grindhouse // taekook

Από saintanie

3.3M 244K 713K

Bana nefesini ver, kalbimden kalbine sonsuz adımlar atayım. Bitmeyecek gecelerimize bir kadeh kaldıralım ve g... Περισσότερα

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
Final

15

68.8K 6.2K 15.2K
Από saintanie

G-Eazy - Sober ft. Charlie Puth

*

Sigara içmek için yaşımı beklemedim. Zaten genelde insanlar bekleyemiyor. Nasıl olsa söz konusu zararsa, paranın ve yaşın bir önemi yoktu. Hiçbir zaman beklemeyi öğrenemedim. İçtenlikle gülmeyi bile pas geçtim sigarayı elime aldığımda. Böyle yaşamayı sürdürmek güzeldi. Bugün sigara içseydim, muhtemelen balkona bile çıkmayacaktım. Yemek yapmak için tencereye ihtiyaç duymamak gibi. Ne kadar da saçma.

Fakat diyorum ya, daha önce de demiştim. Sigaraya ihtiyacım vardı.

Bir balkon ve bir de sigaraya ihtiyacım vardı.

Düşünmek istemiyordum. Fakat sigaranın ucunu ilk tutuşturduğum saniyeden itibaren aklıma hücum edecek onlarca düşünceden de haberdardım. Söz konusu ben olmaktan çıkmıştı. Söz konusu tamamen Taehyung'du. Tamam, belki biraz ben de olabilirdim fakat konumuz bu noktada cidden Taehyung'du.

Yoongi mutfağa dehşetle girip Taehyung'un yakalandığını söylediğinden bu yana birkaç saat geçmişti. Jimin mahvolmuştu. Tek kelimeyle mahvolmuştu. Seokjin'in de ondan geri kalır yanı yoktu tabi. İkisi de berbat durumdaydı. Yemekten sonra Jimin'in isteği üzerine odama çıkmıştım. O da peşimden gelmiş bana temiz kıyafetler çıkararak hiçbir şey olmamış gibi odadaki banyoyu göstermişti. Fakat boğazındaki düğümü görmemek için gözümün önünde siyah bir perde olmalıydı. Yutkunamıyordu. Gözleri kıpkırmızıydı ve yutkunamıyordu. Her an ağlamak üzere olduğunu farkedebilmiştim. Piminin çekilmesini bekleyen bir bombaydı.

O bana banyoyu gösterirken hiç sesimi çıkarmamış yalnızca gösterdiği yere girmiştim. Bu durumda sessiz kalmak benim için en doğru seçenek gibi görünüyordu. Jimin de soru sormamama minnet eder gibi bakmış ardından kapıyı çekerek beni odada yalnız başıma bırakmıştı. Zor da olsa kendimi banyoya atıp duş alabilmiştim. Kafamın için sürekli hareket halinde o soru işaretlerini susturmak zor olmuştu tabi. Sanki mümkün olurmuş gibi suyu son seviyeye getirip suyla beraber gitmesini dilemiştim. Fakat olmuyordu. İçime çektiğim her solukta beynime batan kamçısı izin vermiyordu.

Şimdi ne olacaktı?

Beni serbest bırakacaklar mıydı? Belki Taehyung yakalandığı için benimle işleri bitmişti ve serbest bırakıp gitmeme izin verirlerdi. Böylece ben de hasretini çektiğim evimin yolunu tutup Hoseok'a kavuşabilirdim. Daha sonra her şeyi enine boyuna anlatıp birlikte ne yapacağımıza karar verirdik. Hoseok strateji üretmekte iyiydi. Önerilerini uygularken çelişki duymazdım. Muhtemelen gittiğim gün polise gidecek ve ona anlattığım her şeyi polise de anlatmamı isteyecekti. Tabi araya b planı ya da c planı sıkışmazsa olacaklar aynen böyleydi. Fakat anlatacaklarımdan sonra Hoseok'un böyle basit bir şey yapmamı isteyeceğini de sanmıyordum. Hoseok zekiydi. Muhtemelen bunun ilerisini görecekti. Fakat bilmiyordum işte.

Beni serbest bıraksalar bile gidebilir miydim bilmiyordum.

Hoseok'un başını yeterince derde sokmuştum. Her şeyi onun için çıkışı zor hale getirmiş üstüne bir de habersiz bırakarak aklını yemesi gibi bir ihtimalle karşı karşıya bırakmıştım. Sorumsuz herifin tekiydim. Benim için tereddütsüz canını ortaya koyacak bir adamı yüzüstü bırakmıştım. Omuzlarına öyle bir sorumluluk yüklemiştim ki nefes alabildiğinden bile şüpheliydim. Onca zahmete girip benim için iş bulmuştu. Her şeyi benim için yapmıştı ama benim yaptığım şey onu yüzüstü bırakmak olmuştu.

