Hüzün Yağmurları-(Kitap Oldu)

By yamakk

147K 9.5K 2.5K

Kitap Adı: Hüzün Yapmurları Yazar: Burçin Çelik Sayfa Sayısı: 432 Babam... Büyüdükçe bir tarafım anladı onu a... More

Hüzün Yağmurları
1. Bölüm: SİS
2. Bölüm: Araf
4. Bölüm-Pas Tadı
Geçmiş Zaman Olur Ki-Karşılaşma
ARTA KALAN
Geçmiş Zaman Olur Ki-Kayıp
8. Bölüm: Kuyu
Geçmiş Zaman Olur Ki- Tamamlanmayan Parça
10. Bölüm: Acı
Geçmiş Zaman Olur Ki- Dostlukla Kesişen Yollar
Geçmiş Zaman Olur Ki- İlk Düğüm
13. Bölüm: Nefes
Geçmiş Zaman Olur Ki- Kimsesizler Mezarlığı
Part 1: Bitiş
Part 2
16. Bölüm: Yiten İnançlar
Geçmiş Zaman Olur Ki- Beni Sev
18. Bölüm: Alyans
Geçmiş Zaman Olur Ki- Bir Zamanlar
Geçmiş Zaman Olur Ki- Cem Yüzbaşı
21. Bölüm: Alışacaksın
22. Bölüm: Yar/a
Geçmiş Zaman Olur Ki- Köşe Kapmaca
23. Bölüm: Unutmabeni Çiçekleri
24. Bölüm: mektup
Geçmiş Zaman Olur Ki- Yeni Bir Yolculuk
anımsa
26. Bölüm: Emanet
Geçmiş Zaman Olur Ki- Mucize
27. Bölüm Part-2 : Vazgeçilmeyen
Geçmiş Zaman Olur Ki-Gelin Tokası
29. Bölüm: Yanılgı
Online Sipariş Linkleri
Geçmiş Zaman Olur Ki- Nikâh Defteri
Birlikte Saracağız
geçmiş zaman olur ki-kerevet
33. Bölüm: Paye
34. Bölüm
35. Bölüm: Adım Adım
Geçmiş Zaman Olur Ki
İtiraf
Geçmiş Zaman Olur Ki-Umut Çiçekleri
Deprem
Final

3. Bölüm-Kayıp

4.9K 349 93
By yamakk

Eve girdiğinde tanıdık bir sessizlik karşıladı genç kadını. Aylardır aşina olduğu, her seferinde içini burkan, garip bir sessizlik...

Sabriye Hanım telaşla mutfak kapısında belirip, "Siz mi geldiniz Berrin Hanım?" diye sorduğunda, dilinin ucuna kadar gelen sorunun yanıtını almıştı kadın. Belli ki Serdar yine gelmemişti. Cevap verecek gücü kendinde bulamadı. Gülümsemekle yetinip kafasını salladı. Sabriye Hanım üzerindeki burukluğu fark edememiş olacak ki, hevesle ikinci sorusunu yöneltti: "Bebek nasılmış? Ne dedi Azra Hanım?"

Kadının samimi ilgisine derin bir minnet duydu Berrin. Eli, istemsizce karnına gitti. Sanki içindeki burukluğu bebeği de hissedebilirmiş gibi, teselli edercesine okşadı elinin altındaki çıkıntıyı. "Çok şükür, hiçbir sıkıntı yok. Gelişimi de gayet iyiymiş. Şu son iki ayı da atlatsaydık, kısmetse."

"Atlatırsınız atlatırsınız. Siz geçip oturun ben size sıcak bir süt getireyim."

