Hüzün Yağmurları-(Kitap Oldu)

By yamakk

147K 9.5K 2.5K

Kitap Adı: Hüzün Yapmurları Yazar: Burçin Çelik Sayfa Sayısı: 432 Babam... Büyüdükçe bir tarafım anladı onu a... More

Hüzün Yağmurları
1. Bölüm: SİS
2. Bölüm: Araf
3. Bölüm-Kayıp
4. Bölüm-Pas Tadı
Geçmiş Zaman Olur Ki-Karşılaşma
ARTA KALAN
8. Bölüm: Kuyu
Geçmiş Zaman Olur Ki- Tamamlanmayan Parça
10. Bölüm: Acı
Geçmiş Zaman Olur Ki- Dostlukla Kesişen Yollar
Geçmiş Zaman Olur Ki- İlk Düğüm
13. Bölüm: Nefes
Geçmiş Zaman Olur Ki- Kimsesizler Mezarlığı
Part 1: Bitiş
Part 2
16. Bölüm: Yiten İnançlar
Geçmiş Zaman Olur Ki- Beni Sev
18. Bölüm: Alyans
Geçmiş Zaman Olur Ki- Bir Zamanlar
Geçmiş Zaman Olur Ki- Cem Yüzbaşı
21. Bölüm: Alışacaksın
22. Bölüm: Yar/a
Geçmiş Zaman Olur Ki- Köşe Kapmaca
23. Bölüm: Unutmabeni Çiçekleri
24. Bölüm: mektup
Geçmiş Zaman Olur Ki- Yeni Bir Yolculuk
anımsa
26. Bölüm: Emanet
Geçmiş Zaman Olur Ki- Mucize
27. Bölüm Part-2 : Vazgeçilmeyen
Geçmiş Zaman Olur Ki-Gelin Tokası
29. Bölüm: Yanılgı
Online Sipariş Linkleri
Geçmiş Zaman Olur Ki- Nikâh Defteri
Birlikte Saracağız
geçmiş zaman olur ki-kerevet
33. Bölüm: Paye
34. Bölüm
35. Bölüm: Adım Adım
Geçmiş Zaman Olur Ki
İtiraf
Geçmiş Zaman Olur Ki-Umut Çiçekleri
Deprem
Final

Geçmiş Zaman Olur Ki-Kayıp

3.9K 282 54
By yamakk

Berrin, yaşamla ölüm arasında incecik bir çizgi olduğunu öğreneli çok olmuştu. O incecik çizgide anlam bulabilmişti onun hayatı... En çok da bu yüzden doktor olmuştu belki de; o çizgiyi hiç unutmamak, ölümün bir köşede sinsice sırasını beklediğini hatırlamak için seçmişti bu mesleği.

Onun ölümle tanışıklığı erken yaşlarına denk gelmişti. Beş yaşında yoktu, babasının tavandan sallanan bedenini aralık oda kapısından gördüğünde. Çocuk aklına silinmesi imkânsız bir leke gibi kazınmıştı sonradan anlam bulan o görüntüler. Parça parça anımsadığı tüm o hatıralar bir yapbozun eksiklerini tamamlayıp aradığı gerçeğe götürmüştü yıllar sonra o küçük çocuğu. Gerçeği bulduğundaysa hiçbir şey eskisi gibi kalmamıştı. Şimdi dönüştüğü kadında, geçmişte kalmış o çocuğun izi derindi. İnsanları imrendiren tebessümünün ardında kederden çok daha fazlası gizliydi. Yıllar var ki bitmemişti tuttuğu yas... Yaşadığı onca şeye rağmen her seferinde devam etmeyi becerebilmesinin tek nedeniydi ölümle yaşamı ayıran o incecik çizgiyi aklında tutuşu.

Ameliyat masasındaki hiçbir çabasına yanıt vermeyen bedene baktığında bir kez daha anımsatmak zorunda kaldı bu gerçeği kendine. Bakışlarını duvardaki saate çevirip yanı başındaki hemşireye döndü.

"Ölüm saati on sekiz yirmi dört," dedi. Sesi vazgeçişine bulanmıştı.

Çizginin ötesine geçen adama son kez bakıp çıktı ameliyathaneden.