Gitmeye cesaretim yoktu.

Gidebilir miydim bilmiyordum. Beni bıraksalar bile gitmeye cesaretim yoktu. Cesur davranıp söyleyebileceğim tek şey buydu. Gitmeye cesaretim yoktu. Ne yapacaktım hiçbir fikrim yoktu. Taehyung'u yakalamışlarsa bile sorguda mutlaka adım geçecekti. Nerede olduğumu soracaklardı. Taehyung beni ele verir miydi? Polisler yerimi biliyor muydu? Öyle olsa bile şu an buradayken başta Yoongi ve Jimin olmak üzere Seokjin'in de başını belaya sokmuş olacaktım. Şu an beni saklıyorlardı ve eğer bu mülkün Yoongi'ye ait olduğu ortaya çıkarsa en az benim kadar suçlu konuma düşeceğini biliyordum.

Yoongi benden gitmemi isteyecekti.

Taehyung yoksa bana da ihtiyaçları yoktu. Sonuçta onların hiçbir şeyiydim. Mutlaka beni bırakacaklar ve gitmemi rica edeceklerdi. Ve benim de yapacağım şey ancak bu olacaktı. Kıçıma tekmeyi basmalarını bekleyecektim ve onlar beni bulana dek saklanacaktım. Belki de saklanmazdım. Direk eve gider ve Hoseok'un evinin önündeki polis ordusunun ben daha içeri girip Hoseok'a sarılamadan beni yakalamalarına falan izin verirdim. Fakat esasında aklımı meşgul eden yalnızca bu da değildi.

Taehyung'a ne yapacaklardı? Emin olduğum tek şey hastanedeki gibi nazik davranmayacak olmalarıydı. Belki de daha kötüsüyle karşı karşıya kalacaktı. Belki de şu an canını yakıyorlardı.

Aklıma her o geldikçe suyun altına girip nefesim kesilene dek orada öylece kalıyordum. Fakat kafamdan aşağıya akıp nefes almama müsaade etmeyen su ciğerlerim acı acı oksijen için çırpınırken bile dünki görüntüleri aklımla buluşturuyordu. Taehyung ve öpüşlerini, Taehyung ve dokunuşlarını, Taehyung ve ellerini, Taehyung ve sözlerini... Dün söylediği hiçbir şey kafamın içinden çıkmıyordu. Her kendimi suyun altına bir kez daha bıraktığımda sesi kafamın içinde yankılanıp duruyordu.

''Seni benden almalarına izin vermeyeceğim.''

Beni korumak gibi bir zorunluluğu yoktu oysaki. Onun için yalnızca bir baş belası yalnızca bir fazlalıktım. Bunu yapması gibi bir durumu ortaya getirecek zorunluluk yoktu. Onun sorumluluğu altında değildim. Onun için hiçbir şeydim. Fakat vaat ettiği sözler, vaat etmekten çekinmediği sözler onun için bile fazlaydı. Kim Taehyung neden elini taşın altına koyuyordu, benim için?

Benim için.

Belki de kilit nokta buradaydı. Aklıma her öpüşü, her dokunuşu, her fısıldadığı sözcükler dolduğunda nefes almamı engelleyen bir yumru tam boğazıma oturuyor ve ben her ne kadar denesem de bir türlü yutkunmama izin vermiyordu. Başı dertteydi.

Her ikimizin de başı dertteydi.

Onu oradan kurtaracak hiçbir güç yoktu. Artık tamamen oraya aitti. Ona çok kötü davranacaklardı. Ona çok kötü davranacaklardı.

Ona çok kötü davranacaklardı.

Belki de her şey hastanede olan bitenden daha zor olacaktı onun için. Gözümün önüne gelen görüntü günlerdir gün ışığı görmeyen soğuk ve rutubet dolu bir hücre, yüzü tanınmayacak hale gelen bir Taehyung'du. Belki de günlerce, belki de haftalarca yemek vermeyeceklerdi ona. Aklıma her hastanedeki görüntü geldiğinde içime bir sızı oturuyordu. Her şey onun için daha kötü olacaktı. Her şey hastanedekinden daha kötü olacaktı.

