❅20.Bölüm❅

176K 2.7K 240
                                    

Zamanın içinde bir yerlerde sıkışıp kalmıştık, tıpkı diğer insanlar gibi. Dünyada trilyonlarca insan vardı ve hepsine ait bir acı... Acaba ben mi abartıyordum kendi acılarımı? Ölüm vardı, bunun herkes farkındaydı ama... Kötünün kötüsü de vardı. Şu an sanırım saat üç ve biz televizyon izliyoruz, Ömer Bey yatak odasında uyuyor ama bizim gözümüze zerre uyku girmiyor. Açlıktan ölen bebekleri, kemiklerinin dahi gıdasızlıktan eriyen çocukları ve tüm acıları yıkıp devirecek sessiz yardım çığlıklarını izliyor ve dinliyorduk. Evet, herkes gibi şu an izlemekle yetiniyorduk.

Kalbimin ortasına öldürmeyen ama canımı yakan bir ağırlık çöktü. Kelimelerin yok olduğu, sadece duyguların harmanlandığı ve sessiz kalındığı anlar vardır, işte biz şu an oralardaydık. Bu saatte bu programı nasıl bulduk hatırlamıyorum, hiç hayatın gerçeklerini izleyip bu denli yaşadığım anlar oldu mu? Hayır, olmadı. Çünkü ben bencilin tekiyim! İzlemekten kaçıyorum, düşünmekten kaçıyorum, bana ait olmayan ne varsa onlardan bir geri zekâlı gibi kaçıyorum!

Aslında bana ait olmayan şeylere sahip olmamın ne kadar mümkün olduğunun da farkındayım... Televizyon aniden kapandığında ürpererek Levent Bey'e döndüm. "Artık ağlama, senin gözyaşının kimseye faydası yok. Üzüldüğün insanlara biraz dua edip elinden geldiğince yardım etsen daha çok makbule geçer," diye mırıldandı, haklıydı da...

"İyi geceler." Battaniyeyi üzerine çekip bana sırtını döndü, ben de koltuğun ucunda duran battaniyeye sarılıp uzandım. Ağladıktan sonra daha çok uykusu geliyordu insanın...

 "Eylül," diye mırıldandı dalmak üzereyken. "Efendim?" İçini çekti ve, "Huzurlu uykular," diye mırıldandı, dudaklarımdan hayalet bir tebessüm geçmişti.

                                                                                                       ***

"Neden burada saklanıp duruyoruz?" diye mırıldandım,

Ömer Bey acı kahvesinden bir yudum aldı. "Saklanmıyoruz Eylül, sadece olması gerektiği gibi bir süredir burada yaşıyoruz." Kesik bir nefes eşliğinde kahvemden bir yudum aldım, acı aroma beni kendime getirirken ne söylemem gerektiğini düşündüm. "Kötü şeyler hissediyorum, sanki benden bir şeyler saklıyorsunuz."

"Evet," diyerek omuz silkti. "Ne?" Cevap vermek yerine gülümsedi, "Küçük kızlar her şeye karışmaz," diyerek güldü.

"Ömer Bey ciddiyim, bilmek istiyorum."

"Eylül, sadece sus ve kahveni iç tamam mı? Gerçekten bilmen gereken bir şey yok."

"Kapıda on tane koruma var, siz ikide bir ortalıktan kayboluyorsunuz. Ben adamın birinin cebine böcek yerleştiriyorum ve gerçekten sorun yok."

"Çenen açıldı," diye homurdandı ve telefonuna bakmaya başladı. "Bak Levent seni uzak tutmak istiyor."

"Beni uzak tutmak isteyen siz olmayasınız," diye mırıldanıp derin bir nefes aldım, omuz silkti. "Ben de istiyorum." Oflayarak fincanları makineye attım. "Biraz etrafı gezmek istiyorum." Biraz mırın kırın etti ama Koray ile gezeceğimi söylediğimde sustu. Amacım köyü gezmek falan değildi tabii, Koray'ı yalnız bulmuşken sıkıştırıp ağzından laf almaya çalışacaktım. Koray'dan mesaj gelince Ömer Bey'e veda edip sessizce evden çıktım, Levent Bey hâlâ uyuyordu. Çok yorgundu ve birkaç saat daha uyusa hakkıydı.

"Günaydın somurtkan yüz," diyerek saçımı karıştırdığında ona ters bir şekilde, "Günaydın," dedim, saç karıştırmak nedir ya askerlik arkadaşı gibi? "Nereye gitmek istersin?" Omuz silktim, "Bilmem, nereye gidebiliriz?" O da omuz silkti. "Köy işte, nereyi gezdirebilirim bilmiyorum." Gülümsedim. Bir süre sessizce yürüdük, bu süre zarfında yanlış anlamasına engel olarak sorularımı nasıl soracağımı düşündüm.

SİYAH KAR (KITAP)Where stories live. Discover now