Bu kaybettiği ne ilk hastasıydı ne de son olacaktı; ama yine de kaybettiği her hastada aynı hüzün kaplıyordu içini. O masadan kalkamayan her beden için aynı çaresizliği duyuyordu. Her ölümün vakitsiz sayıldığını bilecek kadar yaşamıştı genç kadın... Ne kadar hazırlamış olursa olsun insan kendini, her ölüm erkendi. Her ölüm, bir adım sonrasının muammasını anımsatan ince bir mesajdı.

Onun için mesleğinin en zor kısmı, bu tür durumlarda hasta yakınlarıyla yapılan görüşmelerdi. Hiçbir zaman tam manasıyla hazır olmamıştı bu görüşmelere Berrin. Öyle ya, insanların karşısına geçip yakınlarının öldüğünü söylemeye ne denli hazırlanabilirdi bir insan? Ama bu kez daha da güçsüz hissetti kendini bunun için. Hastalarıyla duygusal bağlar kurmak bu yüzden riskliydi işte, onların ardından epey sarsılıyordu genç kadın. Şimdi çıkıp hastanın ölüm haberini birilerine vermesi gerekiyordu ve bu kaçıp bir köşeye saklanma isteği doğuruyordu içinde.

Çıktığında ameliyathanenin önünde bekleyen hasta yakını göremeyince önce rahatladığını hissetti, sonra da durumun tuhaflığının farkına vardı.

"Hastanın bekleyen yakını yok muydu Aysel?" dedi, arkasından sessizce gelen asistana.

"Odada bekliyor olması lazım hocam, ameliyat uzayacağından oraya almıştı hemşireler."

Derin bir nefes aldı genç kadın. Vereceği haber bir parça daha düşürmüştü omuzlarını. Farkında olmasa da, gergin olduğu bütün zamanlarda olduğu gibi, kaşları çatılmıştı. Başındaki ameliyat kepini çıkarıp odasına doğru ilerledi. Bir parça soluklanmalıydı en azından. Üstelik odasından alması gereken bir zarf vardı.

Berrin'in profesyonelliğini gölgeleyen bir şey varsa o da hastalarıyla fazla samimi olmasıydı. Bu defa da aynı şeyi yapmıştı. Ameliyata girmeden evvel hastanın eline tutuşturduğu zarfı geri çevirememişti. Şimdiyse, sahibine ulaştırılması için ona emanet edilen zarfı düşündükçe içi daralıyordu.

Adam hissetmişti sanki öleceğini... Ameliyattan önceki günler gözleri kapıda, bekleyip durmuştu. Sohbet etmeye çalıştığı tüm anlarda sözü evirip çevirip oğluna getirmiş, Berrin'in anlayamadığı bir kederle yarım bırakmıştı başladığı cümleleri. Belli ki kapanmamış, kanayan bir yarayı paylaşıyordu evladıyla. Adamın söylediklerinden ve çoğunlukla sustuklarından bu kadarını çıkarmış, soru sormamıştı genç kadın. Onun amacı ameliyata girecek hastasını morallendirmekti zira. Yine de o odaya girip kendisine emanet edileni sahibine vermek zor geliyordu Berrin'e. Ama geciktiremeyeceğinin de farkındaydı...

Servise girer girmez alışık olmadığı bir sakinlikle karşılaştı genç kadın. Ayşe hemşireyle yaptığı ufak bir görüşme sonunda, hastanın oğlunun geldiğini ve odada beklediğini öğrendi. Oda kapısında durup birkaç saniye sonra buna sevineceğini bilmeden son kez derin bir nefes aldı. Kapıdan adımını attığında beklemediği bir tabloyla karşılaştı.