Suyun altında ne kadar kalmıştım bilmiyorum. Çıktığımda vücudum daha dinçti fakat aklımdaki düşüncelerden arınamamıştım. Su beynimdeki soru işaretlerini temizleyememişti. Hızla banyodan çıkıp Jimin'in verdiği temiz kıyafetleri üzerime geçirmiştim. Hasta olmamak için hızlı davranıyordum. Bünyem zayıftı ve bu kadar olayın içinde hasta olmak en son isteyeceğim şeydi. Evin içi yeterince sıcaktı fakat yine de havluyla kurulayabildiğim kadar kurulayabilmiştim saçlarımı. Banyoya girip ortalığa gelişi güzel kurutma makinesi var mı diye bakınmıştım fakat bulamayınca dolapları açmaya çekindiğimden işimi ilkel yöntemlerle bitirmekten başka çarem kalmamıştı.

İşim bittiğinde sabah içine bile girmeye halim kalmayan yatağı gelişi güzel uçlarından çekiştirip düzeltmiştim. Daha sonra sıkılıp yeniden kendimi sırt üstü yatağa atarken başımı duvarlara vurmamak için dişimi sıkıyordum. Aklımda bir dolu ertelenmiş düşünceler teker teker baş gösteriyordu. Aşağı inmek istemiyordum. Aşağı inip benim için verdikleri kararları duymak istemiyordum. Bunu yapacak gücüm yoktu. Duymak için gücüm yoktu. O kadar çok şey yaşamıştım ki artık çivisi çıkan hayatımın gidişatı hakkında konuşacak olsam tek kelime edemeyeceğimden emindim. Çok zordu. Artık kelimelerle telafuz etmek bile çok zordu. Hayatımın akışını elimden düşürmüştüm. Geçirdiğim bir hafta felaket gibiydi. Yıllarca düşünsem aklıma gelmeyecek, biri söylese kahkalarla gülecek şeyler yaşıyordum. Gerçekliğine inanmak çok zordu.

Tavana bakıp kaç dakika hareketsiz kaldım, ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Beni kendime getiren sakince tıklatılan kapımdı. Bu sayede bakışlarımı tavandan çekip düşünceleri de kafamdan def edebilmiştim.

''Gel,'' Sesim pürüzlü çıkınca boğazımı temizleyerek doğrulmuştum. Odanın karanlığından saatin akşama adımladığını farkedebilmiştim. Kahvaltıdan bu yana zaman su gibi akmıştı sanki. Duşta epey vakit kaybetmiş olmalıydım.

Kapı usulca açıldığında bakışlarımı oraya çevirdim. Seokjin kapının önünde sessizce, içeri girip girmemekte tereddüt eder gibi duruyordu. İşte bu bakışı biliyordum. Bu bakış birazdan, ''Biraz konuşabilir miyiz,'' ile başlayacak ardından, ''Çok üzgünüm, böyle olmalıydı,'' ile bitecek en doğrusu bu olacak gibi adlı hikayenin habercisiydi. Aslında hepimiz biliyorduk ki herkes kıçını kurtarmak için mücadele ediyordu. Fakat önünü alamadığım o heyecan basmıştı bir kere işte. Nasıl kurtulurum, ne dersem doğru sözcüğü kullanmış olurum, nasıl düşünmeliyim... Hepsi teker teker önemini yitirmişti.

''Uyandırmadım değil mi?'' Seokjin nihayet içeri girmekte karar kıldığında kapıyı arkasından kapatıp yavaş yavaş yanıma doğru gelirken söyledi.

''Hayır uyumuyordum,'' dedim basitçe. Tedirgindim. Sesimden okunduğuna yemin bile ederim. Seokjin hafifçe gülmüştü. Fakat bunu yapmak için bile ne kadar zorlandığını farketmiştim. Onlar da biliyor olmalıydı. Elbette biliyorlardı. Ona yapılacakların, başına geleceklerin farkındaydı hepsi.

''Duş işe yaradı mı,'' dedi tekrar gülmeye çalışarak. Cidden ne kadar zorlandığı o kadar barizdi ki. Olası bir iç çekişten sonra ağlamaya başlayabilirdi.

''Ah, evet,'' dedim ben de onun gibi gülmeye çalışarak. Fakat olmuyordu. Artık nezaketen bile gülemiyordum. Sanki birisi bu özelliğimi elimden almıştı. Yine de nefes alıp devam ettim, ''Daha iyiyim.''

''Sevindim,'' dedi yeniden. Sonra söyleyecek bir şeyi kalmamış gibi sustu. Gözleri boşluğa daldı ve sustu. Bu sessizlik hoşuma gitmemişti. İlk defa bir sessizlik beni bu denli rahatsız etmişti. Fakat benim de söyleyecek hiçbir şeyim yoktu işte. Ne diyebilirdim ki? Olayın özünde herif beni kaçırmıştı. Bana söyleyecek bir şey düşmüyordu. Her ne kadar önemsediklerini hissetsem de bana düşen de susmaktı. Teselli etmek için söylenecek bir şeyim yoktu.

