SİYAH KAR (KITAP)

Da siyah_kelebekk2

7.7M 127K 18.2K

Bir adam düşün simsiyah bir kalbi var. Nefretle harmanlanmış buz mavisi gözleri, keskin ve soğuk bakışları... Altro

-Siyah Kar-
❅1.Bölüm❅
❅2.Bölüm❅
❅3.Bölüm❅
❅4.Bölüm❅
❅5.Bölüm❅
❅7.Bölüm❅
❅8.Bölüm❅
❅9.Bölüm❅
YENİ KİTAP☑
❅10.Bölüm❅
❅11. Bölüm❅
❅12. Bölüm❅
❅13.Bölüm❅
❅14.Bölüm❅
❅15.Bölüm❅
❅16.Bölüm❅
❅17.Bölüm❅
❅18.Bölüm❅
❅19.Bölüm❅
❅20.Bölüm❅
❅21.Bölüm❅
❅22.Bölüm❅
❅23. Bölüm❅
❅24.Bölüm❅
❅25.Bölüm❅
❅26.Bölüm❅
🙈❤🙈
❅27.Bölüm❅
❅28.Bölüm❅
❅29.Bölüm❅
❅30.Bölüm❅
❅31.Bölüm❅
❅32.Bölüm❅
❅33. Bölüm❅
❅34.Bölüm❅
❅35.Bölüm❅
❅36.Bölüm❅
❅37.Bölüm❅
❅38.Bölüm❅
❅39.Bölüm❅
❅FİNAL-1 BÖLÜM❅
❅FİNAL-2.BÖLÜM❅
☃Son Söz☃
✈Dönüyoruz
❄Kitap Olduk Sürpriz! ❄
ÇEKİLİŞ❄
☄ ÇEKİLİŞ ☄

❅6.Bölüm❅

184K 3.2K 210
Da siyah_kelebekk2

=22 Eylül& Her şeyin başladığı ve bittiği gün anısına=

İyi okumalar!❄❤

Hayat cevabı bilinmeyen sorularla doluydu. Kimsenin bilmediği sorunun cevabını sen bilemediğinde hayatın kararıyordu ama diğerleri kaldığı yerden devam ediyordu. Gözlerim mezar taşına kilitlenmişti, herkesin son durağına...

Levent Bey'in gözyaşları toprağa karışıyordu, benim içinse acının en derinime işlediği anların birinde zaman durmuştu. Burada yatan kişinin katili bendim ama Levent Bey belli belirsiz sözlerinin arasında katil olduğunu fısıldıyordu. Her ne kadar suçlunun ben olduğumu bilse de ruhuna ağır geliyor olmalıydı.

Gözlerim bir an ölüm tarihine takılı kaldı. O gün, bugündü. Her şeyi unutuyordum, hafızamı kontrol ettiğimde birçok tarihi unuttuğumu fark ettim ama bunun bir önemi yoktu. "Bugün her şeyin bittiği gün," diye fısıldadı Levent Bey kalkıp gözlerini gözlerime dikerek. "...ve her şeyin başladığı gün," diye ekledi. Boğazımdaki düğümler aniden sıkılaştı, çiseleyen yağmur saçlarıma konmaya devam ediyordu. Mezarın üzerinden biraz ıslak toprak aldı, ardından elimi çekti ve toprağı içine bıraktı.

"Sen topraksın!" diye bağırdı. "Neye sahipsem aldın benden. Sana baktıkça ölümü görüyorum. Kokun ölüm kokuyor, bakışların ölümü yansıtıyor, ses tonun ölüme davet ediyor..." Toprağı avuçlarımda sıkıp kesik bir nefes aldım. "...ve suskunluğun sinir bozuyor," diye fısıldadı. Buz mavisi gözleri kıpkırmızıydı, kirpikleri ıslaktı. Bazen bir yerlerde güzel seven adamların olduğundan bahsederdi insanlar, bense onların sadece rüyalarda olduğuna inanırdım ama şu an karşımdaydı. Bana nefretle bakıyordu. Öyle güzel seviyordu ki Melek'i, bunu bakışlarındaki nefretin kıvrımlarından anlıyordum ve bu acımı milyonlarca kat artırıyordu. Kendime dahi itiraf ederken içimi titreten bir gerçek vardı; O kadını kıskanıyordum, bu aşkı kıskanıyordum.

