı.

"Bizde son yok kızıl, sonsuzluk var. İstanbul da ki kötü maceralarmız buraya kadardı. Yarın sabah İzmir'e gidiyoruz."

"Güzel günleri planladığımız yere mi?"

"Evet." Göz kırptı. "Düğünümüzün olacağı yere..."

-------------

Bugünlük bu kadar tatlı kuzucuklar. Daha da uzatıp sizi bekletmek istemedim.

Bu arada 50k olmuşuz. Çok sevindim buna 🥰

Umarım beğenmişsinizdir bölümü.😘

Diğer bölümde görüşmek üzere. Hoşçakalın...👋🏻

Continuă lectura

O să-ți placă și

BİR KÜÇÜK SIR De Betüş

Ficțiune generală

1.9M 135K 30
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
199K 8.5K 24
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...
957K 56.7K 73
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
122K 6.4K 18
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...