Başka zaman olsa asla reddetmezdi Berrin. Sabriye Hanım'ın özenli ilgisinin tadını çaktırmadan çıkarır, oturup onunla bebek hakkında saatlerce konuşurdu. Heyecanını paylaşabileceği kim vardı ki zaten? Bir Azra, bir de Sabriye Hanım... Bu iki ismin varlığı bile, eksiğinin vurgusu gibiydi; Berrin'e teselli olmaktan uzak, yalnızca Serdar'ı düşürüyordu aklına. Adamın yokluğu kocaman bir yumru gibi düğümlendi boğazında yeniden. Hayır, Berrin sıcak süt falan istemiyordu. Şu an yalnız kalıp kendine acıması gerekiyordu.

"Zahmet etmeyin Sabriye Hanım. Ben biraz dinleneceğim. Uyandıktan sonra içerim."

Kadın sanki ilk kez o zaman Berrin'in burukluğunu fark etmişçesine, gözlerinde beliren hüznü perdelemeye çalışarak, "Siz nasıl isterseniz," dedi. O bile farkındaydı pek çok şeyin. O bile...

Odasına çıktığında, gecenin kâbusları duvarlara sinmişçesine irkildi kadın. O görüntüler bir kez daha aklına üşüşünce vücudunu inceden bir titreme sardı. Bir de üstüne, iki kişilik yatağın sahipsizliği eklenince...

Yatağın üstüne çöktü kaldı Berrin. Neden böyle olmuştu? Serdar ona neden reva görüyordu bunları? Neden avuntu bulamıyordu? Soruları birbirine çarpıp katlanarak çoğalıyordu. Her biri, bir yenisini doğuruyor; ama Berrin hiçbirine yanıt bulamıyordu. Bulduklarıyla da yüzleşecek cesareti yoktu.

Biliyordu Berrin... Serdar konuşmasa da, her defasında bakışlarını kaçırıp sussa da, her susuşunun ardından kendini biraz daha uzağa savursa da, Berrin biliyordu. Adamı anlaması için onun kelimelerine ihtiyacı yoktu. Gözleri yetiyordu. O mavilere sinmiş korku, Berrin için öyle aleniydi ki.

Tanıştıkları günden beri her şey öyle hızlı gelişmişti ki. Bir mucizeyi yaşamıştı Berrin Serdar'la. Adam teklifsizce karşısına çıkmış, aldığı hiçbir şeyle yetinmeyip ömrüne sızmıştı. Soluk soluğa, telaşla, bir adım sonrasını hesap etmeden yaşamışlardı. Âna sıkışmış, ötesini düşünmemişlerdi. Şikâyetçi değildi Berrin... Serdar'la gelen hiçbir şeyden şikâyet etmemişti. Edemiyordu da... Bebek haberinin onu hazırlıksız yakaladığını biliyordu. Oysa Serdar bir an için durup düşünse bu haberin Berrin'i de hazırlıksız yakaladığını anlayabilirdi. Berrin her ne kadar soğukkanlı görünüyor olsa da, o da korkuyordu. Tüm korkularına bir de Serdar'ın uzaklaşışı eklenince iyice eli kolu bağlanıyordu.

Evet, bebeği öğrendiğinde çok sevinmişti. Hatta sevinçten çıldıracağını sanmıştı. Planlamamıştı belki; ama gelecek olan mucizeyi yadırgamamıştı da. Çünkü bu bebek onları aile yapacaktı. Berrin ömründe ilk kez bir aileye dâhil olacaktı. Ama hiçbir şey umduğu gibi olmamıştı.

Bu Serdar'ın kaçırdığı kaçıncı doktor randevusuydu, hatırlamıyordu Berrin. Saymayı bırakalı çok olmuştu. Kendisi bu bebek için ne kadar heyecanlıysa, Serdar o kadar telaşsızdı. Önemsemiyor olduğunu düşünmek istemiyordu Berrin; ama her defasında daha çok kırılıyordu.

