SİYAHIM

Von vavelolas

1.3M 48.8K 4.3K

Ruhumda dolaşan, bir günlük kelebeğin cesedini ellerimle taşıdım kalbime. Parmak uçlarımla son kez okşayıp ko... Mehr

TANITIM
*1*
*2*
*3*
*4*
*5*
*6*
*7*
*8*
*9*
*10*
*11*
*12*
*13*
*14*
*15*
*16*
*17*
*18*
*19*
*20*
*21*
Çok mu Çok Önemli Duyuru
*22*
* Önemli *
MÜJDE!!!!
*23*
*24*
*Baran Andaç Özel*
*25*
1 MİLYON!
*26*
Siyahım: Playlist
*28*
*29*
*30*

*27*

6.5K 275 75
Von vavelolas

İçimdeki büyük özlem ve heyecanla mesaja cevap vereceğim sırada Baran tekrar mesaj atmıştı.

"Seni aşağıda bekliyorum."

Şaşkınlıkla mesajı okurken ne ara ayaklanıp pencereye gittiğimi anlayamadım. Perdeyi araladığımda dikkatimi ilk olarak karanlıkta bile parlayan kehribar saçlar çekti. Onun beni fark etmesine fırsat vermeden derin bir iç çekiş ile geri çekildim. Beni allak bullak ediyordu. Ona olan sevgim o kadar büyüktü ki şimdiye kadar yaptığı her şeyi bir şekilde sineye çekmiştim ama artık içimde bir şeylerin kırıldığını görüyordum. Bir şeyler kırılıyordu, siliniyordu. Bunları farketmekse beni mahvediyordu. Onu seviyordum. Onu, beni paramparça edip bana sarılmak istediğinde o kırıkların onu incitmesinden korkacak kadar çok seviyordum. Fakat artık anlıyordum ki bazen sevgi yetmiyordu. Ben yorulmuştum.

Komodinin üstüne Arda'ya yazdığım notu bırakıp yarın giyeceğim kıyafetleri çantama atarak yavaş adımlarla evden çıktım. Asansörden inene kadar beynimi kemiren düşünceler peşimi bırakmamıştı. Sonra onu gördüm. Beni boğan tüm sorular birer birer yok oldu ve yalnızca Baran kaldı.
Ayakkabısının ucuyla yerdeki küçük taşlarla oynuyordu. Beni fark edince yüzünde sıcak bir ifade belirdi ve beni kollarının arasına çekti. Yüzümü boynuna saklarken onu ne kadar özlediğimi bir kez daha anladım. Bu kadardı işte. Tüm kasveti dağıtmak bu kadar basitti.
Gözlerimi kapatıp güzel kokusunu içime çekerken saçlarımı okşamaya başladı. Bu iyi hissettiriyordu. Baran'ın şefkatli elleri benim için söylediği onlarca güzel sözden çok daha özeldi. Sanki ben ölmeyi bekleyen bir hastaydım da onun şefkati ben ölünceye kadar başımda bekleyen refakatçiydi. İçimde öyle garip bir duyguyla savaşıyordum ki bu bende ağlama isteği uyandırıyordu. Sanki ben ölecektim de gözlerimi kapatan eller Baran'ın elleri olacaktı. Buna itiraz etmezdim...

Baran, bu büyülü anı bozarak geri çekildiğinde istemeyerek de olsa bir iki adım geriledim.
Sakin bir sesle "Gidelim." dedi. Durağa kadar ikimiz de bir şey söylemedik. Boş bir taksiye binip Okyanus sokağın adresini verdikten sonra başını omzuma yasladı. Boşta duran elini sımsıkı tutup saçlarına minik bir öpücük kondurdum. Şimdi bir erkek arkadaştan çok, küçük bir çocuğa benziyordu. Bu haline istemsizce güldüm. Yol boyunca hiç ayrılmayacakmış gibi kenetlenmiş ellerimizi izledim.

Taksi Baran'ın evinin önünde durduğunda ondan önce indim. Çok geçmeden yanıma geldi ve sağ elimi kavrayarak eve doğru yürümeye başladı. Evin pencerelerinin önünde küçük saksılar vardı. Baran'ın bu bitkilerle ilgilendiğini hayal edemedim. Gülümseyerek ona baktığımda aynı şekilde karşılık verip cebinden bir anahtar çıkardı. Kapıyı açıp geçmem için kenara çekildiğinde sessizce yutkunarak içeri girdim. Beni karşılayan dar bir koridor ve karşılıklı dört kapı oldu. Ayakkabılarımı çıkarıp dış kapının arkasındaki dolaba koydum. Baran omuzlarımdan tutup beni bir odaya yönlendirdi.