''Aslında,'' dedi Seokjin uzun bir suskunluğun hemen ardından. Ve zaman durdu sanki. Kalbim göğüs kafesimle ilk çarpışmasının hemen ardından hiç durmadan hareket etti. Deliler gibi hızlandı ve hızlandı. Sonunda soluk alış verişime bile yansıyacak bu atağı farketmesinden korkmuştum. Bundan sonra gelecekleri biliyordum. Kapı dışarı edilecektim. Bunun için buraya gelmişti. Benden kurtulmak istediklerini tatlı bir dille anlatacak ardından evden ayrılmam için süre verip kapıyı çekip çıkacaktı. Evet. Aynen böyle olacaktı.

''Aşağı gelmek ister misin diye sormaya gelmiştim. Yani bilirsin, birkaç saattir buradasın ve hayatın hakkında endişelenmeye başladık.''

Gülerek tamamladığı sözüyle birlikte sanki birisi pençelerini göğsümden aniden çekmiş ve nefes almam için alan tanımıştı. Fakat o nefesi öyle bir güçlükle bırakmıştım ki göğsüm sancımıştı.

''Ah,'' Verdiğim bir dolu nefesten sonra ağzımdan çıkan yalnızca bu olmuştu. Ne diyebilirdim bilmiyordum çünkü. Afallamıştım. Doğru kelime tam olarak buydu. Afallamıştım ve kendimi en kötüsüne hazırladığımdan ne söyleyeceğimi bilmiyordum, ''Bir süre ortada görünmememin faydası olacağını düşündüm. Yani... Bilirsin.''

''Yok artık,'' Gözleri irileşirken hayretli bir sesle söylemişti. Kaşları anında çatıldığında başta korksam da yüzündeki o anaç tavır silinmediğinden endişelenmemiştim de, ''Tüm bu olanlardan seni sorumlu tutacağımızı düşünmedin değil mi?''

''Hayır öyle değil,'' diye atılmıştım. Yalan. Aynen öyle düşünmüştüm. ''Yani... Bilirsin işte. Hepinizin düşünmeye ihtiyacı var gibiydi.''

''Hep birlikte düşünebiliriz ama,'' dedi bakışları yumuşadığında. Ses tonunda bir annenin evladını uyarır gibi bir ton saklıydı sanki. Jimin'le çok benziyorlardı, ''Sonuçta sen de bu ailenin bir parçasısın artık.''

Ne diyeceğimi bilememiştim. Böyle bir cümle kullandıktan sonra itiraz etme gibi bir nezaketsizlik edemezdim. Avuç içlerim her ne kadar soğusa da aile gibi bir makamı benimle paylaşmış olması beni ne kadar benimsediğini gösterirdi. Saygısızlık edemezdim. Her ne kadar Kim Taehyung'a ait bir şeylere dahil olmak istemesem de karşımdaki adamın hislerine toprak atamazdım işte.

''Hadi kalk,'' dedi doğrulup ayaklanırken. Bir eli bileğimi bulmuş kaldırmak için harekete geçmişti, ''Jimin sıcak çikolata yaptı. Hasta olmandan korkuyor. İçip biraz sohbet ederiz.''

Karşı koyamadan güçlü kollarıyla beni ayağa kaldırmış daha ben ne olduğunu anlayamadan kapıdan dışarı çıkmıştık bile. Çok farklı düşünmüştüm. Çok çok farklı düşünmüştüm. Seokjin olanların sorumluluğunu üzerime almam gibi bir düşünceye bile bu kadar büyük bir tepki verdiyse beni dışarı koyacaklarını düşündüğüm bir fikre nasıl tepki verirdi bilmiyorum. Fakat benim yerimde kim olsaydı benim gibi düşünürdü. Sonuçta onların hiçbir şeyiydim. Tek ortak noktamız Taehyung'du. Görünüşe bakılırsa artık böyle bir bağımız da kalmamıştı. Benim gibi bir sorumluluk almak, isteyecekleri en son şey olmalıydı. Fakat evren beni yine şaşırtmamış tezlerimin tam tersini önüme sunmuştu.

Evren bir sürtüktü.