Onun için fazlasıyla büyük yatağın ucuna kıvrıldığında, yatağın boş kalan kısmı bir kez daha acı bir rüzgâr gibi çarptı kadının yüzüne. Uzanıp yanından Serdar'ın yastığını aldı, sıkıca sarıldı o yastığa. Kapalı gözkapakları bile engel değildi gözlerinden sızan yaşlara. Burnuna adamın kokusu doldukça daha çok ağlıyordu genç kadın. Burnuna dolan o koku, kaybettiklerini anımsatıyor; tüm vücudu o yoksunluğu iliklerine dek hissediyordu. Ağladıkça içindeki ümit kırıntılarının birazını daha tüketiyor, kaçmak istediği soruların acımasız cevaplarına kurban ediyordu iyi niyetini. Adamın yastığa sinen kokusu, kabul edemediği gerçeği haykırıyordu yüreğine; kaybediyordu sevdiği adamı. Kokusunu yastıklardan umacak kadar uzağa düşmüştü ondan. İçinde yeşertmeye çalıştığı hiçbir umut çare olmuyordu bu gerçeğin sancısına...

Ne ara uykuya dalmış ne ara uyanmıştı, bilmiyordu Berrin, sızıp kalmıştı ağlarken. Tek bildiği teninde hissettiği dokunuştu. Gözlerini açmaya korkarak, ânın gerçekliğinden şüpheye düşerek bekledi kadın. Nefes almaya bile korkuyordu... Gelmişti... Demek ki gizli gizli uykusunda seviyordu onu ve bebeğini... Daha çok içi acıdı kadının. Her ne kadar aksini istese de, onu öyle iyi anlıyordu ki... Anlıyor ve kıyamıyordu işte. Korkularını gördükçe, kafese kapatılmış bir hayvan gibi çırpındığına şahit oldukça kahroluyordu.

Daha ne olduğunu kavrayamadan, aniden kesildi adamın teninde hissettiği teması. İşte o an karar verdi Berrin gözlerini açmaya. Her anlamda hem de... Susacakları zamanı tüketmişlerdi çoktan, şimdi konuşma zamanıydı. O yastıklardan medet umarken, Serdar onu okşamak için uyumasını gözlerken, daha fazla sessiz kalamazlardı.

Yataktan doğrulduğunda göremedi Serdar'ı. Gittiğini düşünüp bir an korksa da giyinme odasından gelen sesleri duyunca adımlarını oraya yönlendirdi. Kapının önüne geldiğinde adamı küçük bir çantaya aceleyle bir şeyler tıkıştırırken gördü. Gitmeye hazırlandığını anlayınca boğazına kocaman bir yumru gelip düğümlendi. Birkaç saniye öylece durup izledi Serdar'ı. Öyle bir telaşla hareket ediyordu ki, bir şeylerden kaçıyordu sanki. Gerçi, öyleydi de... Serdar belli ki Berrin'den kaçıyordu.

"Nereye gidiyorsun?" diye soranın, kendi sesi olduğundan bile emin değildi. Öyle titrek, alacağı cevaptan öyle endişeliydi ki o ses, bu denli zayıf oluşuna hayıflandı Berrin. Oysa o değil miydi her daim güçlü kalabilmeyi başaran? Bu zayıf hâlinin suçunu kimin omuzlarına yıkacaktı? Bu kadın kimin eseriydi?

Serdar Berrin'in sesini duyduğunda eve gelişinin pişmanlığıyla doluydu. Berrin'i gördüğü o hâl öylesine dokunmuştu ki adama, aldığı her nefes burnundan süzülüp gırtlağında düğümleniyordu sanki. Âdem elması soluklarını sıkıştıran bir kafese dönüşmüştü âdeta.

Kendine olan kızgınlığını anlatamazdı Serdar. Berrin'i o hâlde görmek, kendine olan nefretini beslemişti. Bu hayatta hiçbir şeyi becerememişti adam. Varoluş sebebi saydığı kadını sevmeyi becerememişken, baba olmayı hiç beceremeyecekti. Beceriksizdi... Hoyrattı... Dokunduğunu tarumar ediyordu. Ama artık bıkmıştı. Artık yeterdi... Kararlıydı Serdar. Bu son olacaktı. Bu Berrin'den son gidişi olacak, geriye toparlanmış olarak dönecekti. Ne Berrin'e ne de bebeklerine bunu daha fazla yapmayacaktı. Kendi cehennemini körükleyip, Berrin'i arafta bırakmayacaktı artık. O yüzden de hareketleri telaşlı ve hoyrattı.

