❅33. Bölüm❅

155K 2.4K 391
                                    

Öyle bir yere geldik ki hiçbir sokağın adı yok.

Cemal Süreya

Levent canımı yakmamaya çalışarak yataktan kalkmama yardım etti, ardından Koray'ın getirdiği sandalyeye nazikçe oturtturdu. Bu kadarını kendim yapabilirdim, gözlerimi onlardan kaçırıyor, gerek olmadıkça konuşmuyordum. En azından yapmak istediğim şey kesinlikle buydu. Ruhum başta olmak üzere herkesten kaçmak istiyordum. Çıkış işlemlerini Ömer Bey yapmıştı, o zaten ortalarda olmak yerine kıyıdan köşeden her şeyi hallediyordu her zaman, bu hiç değişmemişti.

Sandalye hareket ettiğinde sanki bir parçam o yatağın üzerinde kalmış gibi incindim, geride kalan hiçbir şey yoktu oysaki. Koridorda ilerlemeye başladığımızda gözlerim beyaz fayans çizgilerindeydi, gitgide inceldi ve kayboldular.

Asansöre girdiğimizi fark ettiğimde aklım hâlâ kaybolan çizgilerdeydi. "Eylül?" İfadesiz bakışlarım Betül'ü buldu. Bakışlarımın susturucu gücü olduğunu bilmiyordum fakat Betül'ün susuyor olması bu özelliğimi gözler önüne seriyordu.

Hastaneden çıkıp arabaya binene kadar geçirdiğimiz kısa sürede soğuktan buz kesmiştim. Soğuk ve acı alıştığım bazı şeylerdi, ön koltuğa oturduğumda zihnimi işgal eden anılar nefes almamı güçleştirdi. Burada kucağımda Arsu varken şu an hissettiğim acının çok daha fazlasını hissediyordum. Acının işleyiş şekli karışıktı, Levent'in sürücü koltuğuna oturduğunu gördüğümde yavaşça gözlerimi gözlerine ittim. Açık renk gözlerinin etrafı kızarmış, göz altları iyice ortaya çıkmıştı. Hani bazen söylenecek onca şeye rağmen susarsınız ya, işte şu an o durumun tam tersiydi. Söylenecek tek bir söz bile yoktu, bakışlar ise haddinden fazla duyguyu ortaya seriyordu. Koray ve Betül içine gömüldükleri sessizliğin içinde nefes dahi almamaya çalışıyor ve varlıklarını unutturuyorlardı.

Betül'ün bu sessizliği alışabileceğim bir şey değildi, aynı durum Koray için de geçerliydi. "İstanbul'a dönüyoruz akşam." Göz ucuyla Levent'e bakıp bakışlarımla buna inanmadığımı belirttim, bu karmaşanın içinde her şeye inanırken yaşadığım şehre döneceğime inanamıyor oluşum da ayrı bir ironiydi. "Gerçekten," dedi sanki zihnimi okumuş gibi. Cevap vermek yerine küçük bir baş hareketiyle onayladım. Gözlerim yola çevrildi, aslında nerede olduğumun bir önemi yoktu. Her yer taş duvarlar ve asfalt yollarla çevriliyken nerede olduğumu unutabilirdim. Yaptığım basitleşen şeylerin başında her şeyi unutmak gelmiyor muydu zaten?

Levent'i bile unutmuştum, hayatını karattığım adamın adını.

"Bir şey söylemeyecek misin?"

"Hayır." Bakışlarım ellerimdeki izlerdeydi. Ben konuş- mayınca onlar da sustu, sessizlik hepimizin paylaşabildiği tek şeydi. Araba durduğunda Koray ve Betül hızla indi, gözlerim Levent'e kaydığında bir adım bekliyormuş gibi baktığını fark ettim. "İçine kapanma, sessizlik hiçbir şeyi çözmez Eylül." Hafifçe omuz silkip dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bu saatten sonra bir şeylerin çözülebileceğini sanmıyorum zaten. En azından sessizlik içinde huzur bulabiliyorum."

"İstersen bir yerlere gidebiliriz, akşama kadar dinlenebileceğin bir yere."

"Hayır, teşekkür ederim." Gözlerimi kaçırıp kapıyı açtım. Koray sandalyeyi getirmişti bile, dudaklarımın titremesini gizlemeye çalışarak sandalyeye geçtim. Topallayarak da olsa yürüyebileceğime seviniyordum, hayatım boyunca tekerlekli sandalyeye mahkûm olmak... Düşüncesi bile kalbimi parçalıyordu, ürkütücü olansa bir sonraki adımda başıma onun da gelebileceği gerçeğiydi. Asansör kapısı açıldığında artık buradan korkmadığımı fark ediyordum, o kadar çok şey yaşamıştım ki bu şeyler artık gözüme görünmüyordu bile. Kapının önünde Levent'in kapıyı açmasını beklerken gözlerim merdivene kaydı. Kapıda o kadar adam varken bunu yapabildiklerine hala inanamıyordum, sandalye hareket ettiğinde gözlerim merdiven arasında takılı kalmıştı. Görünen gözlerimin takılı kaldığıydı fakat gerçek olan ruhumun takılı kalmasıydı...

SİYAH KAR (KITAP)Where stories live. Discover now