Koridoru aşıp merdivenlere yönelirken peşinden sürükleniyordum. Seokjin sanki bırakırsa kaçacakmışım gibi arkasından sürüklüyor, sıkı sıkı tutuyordu. Merdivenlerde dengemi sağlamaya çalışmak için ellerimden boş olanını tırabzanlara yerleştirirken Seokjin de artık itiraz etmeyeceğimi anlamış olmalı ki bileğimi serbest bırakıp yürümem için müsaade etmişti.

Aşağı indiğimizde bugün pek de inceleyemediğimi duvarları inceliyordum. Birçok ünlü ressamın elinden birçok ünlü eser duvarları süslüyordu. Geçtiğim her yer bir sanat eseriydi sanki. Ev kesinlikle zevkli birinin elinden çıkmaydı. Bunu büyük salona ilk adımımı attığımda daha net anlamıştım. Jimin'den önce dikkatimi çeken şey artık alışkın olduğum boydan boya camdı. Bütün ormanı evin içine alıyordu ki tasarımı yapan kişinin özellikle ormanı göstermesi için bu şekilde dizayn ettiğini anlamıştım. Hava artık tamamen kararmıştı ve orman korkutucu olmaktan çok muazzam görünüyordu. Birkaç küçük bahçe lambası sık ağaçları yer yer kolonileştirip önümüze sunuyordu. Biraz ilerisinde ise olası bir yürüyüş için aydınlatılan bir köşe olduğunu buradan bile görebilmiştim. Böyle bir durumun içerisinde olmasaydım belki de yürüyüş yapmak için can atardım. Fakat o kadar bitiktim ki bu da isteyeceğim son şeyden biri olmuştu. Kımıldamak istemiyordum. İşler yoluna girene dek burada oturmak ve beklemek istiyordum. Tam ormanı izlerken ve tüm insanlıktan kendimi izole etmişken. Sonrasında birinin gelip işlerin rayına koyulduğunu söylemesi bile önemli değildi. Ben yine burada oturmak ve ormanı izlemek isteyecektim.

''Jungkook.''

Adımın seslenilmesiyle birlikte bakışlarımı camdan çekmiş ve birkaç saniyede olsa düşüncelerimden arınmıştım. Jimin daldığımı farketmiş olmalı ki adımı sesleniyordu ve ben ikinci ya da üçüncü seslenişten sonra işittiğimden şüphe duymuyordum.

''Hadi gel, soğumadan içelim.''

Elinde tuttuğu muhtemelen içinde sıcak çikolata dolu olan kupaya bakışlarım değdiğinde bacaklarım benden bağımsız ona adımlamıştı. Tam camın kenarında üzerinde ince bir battaniyeyle oturuyordu. Seokjin yanına yerleşmiş eline kupasını alırken bana bakıp ufacık gülümsemiş ardından düşünceli bir şekilde başını eğmişti. Üzerinde garip bir hüzün vardı. Jimin'in elindeki kupaya uzanıp yerdeki puflardan birine çekinerek oturduğumda bakışlarımı gergince her ikisinin üzerinde gezdirmiştim. Seokjin düşünceliydi. Jimin de öyle. Fakat Jimin'de fark ettiğim bir diğer şey hislerini kamufle etmek için çaba gösteriyor oluşuydu. Tam olarak ne hissediyor bilmiyordum fakat büyük bir hüznün irislerine yansıyışından keder duyduğuna da emindim. Tıpkı günler evvel baktığı gibi kırık bakıyordu yine. Konu Taehyung'a gelince hassaslaştığını fark etmiştim.

''Soğumamış değil mi,'' Bakışlarım yüzündeyken bakışlarımı yakalamış ve gülümsemeye çalıştığı her halinden belli bir ifadeyle sormuştu, ''Siz gelin diye bekliyorum epeydir.''

''Yok hayır, soğumamış,'' dedim gülümsemeye çalışarak. O da gülmüş ardından tekrar bakışlarını avuçlarının arasında tuttuğu kupaya indirmişti. Atmosfere müthiş bir hüzün hakimdi ve istemeden de olsa geriliyordum. Yoongi ortalarda yoktu. Bir karar verilecekse sezdiğim kadarıyla bu karar onun otoritesinin süzgecinden de geçmeliydi. Ciddi bir konuşma mı yapılacaktı bilmiyordum.

''Üşümüyorsun değil mi,'' Başını kaldırıp unuttuğu bir şey varmış gibi heyecanla söylerken gözlerindeki tereddütle karşılaşmıştım. Şu durumda bile benim için endişeleniyordu, ''Yoongi şömineyi yaktı ama pek ısınmadı sanki içerisi.''