Batan güneşin ardında bıraktığı kızıllık inceden odaya süzülmüş, az sayıdaki eşyayı zor seçilen bir gölgenin içinde bırakmıştı. Yüzünü pencereye çevirmiş, dalgın gözlerle dışarıyı izleyen adamın yüzü profilden belli belirsiz seçiliyor olsa da, onu tanımak için daha fazla detaya ihtiyacı yoktu Berrin'in. Adamın yüzü ilk karşılaşmalarındaki gülümsemesinden en ufak bir iz taşımasa da, oydu işte. 'Hayır'ın anlamını bilmeyen bir çocuğun ısrarcılığıyla şemsiyesinin altına süzülen yalıçapkını, karşısında görmeyi bekleyeceği en son kişiydi. Yine de kendinden emin adımlarla ilerledi odada, ta ki adam varlığını hissedip dönene kadar. Gözlerinin birbirine değdiği an kadının ilk farkına vardığı, derin bir keder oldu, hemen ardından keder yerini şaşkınlığa bıraktı. Onun peşini de ilk karşılaşmalarındaki gibi bir tebessüm izledi. Ama Berrin bir an dahi olsa o gözlerdeki acıyı yakalamıştı, artık adamın o boş vermiş gülücüğü onu kandıramayacaktı.

"Dünya küçük..."

İlk konuşan Serdar olmuştu. Engel olamadığı karmakarışık duygularla boğuştuğu odada, rastlamayı umacağı en son kişiyi karşısında bulmuş olsa da, üzerine yapışıp kalan tavırlarından ödün vermeye niyeti yoktu.

"Bilseydim şemsiyenizi de getirirdim," diye ekledi, tıpkı o günkü gibi yaramaz çocuk bakışlarıyla.

Adamın kısacık bir anda duygudan duyguya savruluşunu soğukkanlılığına eşlik eden bir şaşkınlıkla izledi Berrin. Başka zaman olsa bir güzel azarlardı adamı; ama vereceği haber elini kolunu bağlıyordu.

"Gerek yok, sizde kalabilir," dedi. Sesine mesafeli bir ton vermeye çalışmıştı genç kadın. Hâlbuki çatık kaşları en derin mesafeleri koymak için kâfiydi.

"Çok cömertsiniz..."

En kolay bürünebildiği rol, üstüne özenle biçilmiş bir kıyafet gibi taşıdığı boş vermişlikti. Serdar'ın en iyi bildiklerinden, ezber ettiklerindendi. O an, içine düştüğü karmaşayı gizleyebilmesinin tek yolu da yine o role bürünmekti. Üstelik karşısında bulduğu bu kadın, onun için çözülmeyi gerektiren bir bilmeceydi.

Karşı karşıya durdukları o birkaç saniyede kadını incelemekten geri durmadı Serdar. Çatık kaşlarının bile güzelliğinden bir şeyler eksiltmediğini fark edince şaşkınlığına engel olamadı. Böyle bir şey nasıl mümkün olurdu? Bir kadın nasıl her hâliyle bu denli kusursuz görünebilirdi? O kusursuzluğun altında muhakkak bir şey olmalıydı. Kadının özenle gizlediği, açık etmediği, kimselerle paylaşmadığı bir şey muhakkak vardı; adı kadar emindi Serdar.

Ne içinde bulunduğu ortam ne de ruh hâli tüm bunları düşünmesine, irdelemesine mani değildi. Kadını karşısında görüşü dünyanın küçüklüğüne sahiden de inandırmıştı onu. Zira bu kadar genç bir kadını babasının doktoru sıfatıyla karşısında bulacağını kırk yıl düşünse ummazdı.

"Hüseyin Bey'in yakınısınız değil mi, yanılmıyorum," dedi Berrin, sırf konuyu değiştirip adamın dikkatini toplamasını sağlayabilmek için.

"Evet, oğluyum..."

"Bakın, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama... Babanızı kaybettik... Başınız sağ olsun."

Berrin'in kurmayı hiç arzulamadığı cümleler, Serdar'ı hazırlıksız yakalamıştı. O âna dek böyle bir olasılığı aklının ucuna bile getirmemişti genç adam. Babası arayıp hastaneye yatacağını söylediğinde, ameliyat gününü haber aldığında dahi hiç düşünmemişti böyle bir ihtimali. Sırf yerine getirilmesi gereken bir görev gibi gördüğünden oraya gitmişti zira. Babası ameliyattan çıkacak ve Serdar yine ondan mümkün olduğu kadar uzağa gidecekti. Bu kez uzağa gitme kısmını babası üstlenmişti ve Serdar'ı fırtınalı bir deniz gibi ardında bırakmıştı. Geçmişin yadigârı son kâğıttan gemisi de böylelikle alabora olmuş, batmıştı...