O birkaç parça eşya için eve dönmüş olmaktan pişmandı. Berrin'e yaptıklarından pişmandı. Yaptıklarıyla yüzleşmekten de pişmandı. Serdar'ın pişmanlıkları saymakla tükenecek gibi değildi. Tam da o saniye duymuştu Berrin'in kulaklarını yakan sesini. İki kelimeden oluşan ufacık bir soruydu oysa. Ama Serdar'ın verecek elle tutulur bir cevabı yoktu. 'Senden uzağa...' demeye dili varmıyor, yüreği el vermiyordu. Çünkü Serdar için Berrin'den uzak bir yer yoktu. Tecrübe etmemiş miydi?

"Birkaç gün..." dediğinde sesi boğazına düğümlenir gibi oldu. Berrin'in sesine sinmiş zayıflığı sezemeyecek kadar kendi çaresizliğine odaklanmıştı. Yutkunup bu kez daha sertçe tamamladı cümlesini. "Birkaç gün kafamı toparlamam lazım."

Ah, o korkuları yok muydu? Nefes aldırmayan, huzur vermeyen, uyku uyutmayan o korkuları yok muydu... Serdar'ı canhıraş çırpınmaya iten hep onlardı. Geçmişin unutmayı yeğlediği çekmecelerinden hortlamış hayaletler gibi çıkıp karşısına dikilen, her birini özenle büyüttüğü o şüphe tohumları yok muydu... Serdar hangi birini anlatacaktı Berrin'e? Hangi biri için anlayış bekleyecek, hangi birini iyileştirmesini umacaktı? Kafasını toplamak için o birkaç günün yetmesini umarken, aslında içten içe hiçbir işe yaramayacaklarını biliyordu. Aylardır, hangi seferinde işe yaramıştı ki o birkaç günlük aralar? Her defasında soluğu yine Berrin'in yanında almış, her defasında aralarına kapanmayacak bir yara daha açmıştı.

Berrin adamın cümlesinin ne demek olduğunu biliyordu. Anlamadığı Serdar'ın cevapları neden uzakta aradığıydı. Oysa sorular da tıpkı cevaplar gibi aralarında asılı kalmıştı. Adamın kaçışı kimdendi gerçekte? Berrin'den mi kaçıyordu, yoksa kendinden mi? 'Senin yüzünde benim içimin acısı gizli...' diyen o değil miydi? Yoksa şimdi o acıdan mı kaçıyordu?

"Neye yarayacak o birkaç gün Serdar? Yetmedi mi? Ayrı kaldığın yetmedi mi?"

Yedi aydır, Serdar'ın gitgide uzaklaşışını izliyordu Berrin. Her geçen günle bir adım daha, her saniyeyle daha da uzağa... Aralarına kimler giriyordu? Serdar eve gelmediği geceler neredeydi? Soramıyordu kadın. Düşünmeye bile korkuyordu... Alacağı cevaplardan, o cevapların doğuracaklarından ölesiye korkuyordu. O yüzdendir ki, Serdar'ın eve döndüğü her defasında adama yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Burnuna başka bir kadının kokusunun ilişme ihtimalinden kaçıyordu her defasında. Her seferinde kendi sessiz kalışı midesini bulandırıyor, yine de Serdar'ın bakışlarında gördüklerine kıyamıyordu.