"Burayı oturma odası olarak kullanıyorum." dedikten sonra işaret parmağıyla arkamızdaki odalardan birini gösterip "Burası da benim odam." diye tamamladı. Oturma odası Baran'dan beklenmeyecek kadar yumuşak renklerdeydi. Hatta kanepelerin üstünde renkli yastıklar vardı.

"Bu odayı kim düzenledi? Pek senlik değil." dedim kaşlarımı kaldırarak.

"Bir arkadaşım." dedi ve konuyu değiştirmek istiyormuş gibi hızlı bir şekilde "İçecek bir şeyler ister misin?" diye sordu.
Bu hali gözümden kaçmamıştı ama üstelemedim. Kafamı olumsuz anlamda sallayarak "Odanı görebilir miyim?" diye sordum.
"Elbette." diyerek kenara çekildiğinde oturma odasının çaprazındaki kapıyı açtım. İlk olarak Baran'ın kokusu burnuma dolduğunda dudaklarımı birbirine bastırıp içeriye doğru bir iki adım attım. Sanki zaman makinesiyle yetmişli yıllara gitmiş gibi hissettim. Odada nostalji havası hakimdi.

"Burası çok güzel." dedim büyülenmiş gibi. Gibisi fazlaydı. Çünkü gerçekten büyülenmiştim. Baran'a baktığımda kapının pervazına yaslanmış bir halde beni izlediğini gördüm. Heyecanladığımı hissederek bakışlarımı kaçırdım. Yatağın sağ tarafında, yerde üst üste dizilmiş plakları görünce dayanamayıp tekrar ona baktım.

"Ne yani plak koleksiyonun mu var?"
"Ne yani, olamaz mı?" dedi alayla.
Gözlerimi devirip giysi dolabının yan tarafındaki ahşap masaya ilerledim. Kapağı tam kapanmamış bir kutu ve bir sürü boş kağıt vardı.

"Sevgilim gizli bir devlet çalışanı mı? Bu kadar zarf ve kağıtla ne yapacaksın?" dedim gülerek.
Yanıma gelip kutuyu kapattı ve işaret parmağıyla burnuma vurdu.

"Kim bilir, belki de öyleyim." Sessizce gülümseyip gözlerimi masaya diktim. O da benden farksız bir şekilde sessizliğe gömüldü. Az önceki halimizden eser yoktu. Sürekli böyle değil miydik zaten? Bir yakın, bir uzak. Bir iyi, bir kötü... Anlayamadığım şey de tam olarak buydu. Birbirimizi bu kadar seviyorken neden hep bir yanımız güzdü? Geçmiş bizi çok mu yormuştu? Yoksa yaşayamadığımız çocukluğun hüznü şimdi mi gün yüzüne çıkıyordu? Neden çok sevmek tüm sorunları çözmüyordu?
Kalbimin cevaplayamadığı soruyu mantığım devraldı ve kalbimin yerine cevapladı.
"Çok sevmek tüm sorunları çözmüyordu çünkü o da başlı başına bir sorundu."

Derin bir nefes alıp "Sence de konuşmamız gerekmiyor mu?" diye mırıldandım. Kafasını ağır ağır salladıktan sonra yavaş adımlarla odadan çıktı, ben de peşinden.

Oturma odasındaki üçlü kanepede yan yana otururken söze nasıl başlamam gerektiğini düşünüyordum. Ne diyeceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Ortada yanlış giden bir şeyler vardı evet ama bu yanlışın ne olduğunu bilmiyordum. Ben bunları düşünürken Baran kafasını dizlerime koyup yüzüme bakmaya başladı.
Kısa bir sessizliğin sonunda yutkundu. Kısık bir sesle "Pişman mısın?" diye sordu.

"Ne için?" Sesim beklediğimden daha güçsüz çıkmıştı. Kehribar saçlım bir elini saçlarının arasından geçirip sesli bir nefes verdi. Bu görüntü kalbimin hızlanmasına neden oldu. Bir elimi saçlarına götürüp okşamaya başladım.
"O gece için pişman mısın?" diye sorduğunda saçlarındaki elim istemsizce duraksamıştı. Ben sessiz kalınca konuşmaya devam etti.
"Sana yaşattıklarım için pişman mısın? Beni sevdiğin için pişman mısın?"