Kulakları kelimelerin manasını idrak edince yüzündeki tebessüm silindi evvela. Tüm duygular buldukları kuytulara gizlenip bomboş bıraktılar adamın içini. İçi kadar boştu Berrin'e bakan gözleri...

Yüzüne kilitlenmiş bakışlardaki boşluğun fırtınadan önceki sessizlik olduğunu bilecek kadar tecrübeliydi Berrin. Yine de payına biçileni yapıp elindeki zarfı uzattı Serdar'a. "Babanız size vermemi rica etmişti."

Tek bir kelime etmeden uzanıp aldı kadının elinden zarfı adam. Alır almaz çöküp kaldı biraz evvel kalktığı yatağın üzerine.

Adam zarfı elinden alınca arkasını dönüp odadan çıkmaya niyetlendi Berrin. Tam kapıya vardığında duydu ardından gelen hıçkırığın belirli belirsiz sesini. Hemen çıkıp adamın mahremiyetine saygı göstermesi gerektiğini bilse de kalakaldı olduğu yerde. Aynı sesi bir kez daha duyunca ardında bıraktığı adama çevirdi bakışlarını. Omuzları düşmüş, başı önüne eğik ağlıyordu adam; yüzünü göremese de sarsılan omuzlarından belliydi ağladığı. Akşamın kızıllığı yerini kasvetli bir griye bırakmıştı. Odadaki keder elle tutulacak kadar belirgindi. Ölümün sıkıntısını perçinleyecek bir atmosfere ihtiyaç yoktu hâlbuki...

Tek bir saniye daha düşünmedi Berrin, gidip adamın yanına oturdu. Ne söylerse söylesin anlamsız olacağını bildiğinden açmadı ağzını. Sadece elini uzatıp, yanında sesini bastırmaya çalışarak ağlayan adamın omzuna dokundu.

Yıllar sonra bile o ânı unutamayacaktı Berrin. Serdar'a nasıl âşık olduğunu soranlara bambaşka bir cevap vermiş olsa da, adamın içine sızdığı andı bu. Serdar başını kaldırmış, direkt kadının gözlerine bakmıştı. Berrin'in o gözlerde gördüğü cam gibi bir maviydi... O kırık mavinin içinde feryat eden çocuğu görmüştü. Tek bir bakış en derinine işlemişti. Öyle kimsesizdi ki orada gördüğü çocuk, kendini gördüğünü sanacak kadar tanıdık gelmişti kadına. Annesini kaybetmiş bir çocuğun telaşı, korkusu, korunmasızlığı, ne yapacağını bilmemenin çaresizliği vardı o mavilerde. Aynaya her bakışında gördüğü küçük kızın sahipsizliğiyle aynıydı karşısındakinin sahipsizliği...

Geçmişiyle olan son bağını kaybettiği gün, Berrin'le ortak bir yarayı sahiplenip geleceğe tutunacağını bilemeden ağlıyordu Serdar. Altı yaşından beri ilk kez, bütün birikmişlerine ağlar gibi sarsıla sarsıla; ikinci defa gördüğü yabancı bir kadının omzuna başını gömmüş, geçmişini yıkıyordu gözyaşlarıyla. Sırtına dokunan ürkek ellerin kararsızlığından bihaber, kulaklarına dolan sese tutunmayı yeğliyordu, kaymamak için. Gelecek adam için, 'Geçecek' diyen buğulu bir sesten ibaretti o andan sonra.

'patc鴓L

Continue Reading

You'll Also Like

3.5M 217K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
263K 19.6K 18
Berfan ve Bahoz'un hikayesine hoş geldiniz! Hikaye 1990'lar da geçmektedir ve yetişkin içerik sahneler bulunmaktadır.
99.3K 4.6K 80
Kwon Taekjoo, Rusya'ya git ve 'Anastasia'yı bul. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın yıldızı 'Kwon Taekjoo', Rusya ile Kuzey Kore (namı diğer DPRK) arasın...
1.5M 112K 28
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...