Lyssa | KAI ✓

By Elyios

686K 70.6K 29.7K

Hayran Kurgu #1 Gerçeği saklamak istiyorum, Seni her şeyden korumak... Ama biliyorsun, İçimizdeki kötülüklerl... More

Tanıtım
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 55
Final Part 1
Final Part 2
Teşekkürler
Yeni Kitap | Elyora

Bölüm 54

6.3K 985 355
By Elyios

Keyifli Okumalar 🍷

Vote sınırı yok ama son üç bölüm. Votesiz bırakmayacağınızı biliyoruz. Bölümü okuduktan sonra vote vermeye dikkat edin, sıralamada yükselelim 💋


"Kris benden bu halde bile korkuyor." 

Solar kafasını eğerek, önündeki kahveye gözlerini diktiğinde yerimde huzursuzca kıpırdandım. Onu ikna etmeyi başarmıştım, benim kim olduğumu biliyordu ve onu kasaya götüreceğime söz vermiştim.

Öğreneceğim şey her neyse, bunlara değse iyi olurdu. 

"O kasanın içinde ne var?"

Net soruma karşılık kafasını kaldırdı ve gözlerime baktı. Tam olarak arkada kalmış birini görüyordum, belki de ezilmiş. Elinden bir şeyler alınmış ve güçsüz. 

Bir kadını bu duruma çok az durum getirebilirdi benim gözümde, onlar bu kıza ne yapmıştı? 

"Benim hayatımı bitirebilecek şeyler." Dolan gözlerini görmeyeyim diye tekrar kafasını eğdi ama geç kalmıştı. "O kasa onda diye yıllarca tek kelime edemedim. Buraya yüzsüz bir şekilde geldiğinde ona gülümsemek zorunda kaldım." 

İğrendiğini belli edecek şekilde yüzünü buruşturdu. Ben ise Kris'in, ortağının kız arkadaşına bu kadar kötü ne yapabileceğini düşünüyordum. Anladığım kadarıyla Solar o kasada her ne varsa, onun için susmuştu. Çocuklara bile anlatmadığını anlamak zor değildi. 

Anlatsaydı, çocuklar onu Kris'e karşı korur muydu acaba? 

"Ben ona güç yetiremem, benim dünyam bu kadar. Her zaman da bu kadar kalsın istedim." 

Lay'in söyledikleri aklıma gelmişti. Solar asla sevgilisinin bu işlerde olmasını istememişti. Belli ki gerçekten hoşlandığı bir durum değildi, hala bir kafede öylesine bir çalışan olarak hayatına devam ediyordu. 

"Kris ve o," Hatırlamak canını yakıyormuş gibi gözlerini kapattığında, istemsizce elimi elinin üstüne koydum. Acısını hissediyordum, kaybetmenin ne demek olduğunu iyi bilirdim. "Çok iyi arkadaşlardı, çok çok iyi. O, Kris için canını verirdi. Kris de onun için. Çocukları bir araya topladıklarında, hepsi iyi anlaşamasa bile hepsinin arasında çok güçlü bir bağ oluşmuştu." 

Nefeslenmek için susarak kahvesinden bir yudum aldı. Bilerek asla araya girmiyordum, anlatacağı şeyleri kendince bir sıraya koymuş gibiydi.

Onun oluşturduğu sırada dinlemeyi bekliyordum. 

"Her şey güzel gidiyordu, büyüyorlardı ve kimse onlara engel olamıyordu. Sadece bazen onda garip bir mutsuzluk seziyordum."

Kaşlarımı çattım, sevgilisinin adını asla kullanmıyordu ama üstüne düşüp irdeleme gereği duymadım. Bu hikayenin sonunu merak ediyordum.

"Bir karar alacağı zaman grup genelde ikiye bölünürdü. Özellikle iki lider farklı görüşteyse." Bana bakarak, gözlerini kıstı. "Bilirsin, söz dinletme olayları." 

"Biliyorum." 

Bunu benden daha iyi kim bilebilirdi? 

"Kai, Sehun, Suho, Do, Baek ve Chanyeol. Hepsi Kris'in tarafındaydı." 

Geriye kalanları düşündüm. 

Lay, Luhan, Tao, Chen ve Xiumin. 

Çekişmeli bir mücadele olduğu açıktı. Kris güçlü bir liderdi ama görünüşe göre, eski ortağı da en az onun kadar güçlüydü. 

"Her geçen gün, daha da kötü oluyordu. Yanıma daha mutsuz geliyordu, daha çok benimle kalmak istiyordu. Öncesinde orayı bırakamayacağını söylerken. Bir gün bana bir şeyler anlattı." 

Heyecanla olduğum yerde doğruldum, sanırım asıl dinlemek istediğim bölüme gelmiştik. 

"Kris'in ona sürekli karşı çıktığından bahsetti. Haklı olsa bile üste çıkmak için sayısal üstünlükle tehdit ettiğini falan söyledi. Bir kavgalarında Kris kendini buranın tek sahibi sanma diye bağırmış, aslında bunu sanan sadece kendisiydi. Ona karşı nefret besliyordu, bakışlarından bile hissediyordum. Liderliğini elinden alıyordu, kendi tarafına çektiği üyeler daha baskındı ve Kris grubun kontrolünü elinden kaybetmek istemiyordu." 

"Nasıl yani? Grup bölündü mü?" 

"Hayır, gerçek bir bölünme değildi. Sadece destek olma gibi diyelim. Yine de Kris'in sözü gittikçe daha az dinlenmeye başladı, çift lider oldukları için olması gereken de zaten buydu. O bana bunları anlatırken, Kris'in her gün ondan biraz daha nefret ettiğinden bahsederken bir gün onun öldüğünü söylediler. Üstelik basit bir çatışmada." 

Demek istediğini anladığım an kalbimde hissettiğim ağırlıkla nefes alamamıştım. 

"Yalan söylüyordu, bunu o da ben de biliyorduk. Onu öldüren kendisiydi. Liderlik için, tek kalmak için onu öldürdü ve ben diğerlerine söylemeyeyim diye beni tehdit etti." 

Kris, grubuna ve arkadaşlarına ihanet etmişti. 

Ortağını öldürmüştü, en yakın arkadaşını. Beraber bu yola çıktığı kişiyi.

"Çünkü söylersen, grup üyelerinin aralarındaki bağa güvenleri azalırdı." 

Kendi kendime konuşur gibi söylediğim şeye kafasını sallayınca, ne yapacağımı bilemeyerek etrafıma baktım. Bu beklediğimden de büyük bir şeydi. 

Onlara darbe vuracağım tek yerin, en hassas noktasını bulmuştum. 

Peki neden aklıma sadece Kai'nin sürekli yanında olduğu Kris'in yüzüne bakarken aslında arkadaşının katiline baktığını bilmiyor oluşu geliyordu? 

Her şeyden önce, o bunu öğrenince ne olacaktı? 

Dostlukları bir yalan üzerine kuruluydu. Birbirleri için canlarını vereceklerini söylerken, aralarından biri sırf liderlik için diğerinin canını almıştı. 

Ne kadar pis bir yerdi burası, ne kadar kirli. 

Hiçbir duygunun kıymeti yoktu. Bundan iğrenmek ise benim hakkım bile değildi, güven duygusunu çöp eden kişilerin başında elbette ben geliyordum. 

"Seni bir daha tehdit etmesine izin vermeyeceğim ama biraz bekle, tamam mı? Hiçbir şey söyleme, benden haber bekle." 

Sadece kafasını salladığında ayağa kalktım ve kapıya doğru yürüdüm. Kafamda onlarca şey dönüyordu, aynı anda binlerce farklı şeyi düşünüyor kadar yoruluyordum.

Asıl hain, liderleriydi. İhanet onların içindeydi, en güçlü duygularının merkezindeydi.

Ne yapmam gerekiyordu? 

....

Hayat çok garipti.

Düşman dediğim insanın ayağına isteyerek gidiyordum, hem de sevmediğim yağmurun altında ıslanarak.

Attığı mesajı görür görmez, mekanı bilmesem de vakit kaybetmeden söylediği yere gelmiştim. Gelirken aklımda olan tek düşünce ise onun bana ihtiyacı olabileceğiydi.

Adrese doğru mu diye baktım. Boş ama birkaç ağacın olduğu, muhtemelen gecenin bir saati diye kimsenin olmadığı bir yerdi.

Kai kapüşonunu kafasına takmış ve bana arkası dönük olacak şekilde ağaca yaslanmıştı. Nedense uzaktan bile ruhunun iyi olmadığını hissedebilmiştim.

Adımlarımı hızlandırıp, deri ceketimin şapkasını yüzüm gözükmeyecek şekilde kendime siper ettim. Yağmur aşırı derecede döktürmüyordu fakat her yer çamur altındaydı.

Ağaca yaslayabileceğim şekilde yanına oturdum ve bana dönen yüzüyle suratını inceledim. Onu en son ne zaman bu kadar üzgün gördüğümü çıkartamıyordum. Gözlerinde görebildiğim tek duygu hüzündü, bunu ise hiçbir söz söylemeden anlayabilecek dereceye gelmiştim.

Sanırım konuşmasak da o beni anlıyordu.

Tıpkı benim onu anlayabildiğim gibi.

Uzun bir süre yüzüme baktıktan sonra, yağmurun ıslatmış olduğu yanağıma kısaca dudaklarını bastırdı. Yanaktan öpülmenin bu kadar saf ve temiz olması, kirli bedenim ve ruhuma alışık olmadığım için farklı gelmişti.

Farklı ve hiç olmadığı kadar güzel.

Yüzüme gülümsememi yerleştiremeden kafasını omzuma yasladı ve onu görmemi engelledi.

Ben onu görmesem de çektiği sıkıntıyı görebiliyordum. Bizim kaderimiz birdi, kendimizi bu hayatın içinde bulmuştuk ve tıpkı şu an üstünde oturduğumuz çamur gibi insanlara da pisliğimizi bulaştırıyorduk.

Ben pisliğin içinden çekip çıkarabileceğim küçücük bir çocuğu kaybetmiştim. Hem de ona en büyük kötülüğü yaparak.

Ona umut vererek.

"Nefes alamıyorum."

Bu söylediğini duyacağıma hiç konuşmamasını tercih ederdim. Birbirimize zayıf yönlerimizi, güçsüz taraflarımızı göstermeyi alışkanlık hale getirmiştik ve bu iyi değildi.

"Çoğu zaman ben de."

Dilim bana ihanet eder gibi beynimle savaşıyor ve konuşmak istemiyor olmama rağmen harekete geçiyordu. Birine karşı ne zaman güçsüz göründüğümü anımsayamıyordum bile.

Kai ise çok farklıydı.

Ona herkesten daha yakın, bir o kadar da uzak durmalıymışım gibiydi. Hayatım boyunca her zaman temkinliydim, düşünmeden bir işi yapmaktan çekinirdim.

Onun yanına gelirken ise beynimde hiçbir düşünce yoktu. Sadece ayaklarımın beni götürmesine izin vermiştim ve bu anlamsız yerde, onunla ağacın altında oturuyordum.

Yabancı olduğum duygular beni ele geçiyordu. Vücudumda hızla büyüyüp gelişen, beni kontrolü altına alan rahatsız edici farklılığa dur diyemiyordum.

"Bu batağa nasıl düştüğümü biliyor musun?"

Kabataslak evet demek isterdim. Seni bu batağa aşık olduğun kadın sürükledi, ben ise bunu senin ağzından duymak istemiyorum.

"Bilmiyorum."

Her zamanki gibi düşündüklerimi söylemekten yana olamadım. Bana bu batağa nasıl düştüğünü anlatacaktı ve acılarını dinleyecektim.

Sanki kendi acım yokmuş gibi.

Sanki kendi dertlerim beni öldürmüyormuş gibi.

"On altı yaşındaydım, bir kız için ailemden vazgeçmiş ve onları terk etmiştim. Onunla mutluydum." Derin bir nefes aldı ve zorla da olsa devam etti.

"Aklına gelebilecek her şeyi yaptık, her türlü ortama beni sokmasına izin vermiştim. Beni hiçbir zaman yalnız hissettirmemiş, bir anda tüm ailem olmuştu."

