❅25.Bölüm❅

173K 2.5K 226
                                    

Sessizlik... Tüm seslerin içinde sonsuz bir sessizlik...

Acı... Bedenimde hiç yara yokken ruhumun hissettiği sonsuz acı.

Boşluk, kalbimin içine düştüğü ve asla kurtulamayacağı derin bir boşluk.

Bu gece ay tutulmuştu, yıldızlar kaybolmuştu, belki de ben görmeden hepsi kaymıştı ve onlarca dilek tutulamamıştı. Kulağımda uğuldayan bizim şarkımızdı, henüz ona söylemediğim şarkımız... Tek başıma benimsediğim uğursuz şarkımız...

Bizim hikâyemiz acıyla harmanlanmış ve yalnızlıkla sonlanmıştı. Bu bir son muydu? Kolumun sarsıldığını hissediyordum fakat gözlerim karanlığın içindeki sonsuz boşluktaydı, bir süredir varlığını hissettiğim bedenler artık dikkatini iyice bana vermişlerdi. Tüm bu kalabalığın içinde yapayalnızdım ve soğuk tüm acımasızlığı ile üzerime geliyordu. Soğukla savaşamazdım, korkularla savaşamazdım. O yokken ben kendimle bile savaşamazdım.

"Eylül!" Koray'ın endişeli sesi kulaklarıma doluyordu. "Şoka girmiş olmalı," diye mırıldandı çaresizce, bu şok falan değildi. Bu kalbime saplanan ağrılara teslim oluşumdu. Gerçekler ve duygular karşıma geçmiş, acımasızca ruhumla dalga geçiyorlardı fakat ben hiçbir şey yapmıyordum. "Eylül kendine gelsen iyi olur! Beni delirtmek mi istiyor sun? Levent kaçırıldı, sen değil." Koray yeniden kolumu sarsınca boş bakışlarımı ona çevirip ruhsuzca mırıldandım. "Kendimdeyim." Sanki bu ilk konuşmammış gibi rahatladı ve elimi sıktı. "Buradan gitmeliyiz, kalkabilir misin?" Saatlerdir aynı yerde oturuyordum. Cam parçalarının üzerinde, Levent'le yolculuk yaptığım arabanın yolcu koltuğunda...

"Gitmek istemiyorum." Kaşları çatılırken başını yana çevirdi. Orada kim vardı bilmiyordum, pek umurumda olduğu da söylenemezdi. "Eylül ayağa kalkabilir misin?" Sabırsız bir nefes süzüldü dudaklarımdan. O sırada Ömer Bey Koray'ı kenara çekti ve koluma girip hızla beni kaldırdı. "Bir an önce kendine gelmelisin," diye azarladı beni. Zaten kendimdeydim, tuhaftı ama ilk kez kendimdeydim. Bu dağınık görüntü beni beş yıl öncesine götürüyordu, hemen ileride annemin soğuk bedeni vardı sanki. Birkaç metre öteye savrulan da Melek Köksal'dı...

Rüzgâr saçlarımı savururken boşlukta kalakaldım. Tüm uyarı dolu seslere rağmen, herkese ve her şeye rağmen... "Eylül gidip bir şeyler yapmamız gerekiyor, bırak şu dramatik tavırları. Levent'e hiçbir şey olmayacak." Elbette ki bir şey olmayacaktı, ona bir şey olması demek benim ölmem demekti... Usturupsuz düşüncelerimden sıyrılıp donuk bakışlarımı Koray'a çevirdim. "Gören de Levent öldü sanacak." Ona görüp görebileceği en kötü bakışı atıp karnına sertçe vurarak arabaya bindim. Bu tarz şeyler söylememesi gerekti.

"Ne yapacağız?" diye mırıldandım yola bakarken. "Merak etme. Bir yolunu bulup onu kurtaracağız, kurtarmak sorun değil de neden böyle yaptıklarına anlam veremiyorum. İstedikleri sendin ve isteseler seni rahatlıkla götürürlerdi."

"O adamın aklının yerinde olduğunu sanmıyorum, bu yüzden yaptığı şeylerde mantık aramak vakit kaybı. Bir an önce Levent'i kurtarmak istiyorum."

"Eylül." Tedirgin ses tonu merakımı artırmıştı, Ömer Bey'e sorunun ne olduğunu sorarcasına baktım. "Levent'e karşı fazla korumacısın, dikkat et. Duyguların yakmasın ruhunu. Boşluğa düşmeni istemem." Nefesimi dışarı vererek gözlerimi karanlığa diktim. Koray'ın sessizliği ve Ömer Bey'in imalı sözleri çaresizliğin son demlerinde olan ruhumu iyice çıkmaza sokmuştu. Ben her şeyin farkındaydım zaten, bu duyguların kor olduğunun da kurtuluşumun olmadığının da...

Ama bunların önemi yoktu, önemli olan Levent'ti ve onu bir şekilde kurtarmamız gerektiğiydi. Gözümün önünden gitmeyen sisli görüntülerin içinde onun kusursuz yüzü vardı. Beni korumak istiyordu, beni sevdiği kadına benzettiği için korumak istediğinin farkındaydım ama bunu önemsemiyordum. Sanki ruhum bu duygulara açtı ve onun varlığı bu açlığı bastırıyordu. Gitgide kapanan göz kapaklarımın arasından onun gidişini görmek ise tam bir felaketti, kalbime cehennemden kopan ateşler yapışmıştı.

SİYAH KAR (KITAP)Where stories live. Discover now