Yanındaki puftan katlanmış bir battaniye çekerken söyledi. Ardından battaniyeyi bacaklarıma bırakmış önüne dönerek hemen yanına bıraktığı kupayı tekrar avuçları içine almıştı.

''Üşümüyorum,'' dedim daha fazla endişelenmemesi için. Evin içi sıcaktı. Üşümüyordum, ''Evin içi güzel.''

Başını hafifçe sallayıp bakışlarını salonda gezdirirken ben de fırsattan istifade onu taklit ettim. Odayı çok şık bir avize aydınlatıyordu. Ne çok şatafatlı ne de çok basitti. Güzel bir seçimdi. Perdeler camı kapamaması için duvara sabitlenmişti. Başımı çevirip salonun baş köşesine bakınca dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı.

Duvarda Jimin ve Yoongi'nin kocaman bir evlilik fotoğrafı duruyordu.

Yoongi Jimin'i belinden kavramış dudaklarına tutkulu bir öpücük konduruyordu. Jimin ise minik ellerinden birini Yoongi'nin pahalı takımının yakalarına bırakmış öpücüğüne karşılık veriyordu. Görüntüleri içinde bulundukları bembeyaz papatyalarla kaplı kamelyadan arkalarında uzanan ışıl ışıl denize kafa tutuyordu adeta. Her ikisi de nefes kesici görünüyordu. İkisinin de mutluluğu objektife yansımıştı, ikisinin de mutluluğu irislerime yansıyordu ve böylesine tutkulu bir aşkın tek bir kareden irislerimi titretecek kadar kuvvetli olacağını tahmin edememiştim. Tıpkı bu ikisinin yalnızca sevgili olduğunu ve evli olduklarını tahmin edemediğim gibi.

Çok güzellerdi.

Birlikte çok güzellerdi.

''Siz,'' Dudaklarımdan hayretle dökülen sözcükler önünü alamadan ortama değmişti, ''Siz evli misiniz?''

Jimin ne dediğimi anlamamış olmalı ki başını çevirip baktığım yere baktığında yüzüne hoş bir gülüş yayılmıştı.

''Evet,'' Ses tonunu okşayan o tatlı tını bile aşkın gölgesinde dinlenmişti sanki. Çok seviyordu. Bakışlarıma değen gözlerinden bile çok net kavramıştım bunu, ''Üç senedir.''

Sağ elini kaldırıp şimdiye kadar farkedemediğim alyansı gözlerimin önüne getirdiğinde dudaklarıma yayılan şaşkın gülüşün önüne geçememiştim. Cidden bu olay neden hoşuma gitmişti bilmiyordum fakat Jimin'i mutlu görmek çok hoşuma gitmişti. Çok mutluydu. Yoongi gibi soğuk nevale bir herifin böylesine neşeli bir adamı mutlu etmeyi başarıyor oluşu büyülemişti beni. Fakat Yoongi'nin irislerindeki sevgi en az Jimin'inkiler kadar kuvvetliydi. Belki de onlar için de yeterli olan buydu. Belki de Yoongi'nin sırtı karanlıktı ve elinde bir ateş böceği tutuyordu. Ve anlaşılan onu da Jimin'in avuçlarına bırakmaktan çekinmemişti.

''Çok güzel görünüyorsunuz,'' Benden bağımsız dudaklarımdan dökülen kelimelerle birlikte yüzündeki gülüş daha da büyümüştü, ''Evli olduğunuzu bilmiyordum.''

Kıkırdayarak bana bakmıştı. Anlaşılan bu konuya açmam hoşuna gitmişti. Gerçi her ne zaman olay Yoongi'ye dönse yüzü hep gülüyor kendini tamamen konuya veriyordu. Bunu günler evvel kaldığımız o soğuk evde de farketmiştim. Onun hakkında konuşmaktan hoşlanıyordu. Tek taraflı tanışmamızda eşi olduğundan söz etmemişti ama üstün körü de olsa Yoongi'den bahsetmişti. Fakat işlerin bu ciddiyette olduğunu düşünememiştim.

Taehyung'un bu insanlarla ne işi olurdu?

''Tanışırken atlamış olmalıyım,'' dedi kıkırdayarak. Onun da aklına ilk tanışma anımız dolmuş olmalı ki göz göze geldiğimizde kıkırtıları kahkahaya evrilmişti. Onu neşelendirdiğim için mutlu olmuştum. Günler sonra ilk kez iyi bir şeyler başarıp Hoseok'tan başka birilerini güldürebilmenin mutluluğunu yaşıyordum.

''Bak,'' dedi elini köşedeki duvara doğru uzatıp başka bir fotoğraf çerçevesi gösterirken, bu Yoongi ve Jimin'in bir başka düğün fotoğrafıydı ve üzerlerindeki kıyafetler berbat durumdaydı. Yüzleri de en az kıyafetler gibi batmıştı, ''Bu resmi düğünden sonra çekmiştik. Mekandan hemen sonra direk balayına gidecektik. Yoongi Tae'ye anahtarı verip depoyu doldurmasını istemişti. Tabi biz yarı yolda kalınca anladık her şeyi. Otobana kadar her şey normaldi. Sorunsuz çıktık gidiyoruz. Artık sabaha karşı olmuş yollarda boş. Araba kırk yıllık içiciymiş gibi öksürerek durdu yolun ortasında. Neye uğradığımızı şaşırdık. Tabi gösterge full duruyor hiç benzinden kaynaklandığını tahmin edemiyoruz. Yoongi arabanın kapağını bir açtı. Düğün günümde öldüm sandım. Öyle bir dumandı yani. İyice sağına soluna bakınca aküde bir sorun olmadığını farkettik. Benzin deposunun kapağını açar açmaz anladık. Taehyung anahtarı Namjoon hyunga vermiş, Namjoon hyung da ne kadar sarhoş olmuşsa artık benzinlik bulamayınca açmış depoya işemiş. Gecesine serum yemişti.''

Kahkayla anlatırken gözlerinden yaşlar geliyordu. Seokjin ve ben de katılırken atmosfer bir anda değişmişti. Tamamen o tatsız havadan sıyrılmıştık sanki. Her ikisi de Taehyung'a olanları unutmuş gibiydi. Hoş benim de aklımdan çıkmıştı tamamen.

Kahkahalarımız durulduğunda bakışlarımı yeniden duvarda gezdirmiştim. Odanın her yerinde bir anı vardı sanki. Kocaman bir panoya onlarca fotoğraf tutturulmuştu. Bir karede Jimin ve yanındaki tanıdık simayı görür görmez gözlerimi kısıp daha dikkatli bakmıştım. Taehyung'du. Jimin Taehyung'un omzuna başını yaslamış objektife kocaman gülüyordu. Taehyung da başını onun başına koymuş aynı gülüşe aşina olduğum o gülüşle karşılık veriyordu. Bir başka fotoğrafta Jimin Taehyung'un sırtındaydı ve her ikisi de kahkahalarla gülüyordu. Fakat bakışlarım bir başka fotoğrafla çarpıştığında dudaklarım bu kez az önceki gibi yeniden aralanmıştı.

Jimin olduğunu tahmin ettiğim bir çocuk elinde bir bebek tutuyordu. Ve hemen altındaki resimde aynı poz Taehyung ve Jimin tarafından verilmişti. Taehyung uzun bedeniyle Jimin'in kucağına oturmuş, Jimin ise tıpkı bir üstteki çocuğun bebeği sarmaladığı gibi Taehyung'u arkadan sarmalıyordu. Ve her ikisinin de ifadeleri üstteki resimdekiyle aynıydı.

''O Taehyung mu,'' demiştim hayretle resime bakarken. Jimin baktığım resmi kısa bir sürede yakalamış bana dönerek başını sallamıştı, ''Çocukluk arkadaşı mısınız?'' demiştim tekrar resme dönüp incelerken. Alelalede bir soruydu. Tamamen atmosferden kopmak için sorulmuştu.

''Jungkook,'' demişti Jimin. Sesindeki tatlı tınıya tereddüt karışmış gibiydi. Hımlayıp ikisinin bulunduğu resimleri incelemeye dönmüştüm, ''Taehyung benim kardeşim.''

Donmuştum. Gülen yüzüm anında solduğunda bakışlarımı ona taşımış ve ciddiyetini ölçmek ister gibi gözlerinin içine bakmıştım. Fakat lanet olsun ki ciddiydi. Bana daha önce her ikisi de kardeş olduklarından bahsetmemişti ve bunu bu şekilde öğreniyordum. Şaşırmakta sonuna kadar hakkım vardı. Dudaklarımdan hayretle dökülen bir ''Ne?'' ortama dökülürken Jimin'in tereddütte kaldığını farketmiştim. Kandırılmışım gibi saçma bir duyguyu hissetmem normal miydi bilmiyordum fakat hissettiklerim tam olarak buna uzanıyordu.

''Dur bir dakika,'' Seokjin şaşırdığımı farketmiş olmalı ki ortamı yumuşatmak için araya girerek gülüp söylemişti, ''Senin haberin yok muydu?''