Gözlerimi kapattım, kelimeler onun ağzından çıkıp teker teker kalbime saplanıyordu. Yaptığım tüm kötülüklerin bedeli gibi canımı acıtmaya çalışıyorlardı.

Başarıyorlardı da.

"Kendimi onun peşinde sürüklenerek buralarda buldum. Beni aldatmasını izledim, yavaş yavaş uzaklaşmasına şahit oldum. Yine de her seferinde onu affettim, bir gün gideceğini bile bile onu her zaman affettim."

Aşk böyleydi.

Kimse birbirini eşit olarak sevmezdi ve daha çok seven taraf her zaman kaybederdi.

Seven taraf tüm mutluluğunu ona verirdi, ondan aldığı ise gece yastığa başını koyduğunda çektiği acılar olurdu.

Aşk isteyerek birinin kölesi olmaktı.

Aşk, hayatının tüm iplerini onun eline bırakmaktı ve o seni nereye sürüklerse oraya gitmekti.

Ve daha çok seven her zaman savrulurdu.

Bilerek ve isteyerek.

"Şimdi ise bu batağın içinden çekip çıkamıyorum. Arkadaşlarımı kaybetsem de devam etmek zorundayım, arkama bakıp üzülmek için zamanım bile yok. Bir saniye bile."

Kafamı Kai'nin kafasının üstüne koydum ve hızlanan yağmur damlalarının üstüme düşmesini sağladım.

Ben daha önce hiç aşık olmasam da onunla benziyorduk. Bahsettiğim benzerlik şu an ikimizin de siyahlara bürünmüş kıyafetleri değildi. Bahsettiğim şey ruhlarımızın simsiyah olmuş olmasıydı.

"Benim durumun daha vahim."

İstemeden de olsa kendi kendime gülmüştüm. "Sen buraya sürüklendin, ben ise böyle bir yerde doğdum. Tek amacım hayatta kalabilmeyi öğrenmekti, hiçbir zaman terk etme gibi bir lüksüm de olmadı. Karanlığın içinde yürümek için aydınlık bulmaya çalışmadım, içinde bulunduğum karanlıktan memnundum."

Geçmiş zaman ekleriyle konuştuğumu biliyordum, küçük bir çocuğun ölümüne sebep olmak hayatımdaki bazı önceliklerimi değiştirmişti.

Asıl düşmanım kim diye sorgulamaya başlamıştım. Benim düşmanım o küçük çocuk için üzülenler miydi? O küçük çocuğun kanını ellerine bulayanlar mıydı?

Belki de hepsiydi.

"Farklı bir hayatı istedin mi?"

Kai anlattıklarıma tepki göstermiyordu, beni anlayabildiğini biliyordum fakat bu kadarını tahmin etmek biraz güçtü.

"İstemedim. İçinde bulunduğum hayatı terk etmek yerine, onun zirvesine sahip olmak her zaman önceliğim oldu."

Kai'nin oynattığı bacağı dikkatimi çeker çekmez gülümsedim ve elimi üstüne koydum. Benim elimi koymamla kendine çektiği bacağını sallamayı bırakmıştı.

"Garip bir alışkanlığın var Kai. Neyi anlamadığını sorabilirsin?"

Kai bir şeyleri anlamadığında bacağını sallıyordu. Bunu fark edeli uzun zaman olmamıştı, sadece şüpheleniyordum şimdi ise emin olmuştum.

"Bu alışkanlığımı daha önce çözen biri olmamıştı."

Kafasını kaldırmaya çalıştığını anladığım an kendi kafamı üstünden çektim. İlk geldiğim ana göre biraz daha iyi gözükmesi iyidi, onu güçsüz görmeyi kabullenemiyordum.

"İyi bir gözlemciyim." Göz kırptım ve ne zaman açıldığını anlayamadığım fermuarımı tekrar kapattım. Islanmış olan toprak beni üşütse de halimden memnundum.

"Seni buraya çağırdığımda geleceğini düşünmemiştim."

Gerçekten düşünmemiş miydi? Kalkan kaşlarıma engel olamadan kafamı iki yana salladım ve önüme döndüm. Birbirimizi tanıdığımızı düşünüyordum, benim gelmeyeceğimi düşünmesi tam bir aptallıktı.