Gözlerim Levent Bey'in gözlerindeyken bir karartı gördüm, siyah bir hayalet gibi. Kaşlarımı çatarak ne olduğunu anlamaya çalıştığımda bir adamın koşarak arabaya bindiğini fark ettim. "Biri var," diye fısıldadım. Bu bana tuhaf gelmemişti, mezarlıklar yüreği acıyla dolu insanların sık sık geldiği bir yerdi sonuçta. Bir anda Levent Bey'in parmaklarının parmaklarıma dolandığını fark ettim, kaçıyorduk ama neden? Sorularımı bırakıp ona odaklandım.

Ağzından küfürler dökülürken durdu. Elindeki silahı yeni fark ediyordum, gözlerim açılabildiği kadar açılmıştı. "Levent Bey." Sesin geldiği tarafa döndüm, bu adamı daha önce şirkete girerken de görmüştüm. "Buradan hemen uzaklaşmanız lazım," dedi nefes nefese. Elindeki silahın varlığı ürpermeme neden olmuştu.

"Yürü Eylül!" diye bağırdı elimi bırakırken. Peşinden koşuyor ve etrafa ürkek bakışlar atıyordum, kimse yoktu. Arabaya bindiğimde Levent Bey gidip adamla bir şeyler konuştu, konuşurken silahı beline yerleştiriyordu. Titriyordum, ısıtıcıyı açıp parmaklarımı sıcak havanın üzerinde gezdirmeye başladım. Neler olduğunu deli gibi merak ediyordum. Sonunda arabaya doğru yürümeye başlamıştı. Buz mavisi gözlerinde kıvılcımlar vardı, ateş şimdilik sönmüş gibi görünüyordu.

Kaşları çatık bir şekilde arabaya bindi ve kemerini bağlarken bana ters bir bakış fırlattı. "Başıma bela oluyorsun," diye mırıldandı. Kaş çatma sırası bana geçmişti. "Beni peşinden sürükleyen sizsiniz," diye hatırlattım. Sönmeye yüz tutan ateşi harlamıştım. "Seni buraya getirip canını yakmak istedim. Unutmaya çalıştığın her ne varsa hatırlatacağım!" Cevap vermek yerine kollarımı birbirine geçirip dışarıyı izlemeye başladım, az önceki adam da kaybolmuştu ortalıktan ama beş dakika sonra arabayı takip eden bir arabanın varlığını fark ettim.

"O adam kim?" diye sordum merakla. "Koruma," dedi basitçe. "Pek sevilen bir adam değilim. Tehlike umurumda değil ama Ömer zorluyor." İlk defa bana kendisi hakkında bir şeyler açıklıyordu, pek sevilen bir adam olmadığını fark etmiştim zaten. Bir anda aklıma Ömer Bey takıldı, herkes her şeyi yanlış anlıyordu ve olan bana oluyordu, rezil oluyordum!

Zaman kavramını kaybetmiştim, eve geldiğimin farkında bile değildim ve onun benim evimi hangi ara öğrendiğini de merak ediyordum. "Son durak," diye fısıldadı. Kemeri açıp hızla kendimi dışarı attım. Ne iyi akşamlar dedim ne de görüşürüz...

Apartmana doğru yürürken onun da kapısının açılıp kapandığını duydum. Merakla arkamı döndüğümde yanıma ulaşmıştı bile. "Yarın iş yerine erken gel..." dedi otoriter bir tavırla. "...ve telefonu aç." Kaşlarım çatıldı ama hiçbir şey demedim. Çamurlu elimi tutup avucuma baktı, bileğimi sıktığının farkında mıydı acaba? "Ne kadar yıkarsan yıka gitmeyecek biliyorsun değil mi?" Gözlerimi gözlerine dikip nefret kıvılcımlarını seyrettim. "Bana bakma, konuş!" Ses tonu yükselmişti, o sırada Betül'ün arabası gözlerimin kadrajına girdi. Elimi çekmeye çalıştım ama bırakmadı. "Benimle konuşacaksın, böyle donuk donuk bakmayacaksın!" diye tısladı, kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Çünkü Betül çantasını sıkıyor, gözlerini bileğime dikiyor ve öfkeyle bize doğru yürüyordu.

"Levent Bey tamam, bileğimi bırakın." Gözlerini gözlerimden ayırmadı ama bileğimdeki eli gevşedi. "Neler oluyor burada?" Betül'ün tehditkâr bakışları Levent Bey'e ulaştığında geri çekilmedi. "Betül sen eve çık geliyorum," diye fısıldadım. Tek kaşı havada alayla bana bakıyordu. "Çek şu elini arkadaşımın elinden," dedi sertçe, sarı saçları yağmurda ıslanıyor ve rimeli akıyordu. Normal zamanda bunlardan nefret ederdi ama şu an pek umurunda değil gibiydi.

"Ne bakıyorsunuz beyefendi, kimsiniz siz?" Levent Bey cevap vermeyecekti ve bakışlarından anladığım kadarıyla öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu, beni boşluğa iterkenki soğukkanlılığı aklıma geldi, ardından belindeki silah... Bu adamdan her şeyi beklerdim.

"Betül, geliyorum çık yukarı."

"Yok canım. Bu adam kim öğrenmeden ve o eli bileğinden ayrılmadan bir adım geri çıkmam." Böyle zamanlarda o davaları nasıl kazandığını daha iyi anlıyordum. Levent Bey eğilip kulağıma fısıldayarak, "Ona bir şey anlatma!" diye uyardı. Ardından bileğimi bırakıp gitti. Onun kadar tuhaf bir adam tanımamıştım, Betül hâlâ merakla ve öfkeyle yüzüme bakıyordu. "Açıklama bekliyorum," diyerek kollarını birbirine bağladığında uzaklaşan arabanın ardından bakakalmıştım.

Beni nasıl bir belaya bulaştırdığının farkında mıydı acaba? Derin bir nefes alıp beceriksizce gülümsemeye çalıştım.

"Hadi eve çıkalım," diyerek adeta kaçtım. Merdivenleri nasıl olsa çıkmaya sabredemeyecekti, bu benim işime geliyordu. En azından çıkana kadar ne yalan uyduracağımı düşünebilirdim. Söz konusu Levent Köksal'dı, hiçbir şey uydurmam mümkün değildi. Hadi uydurdum diyelim bir şekilde anlardı.

Merdivenler ilk defa bu kadar kısa sürede bitmişti, yalanlar konusunda pek kötü sayılmazdım. Tamam, usta bir yalancı değilim ama gerektikçe söylüyordum işte herkes gibi ve bugün o günlerden biriydi. Eve girip kapıyı kapattığımda Betül'ü görmedim ve odama süzüldüm, kapıyı kapatır kapatmaz sesi evin içinde çınladı.

"Üzerini değiştirip hemen geliyorsun, yoksa evi başına yıkarım bilmiş ol." Bu kızın sinirine çoğu zaman şaşıp kalıyordum. Üzerimi değiştirirken Levent Bey'in aldığı telefonun açma düğmesine basmıştım, umarım numarası kayıtlıdır ve bana ne söylemem gerektiğini yazmıştır. Aksi hâlde bu işin içinden çıkmam mümkün değil. Üzerime siyah ceketi geçirdim, fermuarı çekerken gözlerim telefonun ekranındaydı.

Mesaj bildirimini gördüğümde koca bir klişenin içinde mutluluktan dans ediyordum âdeta, biraz abartmış olabilirim tabii.

LEVENT KÖKSAL!

İsmini büyük harfle yazıp sonuna da ünlem koymuştu. Söyleyecek tek bir şey yoktu söz konusu bu adam olunca, hemen mesaja girdim. Açık kahverengi saçlarım omuzlarımdan sarkmıştı.

"Ona birbirimizden hoşlandığımızı söyle ve beni kahveye davet ettiğini, ardından benim telefonuma yabancı birinden saçma bir mesaj geldiğini ve kıskandığını söyle."