''Yoktu,'' dedim boğazımı temizleyerek, ''Benim Taehyung hakkında birçok şeyden haberim yok.''

Tam o anda dikkatimizi dağıtan bir gürültü koptu. Gürültü dışarıdan, bahçeden geliyordu. Sanki iki teneke kutunun hızla birbirinin üzerine atılması gibi bir sesti. Yerimde sıçrarken bakışlarımı dehşetle Jimin'e taşımış ne olduğunu sanki o biliyormuş gibi yüzüne bakmıştım. Onun da gözleri irileşmiş şaşkınca yüzüme bakıyordu.

''O neydi?'' dedi Seokjin dehşetle. Korktuğunu hızlanan nefes alış verişlerinden anlamıştım.

''Bilmiyorum,'' Jimin yerinden aceleyle doğrulup cama doğru ilerlerken söyledi, ''Yoongi'dir belki. Sigara içmeye çıkmıştır.''

''Jimin,'' Tam o sırada ortama dökülen sesle birlikte yüreğim ağzımda arkamı dönmüştüm. Yoongi kaşları çatılı salonun girişinde duruyordu.

''Dışarıdan bir ses geldi,'' dedi Jimin dehşetle. Yoongi'yi görünce daha da endişelendiğini farketmiştim.

''Belki de kedidir,'' dedi Seokjin aptal bir korku filminde aptal bir sarışının repliğini söyler gibi. Fakat aklından geçenler bunun tam tersi olacak olmalı ki bakışları dehşet bir ifadeye bürülüydü.

''Yukarı çıkın,'' Yoongi derin sesiyle konuşup başıyla yukarıyı gösterirken ellerinin beline gittiğini fark etmiştim, ''Ben söyleyene kadar da sakın aşağıya inmeyin, anladınız mı?''

''Ne?'' Jimin şaşkın bir şekilde söyleyip kaşlarını çattı. Korkuyordu. Nefes alış verişi hızlanmıştı.

''Yukarı çıkın ve doktoru saklayın,'' dedi Yoongi benim hakkımda konuşuyor olmasına rağmen bir kere dönüp bakmadan. Belinden çıkan metal gözbebeklerime çarptığında nefesim kesilmişti, ''Ve ben söyleyene dek aşağıya inmeyin.''

Jimin verdiği emirlere karşı sessiz kalırken Seokjin çoktan harekete geçmiş beni de belimden hafifçe dürterken harekete geçmemi sağlamıştı. Jimin ve Yoongi'nin bakışları birbirine kenetliydi. Jimin'in kaşları çatıktı ve nedense birbirlerine konuşmadan bir şeyler anlattıklarını düşünmeye başlamıştım.

''Acele edin,'' demişti Yoongi bakışları hala Jimin'deyken. ''Ve sen de,'' Tam yanından geçerken bakışlarını bana çevirmiş ve buz gibi bir sesle söylemişti, ''Sakın bir aptallık yapayım deme.''

Ürkütücü bakışlarının birkaç saniyelik kurbanı olmuştum. Ardından bakışlarımı kaçırıp Seokjin'in merdivenlere yönlendirmesiyle oraya adımladım. Jimin gelmiyordu. Bakışlarımı son kez ona çevirip bakarken Yoongi'nin peşinden gittiğini görmüştüm. Yoongi ise sanki anlaşmışlar gibi itiraz etmiyor, peşinden gelmesine izin veriyordu.

Tam merdivenlerin yarısına gelmiştik ki bütün evi dolduran zil sesi ile adımlarımız hızlanmıştı. Koşar adım yukarı çıkarken Yoongi ve Jimin ikilisinin kapının önüne temkinli adımlarla ulaştığını görmüştüm. Yoongi kapı deliğinden bakmıştı fakat merdivenin başına geldiğimizde bakış açımdan kaybolmuşlardı. Birkaç saniyelik sessizliği yüreğim ağzımda dinlerken kapının açılış sesini duymuştum. Daha sonra Jimin'in şaşkın sesiyle zikredilen isim ise göğüs kafesime çarpan kalbimin teklemesine neden olmuştu.

''Taehyung!''

***

Olaylar kağnı hızıyla gelişiyor ama hızlanacağını umuyorum. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.




Συνέχεια Ανάγνωσης

Θα σας αρέσει επίσης

385K 31.6K 26
Melez Kaplan Taehyung, Melez Tavşan Jungkook ile sevgili olmak istiyordu Ha birde onu altında inletmeyi... [texting+düz yazı] #3 - taekook [13.08.202...
45.4K 7K 30
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
115K 12.1K 27
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
62.3K 2.8K 25
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...