"Şimdi geldiğim gibi yine gelirdim. Ne zaman istersen."

Vücudumda hissettiğim sarmalanmayla kaşlarımı çattım. Kai beni kendine çekmeye çalışıp başarılı olamasa da en azından kollarını dolayabilmişti.

Gülmüştüm çünkü içinde bulunduğumuz durum oldukça aptalcaydı. Otururken sarılmak çok zordu ve ben sarılmayı sevmezdim. Özellikle yağmur ve çamur eşliğinde daha da çok sevmezdim.

"Normal kadınlar gibi sarılmama karşılık versen ve duygusal bir an yaşasak?"

Başkası olsa döveceğime emin olsam da dediğini yaptım ve kollarımı vücuduna sardım. Yani sarmaya çalıştım, çok zordu ama gerçek bir sarılmaya benzemişti.

Çenemi omzuna yerleştirdim ve yağmurun ıslattığı teninden gelen kokuyu içime çektim. Yağmur kokusu güzeldi, Kai'nin kokusuyla birleşince ise eşsiz olmuştu.

"Çok güzel kokuyorsun."

Yüzümü buruşturdum ve anlam vermeye çalıştım. "Ben az önce içimden konuşmadım mı?" Bilinçsizce sorduğum soru üzerine, Kai'nin şu an bana aptal gelen, aslında güzel olan kahkahası kulaklarımda yer edinmişti.

"Demek aynı düşünüyoruz. Senden daha cesur olduğumu kabul ediyorsun öyle değil mi?"

Edepsiz olmak ne zamandan beri cesurluk adı altına girmişti? "Kendini gördüğün şekli değiştiremem, cesurum diyorsan öylesindir."

Bugün ona laf sokmamak için uyanmış olmalıydım. Bu kadar ılımlı olmak bünyeme ters olsa da dilim benden bağımsızlığını çoktan ilan etmişti. Verdiği karara saygı duymaktan başka bir çare göremiyordum.

Bedenime sardığı kollarını gevşeterek yüzüme bakmak adına geri çekilmişti. Nasıl göründüğümü umursadığım sayılı anlardandı.

Yüzündeki gülümsemeyi görebildiğime göre o kadar da vahim durumda değildim anlaşılan.

"Buraya sürüklendim demiştim ya?" Kafamı aşağı yukarı salladım ve devam etmesini bekledim.
"Nedenini şimdi daha iyi anlıyorum."

Alnıma yasladığı alnıyla gözlerimi kapattım, en son ne zaman bu kadar huzurluydum bilmiyorum.

Sürekli onu düşünen beynim; bana ihanet ediyordu.

Ona sarıldığımda, içime dolan huzurun vücudumda dolaşmasına izin veren ruhum; bana ihanet ediyordu.

Söylemek istediklerimden çok daha farklı kelimelerin dudaklarımdan dökülmesine izin veren dilim; bana ihanet ediyordu.

Gözleriyle buluşmak isteyen gözlerim; bana ihanet ediyordu.

Onun yanındayken istemsizce heyecanlanan benliğim ve hızlanan kalbim; bana ihanet ediyordu.

Hepsinin farkındaydım.

Hayatımın iplerini hiç olmayacak bir adama vermiştim.

Ve savruluyordum.

Bilerek, isteyerek.

Köle miydim bilmiyorum ama emin olduğum tek bir şey vardı.

Ben, ona aşıktım.

Continue Reading

You'll Also Like

30.9K 163 31
Bu yeni kitabımda, son zamanlarda ilgi duymaya başladığımdan astroloji hakkında çeşitli internet sitelerinden ve Twitter'daki kimi astrologların hesa...
119K 13.2K 51
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
1.9K 255 9
yerimiese: seni sildim jeon jungkook. → başlangıç: 28.11.2020 → bitiş: 03.12.2020 「 jungri fanfiction by ©valeshle from ©cadavres 」
15.1K 900 47
Okulun şımarık çocuğu Jimin. Okulun serserisi Jeon Jungkooka yatak arkadaşı olmayı teklif eder ve ikiside koca bir hikayenin içine gireceklerini tahm...