Mesajı okurken gözlerim fal taşı gibi açılmıştı, tamam yalan söylemeyi göze almıştım ama bu çok fazlaydı. Birincisi ben kıskanç biri değildim, ikincisi söz konusu kişi Levent Köksal'dı. Herhangi başka biri olsa bu kadar sorun değildi. Saçlarımı örüp derin bir nefes aldım, bir yanım doğruyu söylemem için beni sıkıştırıyordu. Betül kardeşten öteydi benim için ve ona yalan söylersem başıma kötü şeyler geleceğini düşünürdüm hep.

Her şey bir anda yerle bir olabiliyordu, Diğer yanım ise Levent Bey'i dinlememi söylüyordu. Bu nasıl bir ikilemdi böyle? Ne yana kaçsam çıkmaz sokaktı, üstelik buraya nasıl geldiğimi biliyordum...

Bir mesaj daha geldi.

LEVENT KÖKSAL!

"Dediğimi yap."

Dünya ne tuhaftı böyle? Kapımın şiddetle çalınması yerimde zıplamama neden oldu. Hemen telefonu cebime sıkıştırıp, "Geliyorum!" diye bağırdım ve art arda nefes almaya başladım,

neden bu kadar abarttığımı bilmiyordum. Ne olursa olsun dünyanın sonu olacak değildi. Ayrıca ben yolun sonundayken neden her şeyi bu kadar önemsiyordum?

Odadan çıkıp salona girdiğimde keskin bakışları anında bana çevrildi, yeşil gözleri öfke ve merakla harmanlanıp kısılmıştı. "Ne bakıyorsun öyle?" diye mırıldandım, koltuğun üzerinde bağdaş kurup sehpanın üzerindeki kahveyi alıp iki

elinin arasına sıkıştırdı. Keskin bakışları hâlâ üzerimdeydi, sessizliği tüylerimi diken diken ediyordu.

"Anlatmanı bekliyorum." Sonunda konuştu ve bu beni başka bir korku tüneline fırlattı. "Basit bir tartışmaydı sadece, neden öyle daldın ki araya?" diye fısıldadım. Evet, saçma olmuştu... "Ceketini biraz yukarı çeker misin?" Eh, en azından soru sormamış bir şey istemişti, bunu neden istediğini sorgulamadan ceketi yukarı çektim. Gözlerim bileğimde donup kalmıştı. Birkaç saniye sonra hemen ceketi geri indirdim, işte şimdi her şey berbat bir hâl almıştı.

"O yapmadı," diye bir yalan salladım. Alaycı bir tebessüm belirdi dudaklarında. "Ne olduğunu sen mi anlatırsın ben mi öğreneyim Eylül?" Dudağımı ısırıp duvardaki sarı tablo ile bakışmaya başladım. "Küçük bir kıskançlık kriziydi." Sözler dudaklarımdan döküldüğünde artık geri dönüş yoktu. "Kıskançlık mı?" Gözlerimi Betül'e itip derin bir nefes aldım.

"Levent Bey'le, yani Levent'le birbirimizden hoşlanıyoruz," diye fısıldayıp arkama yaslandım, rahat görünmem gerekiyordu. "Telefonunu istemiştim, o an bir mesaj geldi aşkımlı cicimli kıskandım. Olay çıkardım ve sonuç olarak tartıştık."

"Yalanına tüküreyim daha ergence bir hikaye uyduramadın mı?" diye geveledi ağzının içinden, kaşlarım çatılırken son derece ciddi göründüğümü biliyordum. "Eylül burası gerçek dünya farkındasın değil mi? Öyle bir şeyin olmadığını anlamam için üstün bir zekâya ihtiyacım yok." Ne yazık ki bunu biliyordum.

"İster inan ister inanma."

"Hadi inandım diyelim, o iz bir sıkışta olmaz. En az üç dört kez bileğini sıkmış olmalı. Sadist falan mı bu adam? Yoksa kendine bir Grey mi buldun?" Burun kıvırıp başımı arkaya yasladım, dalga geçiyormuş gibi görünüyordu ama son derece ciddiydi. "Orantısız güç uyguladı sadece, farkında bile değildim."

"Bu daha büyük bir sorun, en ufak şeyde sinirlenip bileklerini morartıyorsa adam sorunludur ve senin sorunlu bir adamla işin yok!" Sanırım sorunlu olan tek kişi bendim.

"O iyi bir insan ve bu konuda daha fazla konuşmanı istemiyorum." Ciddi olduğumu anlaması için göz teması kurdum, kafasında neler döndüğünü tahmin etmek güç değildi. Her şey ortaya çıktığında bu tartışma bir hiç olarak kalacaktı. Başka şeylerden bahsetmeye çalıştım, aklımda ise yirmi beş eylül vardı. Annemin vefat ettiği gün, sadece üç gün dayanabilmişti güçsüz vücudu... Melek ise kaza yerinde Levent Bey'in kolları arasında uçup gitmişti.

Saatler birbirini kovalayıp uyku göz kapaklarıma düştüğünde özgür kalmış gibi hissetmiştim, Betül sonunda susmuştu ve bu özgürlük demekti. Odama geçip öylece yatağa uzandım, telefonu cebimden çıkarıp uykulu bir nefesle siyah ekrana bakmaya başladım. O an aklıma Levent Bey hakkında küçük bir araştırma yapmak gelmişti, bunu daha önce yapmalıydım; sürekli salak durumuna düşüyordum. Her şeyin umurumda olduğunu ona en başında göstermeliydim ama bunun için çok geçti. Beni bencil ve hiçbir şeyi umursamayan biri olarak görüyordu.

Birkaç şeye bakıp çıkma niyetindeydim ama gözlerim saate takıldığında tam bir saattir baktığımı fark ettim. Sayfaları kapattığımda arama çubuğu ile bakışmaya başladım, o sırada gözüme E-posta kısmı takıldı. Dokunduğumda Levent Bey'in E-postasının bağlı olduğunu gördüm ve fark etmemle ondan mesaj gelmesi bir oldu.

LEVENT KÖKSAL!

Sonunda bir şeylere bakmayı akıl etmiş olman çok güzel, aferin.

Adam kelimenin tam anlamıyla ruh hastasıydı! Hemen E-postasından çıkıp kendi E-postamı girdim, salak durumuna düşmemeye çalışırken bile salaktım. İçinde bulunduğum andan soyutlanıp gözlerimi kapattım, mezarlıkta bana söylediği sözler zihnimde uçuşuyordu. Toprak kokusunu severdim ama artık o kokudan da nefret ediyordum. Sevdiğim ne varsa haklı olarak elimden almaya başlamıştı ve bunun başlangıç olması korkmama neden oluyordu. Korkmalıydım da...

Ölüm bir kurtuluş gibi görünüyordu gözüme ama ölme- yi bile beceremiyordum. Rastgele çıktığım çatı bile bana karşıydı. Hayattaki her şey birleşmiş beni inatla yaşatmaya çalışıyordu âdeta ama ben ölmek istiyordum. Bu dünyayla savaşacak kadar güçlü değildim...

Gözlerim kapandığında kulaklarımda yabancı bir mırıltı dolaşıyordu. Yaklaştıkça tanımaya başladığım bir mırıltı, annemin mırıltıları... Bir damla yaşın elime düştüğünü hissettim, yemin ederim gerçek gibi hissettim. "Yaşayacak değil mi doktor hanım, yaşatacaksınız bebeğimi?" Derin bir sessizlik oluştu, gözlerimi açamıyordum. Açmak istiyordum oysaki, ben yaşıyorum anne demek istiyordum. "Çıkmadık candan umut kesilmez. Sonuna kadar o da bizlerde çabalayacağız," diye fısıldadı tiz bir ses, ben yaşıyordum! Yatağımda uyuyordum, bu insanlar da kimdi? Neden böyle konuşuyorardı?

Continua a leggere

Ti piacerà anche

1.3M 60.3K 73
İlk aşkın acısını hala duyumsayan bir kalp tekrar aşık olabilir miydi? Arya, kendine bu soruyu sorduğunda iş işten çoktan geçmişti... Genç kızın t...
122K 10.2K 73
#58 "Kirli ruhun, tutsak bedenleri..." Doğrular ya da yanlışlar. Kurallar ve yasaklar... Hayatın kendisiyle tanışan bir grup gencin çevreleriyle olan...
1.2K 215 104
bir kelebeği ancak o sana konana kadar görmezden gelebilirsin.
98.8K 446 43
Uzun bir maraton en iyiler 🎃