"Gitmem lazım," dedi Serdar. Berrin'in sorularına verecek yanıtı yoktu. Kendi sorularına bile yanıt bulamazken, kadınınkilerin payına sessizlik düşmeye mahkûmdu. Ne arıyordu Serdar? Nerede arıyordu? Bilmiyordu... Ne yapsa geçecekti bu huzursuzluğu? Ne yapsa rahat edecekti? Ne yapsa yetecekti? Bilmiyordu... Tek bildiği kalırsa boğulacaktı. En çok da Berrin'in bakışlarında gördüğü hayal kırıklığının altında boğulacaktı.

"Bu çatının dışında hiçbir şey bulamayacaksın!" dedi Berrin. Sesi artık biraz daha güçlü çıkıyordu. Altında bir parça kırgınlık, az biraz kızgınlık gizliydi. Bu ikisi karışıp Serdar'a engel olabilsin istiyordu. Ama farkında olmadığı şuydu, sesi en çok çaresiz bir yalvarışı konuk ediyordu. "Hâlâ anlayamadın mı Serdar? Daha da mı kaçacaksın? Aylardır dışarıda ne buldun ki, bundan sonra bulmayı umuyorsun?"

Berrin'in soruları boşluğa karışıp Serdar'ınkilerle beraber istifleniyordu. Cevapları kapalı kapılar ardındaydı tüm soruların. Görmezden gelmek şimdilik yeğdi. Oysa zaman, paslı bir anahtar olup o kilidi açacak, hepsini bir bir önlerine serecekti.

Berrin'in dillendirdiği soruların karşılıkları Serdar'ın bakışlarını kaçırışı oldu. Adam orada durmaya daha fazla dayanamıyormuşçasına elindeki çantayı hızla kapatıp kapıya yöneldi. Tam da Berrin'in dakikalardır dikildiği yere...

Adamın bakışları gözlerini bulmayıp kaçacak delik aradıkça, Berrin'in içinde daha fazla şey parçalandı. Her bir parça gözyaşı olup hücum etti gözpınarlarına. Serdar tam yanından geçecekken uzanıp adamın kolunu yakaladı kadın. Yanı başında durmuştu adam, bir nefeslik uzağında. Başının adamın boyun çukuruna değmesine birkaç santim ya var ya yoktu. Berrin tam da oraya sığınıp hıçkırıklarla ağlamak istiyordu. Gecenin kâbuslarını bir bir anlatıp teselli bulmak istiyordu. Sadece bir kez olsun, Serdar da onu teselli etsin, ağlayacağı omuz olsun istiyordu.

"Gitme..." dedi yalvarır gibi, fısıltıyla. Serdar'ın yutkunduğunu inip kalkan Âdem elmasından anladı; ama bakışlarını odakladığı gözlerinden çekmedi. "Kal n'olursun... Sana ihtiyacım var."

Bu bir ilkti... Berrin ilk kez Serdar'a 'Sana ihtiyacım var,' diyordu.

Kadının her kelimesi Serdar'ın ayaklarına batan dikenli bir teldi. Her biri tenini delip geçiyor, yüreğine saplanıyordu. Serdar defalarca olduğu gibi zayıflığına lanet ediyordu. Oysa isterdi... Bir kez olsun korkularına sığınmadan, o da Berrin'in korkularına siper olmayı dilerdi. Kadının yıllar yılı sahip olduğu, adamın henüz haberdar olmadığı, hiç fark etmediği korkularına...

Kaç dakikadır ilk defa bakışlarını kaldırıp Berrin'in puslanmış gözlerine baktı. Oradaydı... O hayal kırıklığını kendi elleriyle ekmişti oraya. "Üzgünüm..." dedi usulca. Bakışları ayaklarının az sonra atacağı adımların habercisi gibiydi, sesindeki pişmanlık da öyle.

O nasıl duysun istediyse, Berrin öyle duydu. Serdar'ın gitmeye kararlı oluşu zehirli bir bıçak ucu gibi battı kadının tenine. O bıçak ufacık bir kesik açmış bile olsa, zehir artık içindeydi. Ruhu zehirlenmişti Berrin'in.