Onu susturmak için boşta duran elimin parmaklarını dudaklarına bastırdım. Nasıl böyle şeyler söyleyebiliyordu? Onun için her şeyi yapabileceğimi görmüyor muydu? Sevgimi hissettiremiyor muydum?

"Seni sevdiğim için pişman değilim. Seninle yaşadığım hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum. Böyle şeyler söyleyip beni üzmesene."
Sesim sonlara doğru alçalmıştı. Hala dudaklarında duran parmaklarımı tek tek öpüp elimi kalbinin üstüne koydu. Cevabım onu mutlu etmişti. Gülerek saçlarını dağıttım.

"Bak, o geceden sonra uzaklaştığımızın farkındayım. Ama bunun sebebi pişmanlık değil. Sadece benim için bir ilkti ve utandım. Nasıl davranmam gerektiğini bilemedim, üzgünüm." Kalbinin üstünde duran elimi okşayıp "Üzgün olma." diye fısıldadı. "Seni incittiğimi düşündüm ve bu yüzden ben de nasıl davranmam gerektiğini bilemedim."
Kafamı hızla iki yana salladım. "Beni incitmedin."

"O zaman iyiyiz." dedi sorar gibi.
"Evet, iyiyiz." dedim. Ufak bir tebessümle karşılık verdiğinde duvardaki saate baktım. Çok geç olmuştu ve artık uyumalıydık. Baran da kafasını çevirip saate baktı. Dizimdeki ağırlık yok olurken ayağa kalkan Baran'la birlikte ben de ayaklandım. Odasına doğru yürürken peşinden gidip gitmemek konusunda kararsızdım. Yine de içimden geçeni yapıp odasına girdim. Giysi dolabından siyah bir pijama takımı çıkarıp bana uzattığında minnettar olduğumu anlamasını umarak gülümsedim. Kendi için de iki parça kıyafet çıkardı.

"Ben banyoda giyinip geliyorum." diye mırıldanıp hızlı adımlarla odadan çıktı. Arkasından kapıyı kapatıp hızlı bir şekilde giyinmeye çalıştım. Beni kıyafetlerle savaşırken görmesini istemiyordum. Bu çok utanç vericiydi.
Sonunda siyah takımı giydiğimde kendi kıyafetlerimi de masanın önündeki sandalyeye koydum. Beş dakika sonra Baran kapıyı çalarak içeri girdiğinde beni baştan aşağı süzüp kahkaha attı. Kaşlarımı çattım. Gülünecek ne vardı?

"Komik olan ne?" diye sordum sinirle. Yanıma gelip saçlarımı karıştırdı. Ben de aynı şeyi onun saçlarına yapmaya çalıştığımda uzun boyu sayesinde elimden kurtulmayı başardı.

"Çok tatlı olmuşsun." dedi yanağıma kocaman bir öpücük bırakmadan önce. Bir kedi gibi mayıştığımı hissettim. Geriye çekildiğinde gözlerinde gördüğüm sevgi parıltıları kalbimi ısıttı.
Daha ne olduğunu anlayamadan beni kucakladığında dudaklarımdan küçük bir çığlık firar etti. Sırtım rahat yatakla buluştuğunda yüzlerimizin yakınlığı yüzünden midemin kasıldığını hissettim. Şakağıma bıraktığı hafif öpücük kelebeğimin ruhumda özgürce uçmasına neden oldu. Küçük bir çocukmuşum gibi yanağımı sıktıktan sonra yatağın diğer tarafına geçti. Ona doğru dönüp ellerimi başımın altına sabitledim. Düşünceli bir şekilde tavanı izlerken bakışlarımdan habersizdi. Onu uzun uzun incelemekten hiçbir zaman bıkmayacağımı biliyordum. Her seferinde de kelebeğim aynı soruyu soruyordu; Baran neden bu kadar güzeldi? Evet, Baran Andaç güzel bir adamdı. Başkalarının gözünde yakışıklı, karizmatik, kusursuz gibi sıfatlar alıyor olabilirdi ama benim için o güzeldi.
Dayanamayıp bunu ona sordum. Bakışlarını tavandan ayırıp bana çevirdiğinde şaşırdığını hissedebiliyordum. Sorumu tekrarladım.
"Bakma bana öyle. Neden bu kadar güzel olduğunu söyle."

"Güzel olan sensin." dediğinde kafamı iki yana salladım.
"Hayır ben güzel değilim. Yalan söylemene gerek yok. Ama sen güzelsin. Neden bu kadar güzelsin?"

Kaşlarını çatarak bana yaklaştı. Yüzümü kokladıktan sonra geri çekilip "Sarhoş falan da değilsin ki." diye mırıldandı. Söylediği şey yüzünden kıkırdadım.
"İçki içmediğimi biliyor olman lazım."
"Evet, biliyorum. Kabul et ama, sorduğun soru çok garip."
"Hayır değil." diye itiraz ettim.
"Bazen seni güzel çocuğum diyerek sevmek istiyorum. Kusurlarınla kusursuzsun. Bu yüzden benim için güzelsin."

Gülümsedi. O gülümsediği için ben de gülümsedim.
"Gülmesene. Sen gülünce benim de gülesim geliyor. Şu an ciddi olmak lazım. Soruma cevap ver."
Derin bir nefes aldı. Gözlerini tekrar tavana çevirdi.

"Annem güzel bir kadındı. Çok güzel bir kadındı hem de. Hiç fotoğrafı yok ama hatırladığım kadarıyla ona benziyorum."
Buruk bir şekilde gülümsediğinde ona yaklaştım. Yanağını okşayıp saçlarına küçük bir öpücük kondurdum.

"Sen benim hem Siyahım, hem sırdaşım hem de yağmurumsun ya, eğer istersen ben de senin hem annen hem sevgilin hem de dostun olurum."

Söylediğim şeyle birlikte gözlerimiz buluştu. Uzun uzun baktı. Bir şey söylemedi. Sonra kollarını belime dolayıp başını göğsüme yasladı. Saçlarıyla oynamaya başladım.

"Çok iyi bir insansın, hem de çok. Biliyorsun değil mi?"
Omuz silkip "Bilmem." dedim.
Kollarının sarışı sıkılaştığında mümkünmüş gibi onu daha çok çektim kendime.
"İyiler kaybediyor Asya, kaybetmeni istemiyorum." dedi başı hala göğsümdeyken. Saçlarına bir öpücük daha bırakıp yanağımı kafasına yasladım.
"Güzel çocuğum benim..."

Bir şey söylemedi. Ama bir iki dakika sonra duyduğum hıçkırık sesiyle kalbimin üstüne büyük bir ağırlık çöktü. Ağlıyordu. Ağlamamalıydı o. Güzel gözlerinde kara bulutlar dolaşmamalıydı. Baran ağladıkça üşüyordum. O ağlıyordu ama ben uçurumdan düşüyordum sanki. Hıçkırık sesleri ruhumun göğünde şimşek oldu ve onun döktüğü her bir gözyaşı kalbime yağmur olarak düştü.
Hiçbir şey söyleyemedim. Yalnızca onunla birlikte ağlayıp yanında olduğumu hissetmesi için dualar ettim.

Ertesi gün uyandığımda yatağın yan tarafı boştu. Kaşlarımı çatarak doğruldum ve derin bir nefes aldım. Başım fazlasıyla ağrıyordu. Gözlerimi ovuşturup yataktan kalktım. Odadan çıkıp banyo olduğunu tahmin ettiğim yere doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda tahminimin doğru olmasına sevinerek içeri girdim. Yüzümü yıkamak için musluğu doğru eğildiğimde aynadaki yansımama bakmamıştım. Soğuk su yüzümle temas ettiğinde büyük bir rahatlama hissettim. Kafamı kaldırıp aynadaki aksime baktım. Asya Öztürk'ten çok Asya Toprak gibi görünüyordum. Savunmasız ve çaresiz. Evet, çaresiz hissediyordum. Çünkü Baran'ın acısına nasıl merhem olacağımı bilmiyordum. Onun yaraları kanadıkça benim de canım acıyordu.
Sıkıntıyla iç geçirdim ve banyodan çıktım. Mutfaktan kızarmış ekmek kokusu geliyordu. Yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirip mutfağa girdim. Baran ocaktaki çaydanlığı alıp masaya yerleştirdikten sonra beni fark etti.
"Günaydın." dedi gülümseyerek.
"Sana da günaydın. Ne zaman uyandın da kahvaltı hazırladın?" diye sordum masaya bakarken.
"Bir buçuk saat önce sanırım." dedi.
Elimden tutup sandalyeye oturttu ve hemen karşımdaki yerini aldı.
"Evlenirsek çok şanslı bir eş olacağım." diye alayla konuştuğumda iç çekti.
"Bana kalsa hemen evlenelim ama siz istemiyorsunuz Asya Hanım."
Kızarmış ekmeklerden bir tanesini alırken "Bayım, her şeyin bir zamanı var." dedim. Gözlerini devirip reçel tabağına uzandığında zihnime dolan anılar yüzünden yutkunamadım. Ruh halim aniden değişmişti ama bunu anlamaması için tebessüm ettim. Ancak anlamamasını beklemek hataydı. Baran beni çok iyi tanıyordu. Bu yüzden hiçbir şey söylemeden reçeli masadan kaldırıp tezgahın diğer ucuna koydu.
Gergin havanın değişmesini umarak konuşmaya başladım.

"Şu sıralar hiç kitap okuyamıyorum."

"Kitap dükkanına da hiç uğramıyoruz. Arda bakıyor diye iyice boşladık." dediğinde kafamı salladım.

Çayları doldururken "Cenk'ten bir iki haftalığına izin almalısın. Kendine vakit ayırmıyorsun Asya." dedi.

"Bilmiyorum, arkadaşı olduğum için izin vereceğine şüphem yok ama kafe şu sıralar yoğun."

"Dersler de yoğun. Finallere çalışmalıyım." dediğinde kendimi bir anne gibi hissederek ciddiyetle "Her şeyi bir kenara bırakıp derslerine çalış." dedim.

"Çalışacağım." dediğinde gülümsedim.
Odayı dolduran telefon sesiyle Baran'a baktım. Tezgahın üstündeki telefonunu alıp ekrana baktığında kaşlarını çattı. Sessizce yutkunup "Buna bakmalıyım." dedi.
Aramayı yanıtlayıp mutfaktan çıktı. Sessiz bir şekilde çayımı içtim. Yaklaşık on dakika sonra Baran mutfağa girdi. Yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. Kalbime korku tohumları ekilirken ayaklanıp önünde durdum.

"Ne oldu?" diye sordum vereceği cevaptan korkarken. Yutkundu. Sessizliği bozmadı.
"Baran, ne oldu?"

Derin bir nefes aldı.
"Benim Bursa'ya gitmem gerekiyor."

Kaşlarımı çatarak konuştum. "Kötü bir şey mi oldu?"
Beni duyuyor gibi değildi. Söylediklerini tekrarladı.
"Bursa'ya gitmem gerekiyor."

Ellerimi yanaklarına yerleştirip "Sakin ol. Tamam, gitmen gerekiyor ama sakin ol." dedim.

"Anlamıyorsun." dedi keskin bir tonda.
"Neyi anlamıyorum?" diye sordum.
Dudaklarını diliyle ıslatıp bakışlarını benden çekti.

"İstanbul'a uzun süre dönmeyeceğim."

Herkese merhaba. Umarım bölümü beğenirsiniz. Bu bölüm benim için çok özel. Bu yüzden sizden görüşlerinizi söylemenizi istiyorum. Görüşmek üzere.
İletişim;
Twitter: @vavelolas
İnstagram: @ezgi.dilara

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

265K 21.7K 22
"Kalmam için bir sebep olması lazım." dediğinde, Leyla'nın sesi titriyordu. O Leyla'ydı, başka kimse değil. Daha on sekizinde tazeyken, Kınalıtepe'ye...
98.2K 1K 9
"Abin bu söylediklerini duysa ne olur biliyorsun değil mi Mavi?" "Şimdilik duymayacağına göre bence sorun yok Feyyaz." "Bana Feyyaz Abi demelisin Mav...
573K 73.9K 26
"Leyla!" Günlerin yer değiştirdiği o saatlerde, gecenin en karasında, bir ruhun kilitli kalmış sokaklarındaydık. "Burada ne arıyorsun?" Başkası içi...
931K 28.2K 34
Mardin'de ilk görevine başlayan Doktor Mine ve Mardin Ağası Baver. Mine Antalya'da uzun yıllar yaşamış ve "Asla Mardinli adamla evlenmem!" Diyerek d...