"En çok hangisi için üzgünsün?" diye sordu son bir gayretle. Bir insan nasıl bu kadar kör olurdu? Berrin'in gayretini nasıl olur da göremezdi?

Aralarındaki o ufacık mesafeyi kapatıp dudaklarını kadının alnına değdirdi Serdar. Berrin'in teni miydi alev gibi yanan, yoksa kendi dudakları mı bilemedi. Yoksa kadının hayal kırıklıkları bir yangın mı başlatmıştı?

"Hepsi için..." dedi pişmanlıkla. "Ben böyle bir adamım!"

Alnına değen o dudaklar dağıttı Berrin'i. Gözlerinin önüne dakikalardır çekmeye çalıştığı seti yıkıp geçti. Gözyaşları yanaklarından aşağı birer birer ölüme atlarken, Berrin düşünmeden edemedi. Serdar nasıl bir adamdı? Berrin'in o âna kadar bildiği tüm doğrular hükümlerini yitirmişlerdi. Nasıl bir adamdı karşısındaki? Bu adam yabancıydı kadına. Bunca zaman, bir düşü mü yaşamıştı? Adamın adına her bahane üretişinde, kendini mi kandırmıştı?

Serdar usulca kolunu kadının kavrayışından kurtarıp dışarı süzüldüğünde Berrin bitip tükenmek bilmeyen sorularla savaşıyordu. Bu kadar mıydı yani? Onun tüm yalvarışına rağmen, Serdar gerçekten o kapıdan çıkacak mıydı? Eğer öyleyse bir şeyler ebediyen değişecekti aralarında. Berrin yanılgısını daha fazla beslemeyecek, göz ardı ettiği her şeyle yüzleşecekti. Serdar'ın o kapı eşiğinden atacağı adım, Berrin'in ona dair ezberini silecekti.

O kısacık âna çetin bir mücadele sığdırdı kadın. Ya orada kalıp Serdar'ın gidişini kabullenecekti ya da pes etmeyip ardından gidecekti. Savaşının galibi belliydi aslında. Berrin her ne pahasına olursa olsun Serdar'ın o eşikten adım atmasına izin vermemeliydi. Atılacak o adım onları geri dönülmez bir yol ayrımında bırakacaktı madem, Berrin engel olmalıydı. Tahammülü yoktu aralarına girecek mesafelere.

Serdar'ın aceleci adımlarını, Berrin'in hamilelikten paytaklaşmış adımları izledi. En az adam kadar telaşlıydı kadının adımları da. Bir yandan da nafile bir çabayla adamın ardından sesleniyordu. Dudaklarından dökülen tek bir isim değildi o an. Berrin'in her "Serdar," deyişi bin anlam kuşanmıştı.

Onu alt kata taşıyacak merdivenlere ulaştığında son bir gayret hızlandırdı attığı adımı Berrin. Ayağı basamaktan kayarken, adamın adı canhıraş bir seslenişe dönüştü. Havalanışını, tam bel kemiğinin üzerine düşüşünü, bitmek bilmez basamaklar boyunca yuvarlanışını sanki ağır çekimde yaşadı. O an bitmek bilmedi. Berrin hiçbir şeye müdahale edemedi. Merdivenin dibine yığılıp kaldığında, belirli belirsiz gördü adamın kapı eşiğinde donup kaldığını.

Gözleri kapandığında, o an asılı kaldı gözkapaklarında. Gerisi...

Gerisi sisli bir sessizlikti... Gerisi boşa dökülen kelimeler kadar hiçlikti...

Continue Reading

You'll Also Like

107K 785 42
Bengi ile Cem Can ile Nalan İki evli çift. Bengi ile Can iş arkadaşıdır, zamanla aralarında yakınlaşma başlar ama ikisi de evlidir. Hem aşklarını y...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

637K 49.4K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
773K 43.7K 36
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
DİLVAN By Helin

General Fiction

3.9M 189K 56
Tek davası okumak olan Avin Mirşad. Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad. "Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi...